29 Mayıs 2015 Cuma


Sömürgecilik ve Melezleşme Bağlamında: ‘Çit’ (Rabbit- Proof Fence)

Kader Çetintaş[1]
Özet
            Bu çalışmada Çit (Phillip Noyce, 2002) üzerinden sömürgecilik ve melezlik kavramları tartışılacaktır. Çalışmanın temel problemi, sömürge sonrası Avusralya’da İngilizler’in Aborjin halkı üzerindeki etkisi ve sonuçladır. Bu problem çerçevesinde sömürgecilik (kolonyalizm), emperyalizm, melezlik kavramları ele alınacaktır.

Anahtar Sözcükler: Melezlik, Sümürgecilik, Aborjin

Giriş
Aborjinler kabile hayatı yaşayan bir sosyal yapıya sahiptirler. İngiliz istilasından önce Avustralya'da bir milyona yakın sayıda Aborjin'in yaşadığı tahmin edilmektedir. İstilacılara karşı direnen Aborjinlere uygulanan soykırımlar ve Aborjin halkının haklarının tanınmaması sebebiyle ellerinden topraklarının alınması sonucu, yerli halkın nüfusu azalmıştır. Ellerinde mızrak ve bumeranglarından başka savunma silahı olmayan Aborjinler, isyanlarına karşı barutlu silahlarla karşılık veren Avrupalıların elinde yok olmanın eşiğine gelmişlerdir.
Çit (Phillip Noyce, 2002), 1930’lu yıllarda Batı Avusturalya’da İngiliz sömürgesine karşı direnen Aborjin halkının gerçek hikayesini anlatmaktadır. Aborjinler yaklaşık bir asırdır İngiliz’lerin topraklarını istilasına karşı direnmektedirler. Yürülükte Aborjinlerin uyması gereken, hayatlarının tamamını kontrol eden bir yasa vardır. Aborjinlerin baş koruyucusu bay Neville Batı Avustralyadaki Aborjinlerin resmi koruyucusudur. Ülkenin tamamı tüm alt sınıf çocukları ailelerinden ayırmaya tam yetkilidir. Bu yasaya dayanarak Jigalong’da yaşayan melez aborjin çocuklar polis zoruyla Moore River kampına götürülürler. Fimde Molly, kardeşi Daisy ve kuzenleri Gracie de polis zoruyla kampa götürülen melez çocuklar arasındadırlar. Moore River da Molly'ler gibi yüzlerce yarı melez vardır. Hepsi askeri disiplinle yetiştirilirler. Nevilli Moore River'a gelir aralarında akıllı olduğunu düşündüğü çocukları seçer. Onların uygun okullara gideceği söylenir. Biz sizin için burdayız. Görev, hizmet ve sorumluluk. Bunlar bizim parolamız. Filme adını veren ‘Tavşan Geçirmez Çit’, yerli halk aborjinlerle sömürgeciler arasına bir engel olarak konulmuşken, Molly, küçük kız kardeşi Daisy ve kuzenleri Gracie için annelerine ulaşabilecekleri bir haritadır. Küçük yaştaki bu kızların annelerine ulaşmak için gittikleri bu uzun yola birçok yetişkin dayanamaz. Ama onlar anneleriyle birlikte herhangi bir biçimde herhangi bir koşula bağlı olmayan yaşamlarına yani özgürlüklerine yol almaktadırlar.


      Sömürgecilik (Kolonyalizm)
Kolonyalizm, bir ulusun başka ulusları, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılmasıdır. Sömürgeci uluslar egemenlikleri altına aldıkları ulusların, kaynaklarına, iş gücüne, pazarlarına el koyar ve egemenlikleri altına aldıkları halkın kültürel ve dini değerlerini baskı altına alır. Sömürgeci uluslar, yayılmacı politikalarını meşrulaştırmak ve yaymak için kendilerine bir zemin oluştururlar. Sömürgeciler, sömürdükleri uluslardan sosyo-kültürel ve ekonomik olarak daha üstün olduğuna inandırırlar. Ania Loomba sömürgeciliğin şöyle tanımlıyor;
Kolonyalizm ve emperyalizm sıklıkla birbirini yerine kullanılabilmektedir. Oxfort English Dictionary'ye (OED) göre, kolonyalizm sözcüğü, ‘çiftlik’ ya da ‘yerleşke’ anlamına gelen ve başka topraklarda yerleşseler de Roma yurttaşı sayılmaya devam eden Romalılar’a gönderme yapan Latince ‘colonia’ sözcüğünden gelir. Buna göre OED kolonyalizmi şöyle tarif eder: Yeni bir ülkedeki bir yerleşke... yeni bir yöreye yerleşen, anayurtlarına tabi halde ya da onunla bağlantısını koyarak bir topluluk oluşturan bir grup insan; yerleşimi ilk olarak gerçekleştirenlerin soyu ve ardılları tarafından bu şekilde oluşturulan topluluk anayurtla bağlantıyı koruduğu sürece bu yerleşime ''colonia'' denir (Loomba, 2000: 18).
