29 Mayıs 2015 Cuma

BAŞIMIZIN ÜZERİNE YAĞAN  “YAĞMURU BİLE”


                                                                                                Müge Şenol


Giriş


Emperyalizm çok temel bir düzeyde, sizin mülkiyetinizde olmayan, uzak, başka birilerinin yaşadığı ve sahibi başkaları olan topraklara yerleşmeyi, denetim altına almayı düşünmek anlamına geliyor. Sömürgecilik denildiğinde ise aklımıza gelen ilk şey, bir toplumun ya da devletin, başka toplum ve devletler üzerinde hâkimiyet kurarak; onları açık veya gizli yollarla sömürmesidir. Sömürgecilik ve emperyalizm kavramları sıklıkla birbirinin yerine kullanılmakta olup; emperyalizm kavramıyla genellikle Avrupa devletlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana devam eden yayılmacı faaliyetleri kastedilmektedir.Kolonyalizm ve emperyalizm sıklıkla birbirinin yerine kullanılabilmektedir. Ania Loomba’nın Oxford English Dictionary (OED)’den bize aktardığı ifadeye göre, kolonyalizm sözcüğü, çiftlik ya da yerleşke anlamına gelen ve başka topraklarda yerleşseler de Roma yurttaşı sayılmaya devam eden Romalılara gönderme yapan Latince colonia sözcüğünden gelir(Loomba,2000,18)
Loomba, bunlara bağlı olarak, modern dünyada, toprak işgalinin, maddi kaynaklara el konulmasının, emeğin sömürülmesi ve başka bir toprak ya da ulusun politik ve kültürel yapısına müdahale edilmesini kolonizasyon ile emperyalizm arasında ayrım yapılabileceğini ifade etmektedir(Loomba, 2000: 23).
Coğrafi keşif hareketleri ile başlayan maceraperestlik ve egemen olma duygularıyla dünyanın güzellik ve zenginliklerini ele geçirme istekleri emperyalist dönem sonrasında da devam etmiştir.1945 sonrasında ise, Büyük Devletler 2. Dünya Savaşı'nın sebep olduğu ağır tahribat ve sömürgelerindeki dekolonizasyon hareketlerine bağlı olarak sömürgelerini bırakmak zorunda kalmıştır. Avrupa devletlerinin başını çektiği Büyük Devletlerin 2. Dünya Savaşı'ndan sonra da çeşitli yollarla sömürgeci politikalarını gizleyerek sürdürdüğü döneme Postkolonyal dönem adı verilmiştir. Bu nedenle, kolonyalizm, başka insanların toprakları ve mallarının fethedilmesi ve denetlenmesi olarak tanımlanabilir. Fakat bu ifadeyle kolonyalizm yalnızca Avrupalı çeşitli güçlerin on altıncı yüzyıldan beri Asya, Afrika ya da Amerika’lara yayılmasını anlatmamakta; bu anlamıyla da insanlık tarihinin sürekli nükseden ve yaygın bir görünümünü aksettirmektedir(Loomba, 2000:19-20). Coğrafi keşifler, insanlık tarihine, hiçbir imparatorluğun ve hiçbir varlığın yapamadığı etkiyi yaparak, dünyanın çehresini tamamen değiştirerek bir devrimin başlangıcını teşkil eder. Yeni pazarlar elde etmek, altın ve hammadde kaynaklarını ele geçirmek hevesiyle harekete geçen, keşif ve istilâ ruhuyla yanıp tutuşan Avrupalılar, yepyeni bir ruh ve heyecanla dünyanın geri kalanını da göz koymuşlardır(Ferro, 2002: 24). Yeni topraklarda bir topluluk oluşturma süreci zorunlu olarak, orada daha önce zaten bulunan toplulukları bozma ya da yeniden oluşturma süreci anlamına gelmekte, ticaret, pazarlık, savaş, soykırım, köleleştirme ve isyanlar dâhil olmak üzere kapsamlı bir uygulamalar silsilesini içermektedir(Güngör, 2006: 5). Luraghi’ye göre; dünyayı uygarlaştırma inancı ve propagandasıyla sömürgeci yayılma sürüp gitmiştir. Sömürgecilik, bütün ilkel ve geri kalmış yapıları yok ederken; bu kültürlere onarılmaz zararlar açtığının da farkında değildir. Aynı zamanda, bağımsızlığın yitirilmesi, sömürülme, sömürge halklarını sefalete ve aşağılanmaya itmiştir(akt. Güngör, 2006:3).
İciar Bollain’in yönetmenliğini yaptığı “Yağmuru Bile” filminde, Cenovalı bir denizci olan Kristof Kolomb’un Latin Amerika’nın en yoksul ülkesi olan Bolivya’ya gelişiyle başlayan sömürgeciliğin, günümüzde nasıl bir hal aldığı ‘film içinde film’ yöntemiyle anlatılmıştır. “Yağmuru Bile” filmi Fanon’un “Sömürgeciliğin her çeşidi ikiz kardeşler gibi birbirine benzer, bize kalırsa. Aynı kutsal kitabın değişik yorumları gibi, her biri insan hayatını belki birbirinden az çok farklı cehennemler içine sokarlar, ama sonuç olarak cehennem cehennemdir. Hepsi birbirine benzer, çünkü hepsi aynı ‘kurban’ için, hepsi insan için kurulmuş tuzaklardır. Şu ya da bu yapıdaki sömürgeciliği belli bir soyutlama içinde ele almak eğilimi, çoğu zaman, asıl problemi, insanı layık olduğu yere koymak hükmündeki temel problemi gözden ırak tutmak amacını taşımaktadır(2014:93).” ifadeleri ışığında değerlendirildiğinde bu filmde de gösterildiği üzere, sömürgeciliğin değişen yapısının, insanın yaşam koşullarının daha da kötüleşmesinden farklı bir anlama gelmediği gerçeğini vurgulamamıza olanak sağlamaktadır. Film, yerlileri köleleştirme ve altını elde etme istemiyle hareket eden ‘sömürgeci elin’, günümüze gelindiğinde Cochabamba yerlisinin en temel ihtiyacı olan suya dahi uzanmasını konu edinmektedir. Said’in, Fanon’dan alıntıladığı;
“Yeryüzünün gerçekte, yerleşimsiz yeri bulunmayan tek bir dünya olduğu fikrini aklımda tuttum. Tıpkı hiçbirimizin coğrafya dışında ya da ötesinde olmaması gibi, coğrafya konusunda verilen mücadelelerden de hiçbirimiz tümüyle arınmış değiliz. Sömürgecilik ve emperyalizm, topraklarımızdan bayraklarını ve güvenlik güçlerini çekerken hesabı kapatmadılar. Kapitalistler yüzyıllar boyu, az gelişmiş dünyada suç işlemekten başka iş görmediler (2010:49)” bu ifadeler filmde görünürlüğü silikleşmiş ama aslında hala yaşamın her alanında varlığını sürdüren sömürü vaziyetinin bir tasavvuru niteliğindedir. Modern kolonyalizm fethettiği ülkelerden haraç, mal ve zenginlik toplamaktan daha fazlasını yaptı, fethettiği ülkelerin ekonomilerini yeniden yapılandırdı, kendi ekonomileriyle karmaşık ilişkiler içerisine soktu, böylelikle kolonileştirilmiş ülkeler ile kolonileştirenler arasında insan ve doğa kaynakları akışı başladı. Bu akış iki yönlü olarak cereyan etti, köleler ve sözleşmeli emeğin yanı sıra hammaddeler de metropolde yapılan ya da metropoldeki talebi karşılamak için başka bölgelerde yapılan mal imalatına aktarıldı ve aynı zamanda, koloniler de Avrupa mallarının alıcısı olan birer pazar sunmuş oldu(Loomba, 2000:21) Bu çalışmada “Yağmuru Bile” filminde eski- yeni sömürge biçimleri, sömürgeci ve sömürülen halk temsilinin filmde nasıl vücut bulduğunun izi sürülmeye çalışılacaktır.
Yağmuru Bile Filminin Künyesi
Yayın tarihi: 14 Ekim 2010 (Los Angeles, ABD)
Film müziğinin bestecisi: Alberto Iglesias
Oyuncu direktörleri: Eva Leira, Yolanda Serrano
                   Luis Tosar
                   Juan Carlos Aduviri
                   Karra Elejalde