            Yeni topraklarda bir topluluk oluşturma süreci zorunlu olarak, orada daha önce zaten bulunan toplulukları bozma ya da yeniden oluşturma süreci anlamına gelir ve ticaret, pazarlık, savaş, soykırım, köleleştirme ve isyanlar dâhil olmak üzere kapsamlı bir pratikler silsilesini içerir. Kolonyalizmin tek gayesi olan şey başkasına ait olan toprağı ele geçirip ve denetlemektir (Loomba, 2000: 19). ‘Çit’ (Rabbit- Proof Fence) de bahsettiği sömürgecilerin gittikleri toprakları istila etmesindeki amaç sadece o toprakların, yer altı zenginlikleri ve toprak parçasını ele geçirmek olmadığını asıl amaçlarının ticaret ve o topraklarda yaşayan halkı bağımlı kılmaktır.
Modern kolonyalizm fethettiği ülkelerden haraç, mal ve zenginlik toplamaktan daha fazlasını yaptı, fethettiği ülkelerin ekonomilerini yeniden yapılandırdı, kendi ekonomileriyle karmaşık ilişkiler içerisine soktu, böylelikle kolonileştirilmiş ülkeler ile kolonileştirenler arasında insan ve doğa kaynakları akışı başladı. Bu akış iki yönlü olarak cereyan etti, köleler ve sözleşmeli emeğin yanı sıra hammaddeler de metropolde yapılan ya da metropoldeki talebi karşılamak için başka bölgelerde yapılan mal imalatına aktarıldı ve aynı zamanda, koloniler de Avrupa mallarının alıcısı olan birer pazar sunmuş oldu. İnsanlar ve malzemeler hangi yönde akarsa aksın, kârlar daima anayurda akıyordu (Loomba, 2000: 21).
Sömürgeciler gelişmemiş toplumları refaha kavuşturmak ve gelişmelerine katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları baskı ve hegemonyayı normalleştirirler.
Çit (Phillip Noyce, 2002) bir İngiliz sömürgesi olan Avusturalya’nın Jigalon bölgesinde geçmektedir.
Avustralya’nın bir İngiliz sömürgesi olduğunu biliyoruz. Ada ülkesi olarak Avustralya, ilk defa Yeni Zelanda’da olduğu gibi Kaptan James Cook tarafından keşfedilmiştir. Cook Britanya hükümetine Avustralya’nın tarımsal faaliyetler açısından uygun bir yapıya sahip olduğunu raporla bildirmiştir. Bu rapor doğrultusunda İngiliz hükümeti, Britanya’daki hükümlülerin Cook’un isim babalığını yaptığı New South Wales sahil bölgesine yerleştirilmesini uygun bulmuştur.  Avustralya bir dönem, ceza çekilen uzaktaki yer anlamına gelmiştir. Yine bu kıta, Britanya’da ekonomik anlamda kapitalist sınıf açısından kabul görmeyen mevcut alt sınıfların kalıcı olarak ülke dışına sürgün edilmesi için uygun bir yer olmuştur. Alt sınıfların kıtaya gönderilmesi ile birlikte bir sömürge kıtası haline dönüştürülen Avustralya’nın ekonomik gereksinimlerinin sağlayabilmesi amaçlı serbest işgücü kaynağı sağlanmıştır. Bu türden bir serbest iş gücü kaynağı, Büyük Britanya mahkemelerince suçlu bulunanların kıtaya gönderilerek- ki bu süreç 7 ile 14 yıl boyunca sürmüştür-sömürge idareleri adına çalışması ile olanaklıydı. Bu durum hem ucuz iş gücü hem de serbest iş gücü olarak gönderilen mahkumların kullanılabilme kolaylığına imkan tanımıştır (Yanık, 2012:19)
Sanki daha önce Avustralya da yaşayan bir aborjin halkı yokmuş gibi keşfeldilmiş ve sömürge toprağı haline getirilmiştir. Shiva’nın da dediği gibi: Avrupalı sömürgecilerin sömürgeciliklerini anlaşılır kılmak ve haklı çıkarmak için sömürgeleştirdikleri ötekileri aslında adam ettiklerini, uygarlaştırdıklarını, kalkındırdıklarını, tarihin rayına oturttuklarını savunurken başvurdukları “beyaz adamın yük(ümlülüğ)ü” (white man’s burden) açıklaması bunun bir örneği (Shiva, 1993).
Filmin başında Molly şunları söyler:
            Halkımız yani Jigalong Kabilesi… O zamanlar biz çöllerde yaşardık. Kendi topraklarımızda. Annem bana, beyaz adamların topraklarımıza nasıl geldiklerini anlatırdı. Jigalong'a dükkanlar açıp, giysiler ve başka şeyler getirmişler. Un, tütün ve çay. Bizlere günlük paylar vermişler. Biz oraya gidip yakınlara kamp kurmuşuz.’
            Aborjin’lerin hayatını anlatan Marlo Morgan’ın ‘Bir Çift Yürek’ kitaplarında yazar, Aborjinler’le çöllerde geçirdiği dört aylık süreci anlatmaktadır. Amerikalı bir tıp doktoru olan Marlo Morgan gerçek bir olaya dayanan Avustralya’da yaşadığı ruhsal bir yolculuktan bahsetmektedir. Yazar, göçebe bir kültüre sahip Avustralya yerlileri olan Aborijinler eşliğinde, kabilenin kendilerini adlandırdıkları şekliyle ” Gerçek İnsanlarla” birlikte çölü boydan boya katettikleri uzun bir yürüyüşe çıkar. Bu süre boyunca, çölün çorak coğrafyasındaki bitkiler ve hayvanlarla uyum içinde yaşamayı öğrenir. Morgan’dan da anlaşılacağı gibi, ki kitabın tamamında da,  Aborjinlerin aslında çay, un gibi istiladan topraklarına getirilen bu ticaret ürünlerini bilmezler bile. Fakat İngilizler’in topraklarını istilasıyla birilikte hayatta kalan Aborjin kabileleri birazda zorla belli alanlara çekilmişlerdir. Burada sömürgecilerin işlerinde çalıştırılıp, karşılığında da çay, un ve giysi gibi ticari ürünleri edinmeye başlamışlar.
            Filme adını veren ‘Çit’ de aslında Aborjinlerin yaşadığı bölgelerle, Aborjin topraklarını işgal eden ‘çok önemli keşifler’ sonrası orayı bulan Beyaz adamlar arasına çekilmiştir. Çit’in çekilmesindeki amaç: Aborjin halkıyla teması önlemektir. Fakat çit yapımında çalışan beyaz adamların,  Aborjin halkının yaşadığı bölgelerde oradaki insanlar teması sonrası Aborjin kadınlarından çocukları olmuştur. Büyük Beyaz adamın korkularından biri gerçek olmuştur. Bu çocukların yani ‘melez’lerin bir şekilde Beyaz ırk içinde kaybolması sağlanmaydı. Aksi takdirde üçüncü bir ırkla karşı karşıya kalacaklardı. Yani yılanın başını küçükken ezmeliydirler. Ve öylede yapıyorlar. Filmde de gördüğümüz gibi;
            Bay Nevilli '' bildiğiniz gibi burada doğan her aborjin ben kontrolüm altındadır. Dikkatinizi yarı melezlere çekmek istiyorum. Ve sayıları her geçen gün artıyor. Pekala, onlara ne olacak? Istemediğimiz bir üçüncü ırkın oluşumuna izin mi vereceğiz? Insanların zencileşmesini mi teşvik etmeliyiz? Yoksa onların daha ileri düzeyde olan beyaz ırka yakınlaşmalarını ve beyaz ırk içinde yok olmalarını mı? Eğer ben şu kişiyle evlenirsem çocugum zenci mi olur? Aborjinleri koyuyucusu olarak bu evlilikleri kabul etmemek benim sorumluluğumda bulunuyor. Yarı melezlerin üç nesil sonra beyaz ırk içinde kaybolacagını söylüyor. Aborjinlerin nesli tükeniyor. Moore River'a gelecek olursak; burada yapmaya çalıştığımızın farkındasınızdır. Yerel çiftçlerin ve hizmetçilerin eğitimini sağlıyoruz. Buraya yüzlerce yarı melez çocuğu bizim kültürümüzün sunduğu şeylerden yararlansın diye topladık. Bu çocukları gelecek için iyi bir şekilde eğitirsek şu andaki durumlarından kurtarmış oluruz. Yerel halka mutlaka yardım etmeliyiz. ''
Sömürgeciliğin asıl meselesi ekonomiktir. 1870’lerden sonra endüstrinin gelişmesiyle bir takım problemler ortaya çıkmıştır. Bunlar en başında hammadde sorunu gelmektedir. Çünkü endüstri geliştikçe üretim artmış, üretim artıkça da hammadde sorunu ve üretimin tüketilememesi sorunu ortaya çıkmıştır. Hem hammadde sağlamak hem de üretim fazlası için bir çok Avrupa ülkesi pazar arayışında girmiştir. Edwerd Said’in de söylediği gibi;
Toplumsal alanın altında, ülke toprakları, araziler, coğrafi alanlar, yani emperyal ve kültürel çekişmenin somut coğrafi dayaakları yatmaktadır. Uzak yerleri düşünmek, sömürgeleştirmek, onlar insanlar yerleştirmek ya da yerleşmiş olanları tüketmek: Tüm bunlar toprak üzerinde, toprakla ilgili olarak ya da toprak nedeniyle olup bitiyor. Hem toprağı ele geçiren batılılar için, hem de sömürgeciliğe son verildiği sıralarda, toprağı geri isteyen, direniş içindeki yerliler için geçerli olan mantığa oluşturmaktadır. (Said, E. 2010:137)
Tıpkı Avusturalya da olduğu gibi dünyanın heryerinde bütün tekeller batılıların elindedir, çünkü özgürlüğe sahip olmak batılının ayrıcalığıydır, çünkü batılının kültürü güçlüydür.