Filmin Özeti
Icíar Bollaín'in yönetmenliğini yaptığı Yağmuru Bile, Bolivya'ya film çekmek için giden bir film ekibinin başından geçenleri anlatıyor. Yönetmen Sebastian (G.G. Bernal) ve yapımcısı Costa (Luis Tosar) Bolivya'ya vardıklarında, Kristof Kolomb'un keşfettiği Cochabamba'da sömürgeciliğe ve köleliğe ilk karşı çıkan rahipler Bartolome de las Casas ve Antonio Montestinos'un hayatını çekip bir an önce ülkelerine dönmek istemektedir. Ancak  bütçeleri çok kısıtlı olduğu için Costa normalde vinç vb. gibi araçların ve makinelerin yardımı ile yapması gereken işleri yerlilere yaptırır, figüranlara günlük 2 dolar gibi çok düşük ücretler öder ve çevresindekilere de bu durumu gururla anlatır. Cochabamba’da çekilen bu filmde Kızıyla beraber rol alan Daniel, aynı zamanda bölgede su sıkıntısı yaşayan halka gösterilerde liderlik etmektedir. Daniel, bu gösterilerden birinde tutuklanınca Costa rüşvet karşılığında onu hapisten çıkartır ve bir miktar para vererek film bitene kadar olaylardan uzak durmasını ister. Film bitiminde tekrar hapse döneceği üzerine de hapishane müdürüne söz verir. Çekimler bitince Daniel kaçar ve gösterilerde yaralanan kızını kurtarmak için karısı gelip Costa'dan yardım ister. Filmin başında yerlilere karşı daha duyarlı olan Sebastian, yükselen gerilim yüzünden bölgeden ayrılıp başka bir yerde kalan çekimleri tamamlamak için ısrar ederken, başlarda duyarsız olan ve paradan başka bir şeyi önemsemeyen Costa, Daniel'in kızını kurtarmak için isyancı halk tarafından kapatılan ve polisle çatışmaların yaşandığı mahallelere gider. Bir zamanlar altın için sömürülen insanlar şimdi su için sömürülmektedir. Filmin sonunda Costa hissettiği suçluluk duygusuyla Daniel’in kızının hayatını kurtarır.