Emperyalizmin olabildiğince kısa bir tanımı istenseydi, emperyalizmin, kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylemek gerekirdi. Böyle bir tanım meselenin özünü içerirdi; çünkü bir yandan mali sermaye, tekelci sanayi birliklerinin sermayesiyle iç içe geçip kaynaşmış az sayıdaki tekelci büyük bankanın sermayesini ifade eder; öte yandan ‘dünyanın paylaşılması da, henüz hiçbir kapitalist güç tarafından ele geçirilmemiş bölgelere rahatça yayılan bir sömürge politikasından, tümüyle paylaşılmış yeryüzü topraklarını tekelci egemenlik altına alan sömürge politikasına geçişi ifade eder (Lenin, 2005:118).
Emperyal inanç, bir yasa yapımı kuramına dayanıyor. Johnson gibi çığıtkan küreselcilerle Nixon gibi sesi kısık küreselcilere göre, ABD’nin dış politikasında hedef, yasaya gitgide daha çok tabi bir dünya gerçekleşmktedir. Ancak, Devlet Bakanı Rusk’ın sözcükleriyle ‘barışı düzenleyecek’ olan, ABD’dir. ABD, iktisadi kalkınmanın ve gezegen düzeyinde askersel düzenin temel kurallarını saptayarak ‘uluslararası çıkar’ kabul ettirir (Said, E. 2010:420).
Sömürgecilik halkı pençesine almakla, yerlinin beynini her tür biçim ve içerikten boşaltmakla doymaz. Bir tür sapkın mantıkla, o halkın geçmişine de döner o geçmişi çarpıtır, şekillsizleştirir ve yok eder.Bu nedenle sömürgecilik, yerlinin bilinçdışında, çocuğunu düşman bir ortamdan koruyan nazik ve sevgi dolu bir anne sayılmaktan çok, temelde sapkın olan çocuğunu intihardan ve kötü içgüdülerini kapıp koyvermekten alıkoymaya çalışan bir anne sayılmak çabası olmuştur (Said, E. 2010:355)          
            Filme dönecek olursak. Çit (Phillip Noyce, 2002),  Batı’lı ideolojisini Avustraltyada yaşayan Aborjinler üzerinde uygulayan Bay Nevilli;
‘Polis müdürüne; senin bu insanlar için ne yapmaya çalıştığımı anlamanı beklemiyorum. Ve kendi planlarımı tehlikeye atmayacağım. Insanlar yarı melez olanlarla ilgili problemlerin bir anda ortadan kalkmayacağını anlamıyorlar. Bu sorunla şimdi ilgilenilmezse yıllarca sorun olacaktır. Ve sorun da bu çocuklar.’
             ''Sömürge halkı her zaman tetiktedir: Sömürge dünyasının birçok simgesinden dolayı kafası karıştığından sınırı geçip geçmediğinden emin olamaz. Sömürgeci teşircidir. Güvenlik endişeleriyle, sömürge halkına ‘burada efendi benim’i yüksek sesle hatırlatır (Fanon, F. 2014:58-59). (Yeryüzün Lanetlileri)
                        ‘Biz’ kurtuluyoruz, çünkü her şeyden önce, yaptıklarımızın sonuçlarına doğrudan bakmamız gerekiyor; toprakları ve insanları tam olarak kullanmaya yarayan verimlilik uygulamasıyla ünlüyüz ve kendimizi öyle sunuyoruz; ülke, toprakları ve sakinleri, tümüyle bizim hükümranlığımız altına alınmıştır ve bu sakinleri, tümüyle bizim hükümranlığımız altına alınmıştır ve bu hükümranlık, gereklerini getirdikçe, bizi de tümüyle içine almaktadır.  (Said, 2010:125) Biz tahakküm ederiz, çünkü sınai, teknolojik, askersel ve törel bakımından güçlü olan biziz, onlar değil, bu nedenle de onlar tahakküm edemez; onlar aşağı, biz üstünüs… ve benzeri. Bu totolojinin daha on altıncı yüzyılda İrlanda’ya ve İrlandalılara ilişkin İngiliz görüşlerinde özel bir inatla kullanıldığı görülür; on sekizinci yüzyılda ise Avustralya ve Amerika kıtalarındaki sömürgecilere ilişkin görüşlerde aynı totoloji iş başında olacak (Avustralyalılar ta yirminci yüzyıla değin aşağı bir ırk olarak kalmıştır), hemen hemen İngiliz kıyıları ötesindeki bütün bir dünyayı kapsayacak biçimde azar azar genişleyecektir. Fransız kültüründe de Fransa sınıları ötesinde, denizaşırı olan her şey konusunda buna benzer bir yinelemecilik ve kuşatıcılık ortaya çıkacaktır. Avrupa olmayan, sakinleri, toplumları, tarihleri ve varlıklarıyla Avrupalı olmayan bir özü temsil eden tüm bölgeler, Batı toplumun kıyılarında Avrupa’nın köleleri yapılmış, Avrupa ise, kendinden olmayan her şeyi denetimi altında tutmayı kanıtlanabilir bir biçimde sürdürerek, Avrupalı olmayanı, bu denetimi ayakta tutan destek olarak etmiştir.
Emperyalizmin birbirinden oldukça farklı, ancak yakın ilişki içinde olan iki yönünü bir arada verir: Toprak elde etme gücüne dayanan ve gerek gücü gerekse apaçık sonuçları bakımından tümüyle net olan fikir yönü; ve emperyalizmin kurbanıyla faili arasına yerleştirilen, kendi kendine büyüten, kendi kendinin kaynağı olan bir otorieye dayalı bir haklı çıka rejimi geliştrerek söz konusu fikri gizleyen ya da karanlıkta bırakan, uygulama yönü. (Said, E. 2010:125)
Kendini başkalarına empoze etmek isteği ve çabası oranında kendini gerçekleştiri insan. Bu onun başkaları tarafından tanınmasına, başkaları tarafından kabul eldilmesine yönelik bir istek ve çabadır. Kendini etkili bir biçimde ötekine tanıtmadığı sürece bu ‘öteki’ onun aksiyonlarını başlıca teması olarak kalacaktır. Onun insan olarak değeri ve gerçekliği bu öteki varlığa ve bir de bu öteki varlık nezdinde gördüğü kabule bağlıdır. Bu ‘öteki’ merkezinde yoğunlaşır onun hayatının anlamı. Beyazla siyah arasında açık bir kavga yoktur görünüşte. Tarihin bir noktasına gelindi ki, Beyaz Efendi kavgasız, çekişmesiz, kendi lüftuyla bir insan olarak görmeye başladı zenci kölesini.  (Fanon, F. 2014:244).
            Emperyal tavırlar hem kapsamlı ve hem de otorite sahibi olmuş, ancak, ülke dışında yayılma, ülke içinde ise toplumsal bozulma yaşanan bir dönemde, büyük bir yaratıcı güç de içermiştir. Bundan kastım, yalnızca genelde ‘geleneğin icat edilmesi’ değil, aynı zamanda tuhaf bir biçimde özerkliği olan düşünsel ve estetik imgeler üretme yetisidir. (Said, E. 2010:180).
            Çit (Phillip Noyce, 2002)’de izci Moodoo da bir aborjindir. Onun kızı da Moore River dadır. Kendisi ordan kaçan aborjinleri geri getiriyor. Çok iyi iz sürüyor. Şimdiye kadar elinden kaçan olmamıştır. Filmin sonuna doğru Molly’lerin kaçmalarına göz yumarak tavır değiştirse de Moodoo kendi halkının lehine değil de sömürgenin lehine çalışmıştır. Böylece sömürgeci yerli halkın kendi içindeki çatlaklardan sızmıştır.