Filmin Ana Karakterleri

Luis Tosar (Costa)
Kristof Kolomb’un Bolivya’yı işgalini anlatan bir film çekmek için Cochabamba’ya gelen set ekibinin yapımcısıdır. Filmin en başından beri bölgeye gelmesinin tek amacının para olduğunu söyleyen Costa, faydacı bir karaktere sahiptir. Kar elde etmek amacıyla yerlileri sette makinelerin yapması gereken işlerde bile kullanmaktadır. Hatta daha fazla para kazanabilmek adına  film dilinin İngilizce olmasını bile savunmaktadır. Ancak filmin çekimleri sırasında Cochabamba halkının direnişine şahitlik eden Costa yerlilere ve özellikle de Daniel’e tutumu nedeniyle vicdan azabı çekmektedir. Bu nedenle halk ve polis arasındaki gerginliğin artması ve çatışmaların yoğunlaşması sonucunda filmi yarıda bırakıp Cochhabamba’yı terk etmek üzereyken, Daniel’in eşinin, eylemler esnasında yaralanan kızı için yardım istemesi üzerine, bölgede kalıp küçük kızın hayatını kurtarmıştır. Filmde Costa karakteri hem yerli halkın emeğini ucuza alan bir emek sömürücüsü hem de son sahnede ‘kurtarıcı’ beyaz insanı temsil etmektedir.

Gael Garcia Bernal (Sebastian)
Sebastian filmin yönetmenidir. Para konusunda Costa’ya göre daha ılımlı görünmekte, ve Costa’yla filmin başından beri figüran olarak seçtikleri yerlilere daha insani koşullar sağlanması hususunda sıklıkla çatışmaktadır. Ama bunun yanı sıra filmin konusunu belirleyen tarihi olaylarla ilgili bilgisini sorgulamamakta ısrarcı davranmaktadır. Bu nedenle filmin senaryosundaki yanlışlıkları ve de eksiklikleri görmezden gelmektedir. Bu nedenle de setin ‘doğrucu’ kişisi Anton tarafından eleştirilmektedir.

Juan Carlos Aduviri(Hatuey-Daniel)
Filmin kişisi olarak Daniel çalıştığı filmdeki Hatuey rolüyle çatışır durumda değildir. Hem filmde 500 yıl önce yaşayan bir isyancıyı bir direnişçiyi canlandırmakta hem de kendi yaşamında Cochabamba’daki direnişin sözcülüğünü yapmaktadır. Bir dönem Amerika’da işçi olarak çalıştığı için sömürüyü ve sömürgeciyi yakından tanımaktadır. Bu nedenle film ekibinin faydacı davranışlarının nedeninin de farkındadır. Haklarını elde etmek hususunda kararlı duruş sergilemektedir. İnatçı bir yapısı vardır.