            Sömürgesizleştirme her zaman şiddet içeren bir olgudur. Sömürgesizleştirme en basit tanımıyla insanlığın bir türünün yerini bir başkasının almasıdır. Geçiş yoktur; bütünüyle, eksiksiz ve mutlak bir ikame vardır. (Fanon, F. 2014:41). (Yeryüzün Lanetlileri)
            Sömürge dünyası ikiye bölünmüş bir dünyadır. Ayrım çizgisi, hudut, kışla ve karakollarla temsil edilir. Sömürgelerde, sömürgeleştirilenin resmi ve kurumsal muhattabı, sömürgecinin ve baskı rejiminin sözcüsü, polis ve ordudur. Kapitalist toplumlardaki dini ya da seküler eğitim, babadan oğula aktarılan ahlaki reflekslerin öğretilmesi, elli yıl boyunca düzgün ve sadık hizmet verdiği için madalya takılan işçilerin örnek dürüstlüğü, uyum ve bilgeliğin teşfik ettiği sevgi, yani kurulu düzene saygının bu estetik biçimleri sömürülen kişinin çevresinde bir itaat ve yasaklama atmosferinin oluşturulmasına hizmet eder; bu da düzen güçlerinin işini hatırı sayılır ölçüde kolaylaştırır. Kapitalist ülkelerde, sömürülenler ile iktidar arasına çok sayıda ahlak hocası, danışman ve ‘kafa karıştırıcı’ girer. Sömürge bölgelerde ise, tam tersine, sömürge halkıyla teması olan polis ve ordunun sürekli varlığı, sık sık ve dolaysız müdahaleleri sağlar ve dipçik darbeleri ve napalmlarla ona yerinden kıpırdamamasını öğütler. Iktidar aracısının saf şiddet dilini kullandığını gördük. Aracı, baskıyı hafifletmez, tahakkümü gizlemeye de çalışmaz. Bunları yasa uygulayıcının temiz vicdanıyla sergiler ve uygular. Aracı, şiddeti sömürge tebeanın evlerine ve zihinlerine taşır. Fanon, F. 2014:44). (Yeryüzün Lanetlileri)
Yeni doğan etnoğrafya biliminin gözlemci yazarları Afrika, Asya ve Avustralya’ya giderken beraberinde titiz çözümleme araçlarının yanı sıra, barbarlık, ilkellik ve uygarlık üstüne bir dizi imge, düşünce ve yarı bilimsel kavram da götürüyorlar; doğmakta olan antropolojinin içinde, Darvincilik, hıristiyanlık, yaracılık, idealizm, ırk kuramı, hukuk tarihi, dilbilim ve korkusuz gezginlerin eski bilgileri, şaşırtıcı bir bileşimle birbirine karışıyor, ancak, iş beyaz uygarlığın üstün değerlerini olumlamaya geldiğinde, hiçbiri duraksamıyordu. (Said, E. 2010:168)
            Çit filminde Bay Nevilli aborjin halkının melez çoçuklarının koruyucusu olarak tanımlar kendini.
Sömürgecinin yaşadığı şehir, dayanıklı olması için taştan ve çelikten yapılmıştır. Işıklar içerisinde, asfalt bir şehirdir; çöp kutuları her zaman meçhul artıklarla doludur, hiç görülmemiş, hayal bile edilemeyecek şeylerle dolup taşar. Sömürgecinin ayakları asla görülemez, belki denizde görülebilir, ama orada da yakınına kadar gidemezsiniz.oturduğu yerin sokakları temiz ve düzgün olmasına, taş ve çukur bulunmamasına karşın sömürgecinin ayakları sağlam ayakkabılarla korunur. Sömürgecinin şehri insanın karnının tok, sırtının pek olduğu yerdir, tembellik yeridir, karnı her zaman tıka basa doludur. Sömürgecinin yaşadığı yer beyaz insanların yaşadığı yerdir. (Fanon, F. 2014:45). (Yeryüzün Lanetlileri)

            Sömürge halkının şehri ya da en azından yerli şehir, siyah kölelerin köyü, eski şehir, rezarvasyon bölgeleri, adları kötüye çıkmış bir yerdir. Rastgele bir yerde, rastgele bir şekilde doğarsınız. Rastgele bir yerde, rastgele bir nedenle ölürsünüz. Boş yerin olmadığı bir dünyadır orası; insanlar üst üste yaşar, kulübeleri birbirinin üstüne inşa edilmştir. Sömürge halkının şehri aç bir şehirdir; ekmeğin, etin, ayakkabının, kömürün, ışığın açlığının çekildiği bir yer. Sömürge halkının şehri, büzülmüş, diz çökmüş bir şehirdir, pisliğe gömülüdür, pis zencilerin ve arapların bölgesidir. Sömürge tebaa sömürgecinin bölgesine imrenerek şehvetle bakar, sahip olma düşleri kurua. Sahip olmanın her türü: sömürgecinin masasında oturmak, sömürgecinin yatağında yatmak, mümkünse de karısıyla. Sömürge halkı kıskançtır. Sömürgeci de bunun farkındadır ve onların kaçamak bakışlarını yakaladıkça sürekli tetikte durur. (Fanon, F. 2014:45). (Yeryüzün Lanetlileri)
            Sömürgeci tarih yapar ve yaptığını da bilir. Sürekli metropolün tarihine değindiği için, kendisinin bu metropolün bir uzantısı olduğunu açıkça gösterir. Dolayısyla yazdığı tarih yalnızca yağmaladığı ülkenin tarihi değil, bütün yağmaları, tecavüzleri ve açlıktan öldürmeleriyle kendi ulusunun da tarihidir (Fanon, F. 2014:57). (Yeryüzün Lanetlileri)
            Milliyetçilikle emperyalizm, ırkçılığa başvurulmadan birleştirilemez (Harvey, D. 2008:163)
Melezlik
Çit (Phillip Noyce, 2002), Moore River da Molly'ler gibi yüzlerce yarı melez vardır. Hepsi askeri disiplinle yetiştirilirler. Molly'ler yemekleri, kıyafetleri oradaki hiçbirseyden mutlu değildirler. Yine onlar gibi yarı melez olan adam olara bağırarak ingilizce konuşacaksınız der. Ve masaya elindeki sopayla vurur. Çocuklara banyo yaptırılır, saçlar taranır ve ilahiler öğretilir.
Bugün ‘melezlik’ terimi, Edward Said’in eseri gibi, sömürgecilik sonrasıyla ilgili çalışmalarda yeniden ortaya çıkan bir terim konumunda. Said, günümüzdeki durumla ilgili olarak ‘Bütün kültürler birbirine karışmıştır. Hiçbirisi tek ve saf değil, hepsi melez, heterojen’ diye yazıyordu (Burke, P. 2011:112).
Melezlik kavramı kültürel dinamikler nedeniyle geçmişte olduğu gibi günümüzde de saf, otantik hiçbir şeyin olmayacağı, saf olandan söz etmenin saf ve bozulmuş arasındaki hiyerarşiyi yeniden üretmek anlamında olacağı belirtilmektedir. Melez kültürler, insanların etkin bir biçimde kendi sentezlerini oluşturmaya çalışmalarının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Kültür, sınıf, ulus, cinsiyet, etnik vb. alanlardaki melez formlar alanlar arasındaki sınırları ortadan kaldırmakta, bunları tersine çevirmektedir (Bhabha 1998, Davis 1997).
Melezleştirme ya da kreolizasyon kavramının küresel ile yerel arasındaki ilişkiyi açıklamak üzere kullanılmasına Friedman karşı ç ıkmaktadır. Her iki kavramın da kültürü bir süreç olarak değil, bir ürün olarak gören dolayısıyla diğer kültürlerle karışarak yeni bir form ortaya çıkaracak öz olarak gören anlayıştan yola çıktıklarını iddia etmektedir (1995:82). Friedman küresel ile yerel arasındaki ilişkiyi, eklemlenme ile açıklamayı tercih etmektedir (İçli, G. 2001:170).
Filmde Bay Nevilli kızları bulamaklarını ve para olmadığı için aramaları ertelediğini söyler. Ve der ki “Bu insanlarla aramızda gerçekten bir savaş yaşandı. Özellikle de kendi insanlarını onlara karşı korunması gereken yerli halktan dolayı. Onlar için yapmaya çalıştığımızı anlayabilmiş olsalardı keske”.


            Söz konusu melez bireylerin, ya anne ve babalarının farklı kültürden gelmelerinin bir sonucu olarak bu durumda dünyaya geldiklerini ya da örneğin ihtida etme ya da tutsak düşme nedeniyle bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, daha sonradan bu konuma geldiklerini unutmamamız gerekiyor (Burke, P. 2011:55)
            Kolonyal ‘melezlik’, kültürel arılığa yaslanan ve statükoya istikar kazandırmayı amaçlayan bir stratejidir (Loomba, A. 2000: 199).
Filmin sonunda dış ses “1970 yılına kadar Avustralya'nın her yanında Aborjin çocukları ailelerinden zorla ayırıldı. Günümzde hala bir çok Aborjin ailesi bu kimlik, aile ve kültür yıkımına maruz kalmaktadır. Onalra ' Çalınmış Kuşak' diyoruz”.
            Tomlinson, küreselleşme modernliğin bizzat bir sonucu olarak da ortaya çıkan bir gelişme olarak değerlendirir. Karşı durduğu bir sav, modernliği Batı kültürünün egemenliğinin kurulmasının ve sürdürülmesinin bir yolu olarak tanımlamaktadır.