Karra Elejalde(Anton-Kolomb)
Anton filmin ilgi çeken karakterlerinden biridir. Kristof Kolomb’u canlandıran Anton çekmekte oldukları filmde hem Kolomb'un hem de din adamlarının diyaloglarındaki eksiklikleri eleştirmektedir. Doğruları söyleyen ve sürekli içen bir insan temsilidir. Hem film ekibinin figüranlara uyguladığı sömürünün hem de Cochabamba’da yerli halka yapılmaya çalışılanların en başından beri farkındadır.

‘Yağmuru Bile’ Film Çözümlemesi
Cochambamba’da Kristof Kolomb’un toprakları İsa adına ele geçirmesi kadar görünür bir sömürge sistemi olmasa da artık Daniel’in de ifade ettiği gibi sahipleri ülke dışında olan şirketler tarafından gerçekleştirilen hatta çoğu zaman ülke yönetimine ve yasalara da müdahil olabilen bir sömürge tahakkümü mevcuttur. Film, saati 2 dolara filmde yer almak amacıyla sırada bekleyen Cochabamba halkının görüntüsüyle açılmaktadır. Sonraki sahnede film ekibi arabada ilerlerken “ Costa’nın bildiği şey bu yerin karnı aç bir sürü yerliyle dolu olduğu ve bunun bir sürü figüran anlamına geleceği... Burada her şey için pazarlık yapabiliyorsun. Otel ulaşım yemek her şey için.  Hepsinin amacı para” cümleleri aslında sömürgecinin zihnindeki ‘yerli’ imgesinin, filmdeki bir ifadesi şeklinde yorumlanabilmektedir.


Kristof Kolomb’u canlandıran Anton “ Ben Kristof Kolomb Kral Aragon’lu Ferdinant’ın ve Castille’li Kraliçe Izabel’in sağ kolu ve sadık uşağı olarak ve İsa Mesih adına, ki o Tanrı’nın gerçek oğludur, bu topraklara ve denize ve içindeki her şeye el koyuyorum. Birlikte bizi bu zafer anına sağlıklı ve güven içinde getiren bakire anamıza teşekkür ederim” repliğine çalışmaktadır. Bu replik o dönemin Bolivyası’nda yerli halka sömürünün ve tahakküm altına alınmanın kabullendirilmesi aşamasında dinin, sömürüyü meşrulaştırmakta nasıl kullanıldığının bir tezahürü olarak aktarılmaktadır.  Filmin ilk sahnelerinde ilk iş olarak, devasa bir hacın, film çekiminde dekor olarak kullanılmak üzere helikopterle getirilmesi de bu duruma örnek teşkil etmektedir. Hatuey’in ve sömürüye karşı gelen, diğer isyancı yerlilerin yakılma sahnesinde “Sizden nefret ediyorum. Tanrınızdan nefret ediyorum. Hırsınızdan nefret ediyorum” şeklindeki repliği sömürgeciliği meşru kılacak hiçbir şeye tahammül edemediklerinin bir göstergesidir. Filmde canlandırılan Bartolomeo De Las Casas yerlilerin hem sömürgeyi Hristiyanlığın yerlilere kabul ettirilmesi hususunda şu açıklamaları yapmıştır:
“Bu halklar, kentleşmiş ve aklıselim sahibi olmakla övülen dünyadaki pek çok ulusa eşdeğer, hatta onlardan üstündürler, düzeyleri hiçbirinin altında değildir. Yunanlara ve Romalılara eşdeğerdirler, hatta kimi gelenekleri bakınından onlardan üstündürler bile.  Dolayısıylai içlerinden çoğu kimi bölgelerde iyi yönetilen bir cumhuriyetin siyasal mükemmelliğine heüz erişmemiş olsalar da ve bazı kötü görenekleri bulunsa da, yalnızca ahlaki doktrinimizi değil, Hristiyan dinimizi de benimsemeye son derece açıktırlar. Kızılderili uluslarda rastlayabileceğimiz kusurlardan, barbar ve ölçüsüz göreneklerden dolayı, onları küçümsememeliyiz. Ne kadar çok kötü yanı olursa olsun, hiçbir ulus İncil’e katılmaktan alıkonamaz. Dünyadaki ulusların çoğu hatta tümü, çok daha tutarsız, mantıksız ve yoldan çıkmış durumda