            Küreselleşme her istediğinizi kolayca elde etmekte özgür olduğumuz koca bir sermaye, teknoloji ve emtia karnavalı değildir. Kimin neye ne kadar sahip olacağı, küresel değişimler ağının neresinde kendine bir yer edineceği ya da gerçekten kendine bir yer edinip edinemeyeceği bir takım ekonomik ve siyasal koşullara bağlıdır (Chatterjee, P. 2006:139)
            Küresel süreçlerin kendisini oluşturan yerel yapılarla diyalektik biçimde eklemlenerek dönüştüğünü ileri sürmektedir. Benzer şekilde Hall’da eklemlenme ilişkisini destekler bir görüşe sahiptir. Bu terminolojide batılı olanın, ötekilerin melezleştiğini varsayma durumuna yol açabileceği ileri sürülmektedir. Ayrıca üçüncü dünya entellektüellerinin bu kavramı kullanma yoluyla kendilerini ayrıcalıklı konumda tutacaklarını, yereller içinse bunun güçsüzleşmek anlamını koruyacağı iddia edilmektedir (Friedman 1997, Bauman 1999, Spivak 1993).  Dildeki melezleşmeyi çalışan Bakhtin de dilin çoksesliliğini anlatmak üzere aynı kavramı kullanmaktadır. Dilde organik melezleşme ve iradi melezleşme biçiminde ikili bir ayrıma gitmektedir. Organik melezleşmenin tarihsel gelişim içinde kendiliğinden oluştuğunu, dilin anlam ve sürekliliğine müdahale etmediğini, ancak iradi melezleşmenin mevcut düzeni bozulmaya uğrattığını belirtmektedir (akt. Werbner 1997:4-5).
  Kültür, bir toplumu bir başka toplum üstinde denizaşırı tahakküm kurmaya yakınlaştırıp etkin bir biçimde hazırlayabildiği gibi, aynı toplumu denizaşırı tahakküm fikrini terk etmeye ya da değiştirmeye de hazırlayabiliyor. Söz konusu değişiklikler, son kavga öncesinde sömürgeci yönetimin baskılarına direnme, silaha sarılma, kurtuluş fikirlerini tasarlama ve yeni bir ulusal topluluk düşleme isteği olmadan gerçekleşemediği gibi, ülke içinde imparatorluk iktisadi ya da siyasal açıdan tükenmeye yüz tutmadan, emperyalizm fikrine ve sömürgeci yönetimin maliyetine açıkça meydan okunmadan emperyalizm tasavvurları haklılık ve meşruluklarını yitirmeye başlamadan, ve son olarak da isyan ‘yerliler’, kendi kültürlerinin sömürgeci tasalluttan arınmış, bağımsız ve bütünsel damgasını metropol kültürüne basmadan gerçekleştiremiyor(Said, E. 2010:303).



Sonuç Yerine

            Sömürge devleti İngiltere Avusturalyadaki Aborjinleri evcilleştirmek ve uygarlaştırmak istemiştir.  Bir nevi hasta olduğunu düşündüğü Aborjin çocukları tedavi edip, beyaz ırk içinde yok etmeye çalışmıştır. İngiliz sömürge devleti yaptığı soykırımı örtmek için Avusturalya’ya medeniyet götürdüne inandırır.
            Avusturalya’daki yerli halk üzerindeki asimilasyon stratejisini en çok çocuklar üzerinde uygulayan sömürgeci devletler yıllarca onları kendilerine bağımlı bırakmak istediler. Aborjinleri nesneleştirip istismar ettiler. Onların kültürlerinde olmayan bütün rütüelleri onlara dayattılar. Bügün de biliyoruz ki yerli toplumları yok etmek sömürgeci devletlerin ayakta kalma nedenidir.














Kaynakça
Burke, P. (2011). Kültürel melezlik (Çev. Mustafa Topal). İstanbul: Asur Yayınları
Chatterjee, P. (2006 )Mağdurların siyaseti (Çev. Veysel Fırat Bozçalı) İst. İletişim Yayınları
Fanon, F. (2007). Yeryüzünün lanetlileri (Çev. Şen Süer). İstanbul: Versus Yayınları.
Fanon, F. (2009). Siyah deri beyaz maske (Çev. Cahit Koytak). İstanbul: Versus Yayınları.
Harvey, D. (2004). Yeni emperyalizm (Çev. Hür Güldü). İstanbul: Everest Yayınları.
Lenin, V. I. (2000). Kapitalizmin en yüksek aşaması: Emperyalizm (Çev. Olcay Geridönmez).    İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Loomba, A. (2000). Kolonyalizm postkolanlazm (Çev. Mehmet Küçük) İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Said, E. W. (2003). Şarkiyatçılık: Batı'nın şark anlayışları (Çev. Berna Ülner). İstanbul: Metis     Yayınları.
Said, E. W. (2013). Kültür ve emperyalizm (Çev. Necmiye Alpay). İstanbul: Hil Yayınları.
Yanık, C. (2012) Avustralya ve Yeni Zelanda’da çokkültürlülüğün değişen yüz (makale)
İçli, G. (2001) Küreselleşme ve kültür, sosyal bilimler dergisi Cilt: 25 No:2 163-172





[1] Mersin Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema Yüksek Lisans  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder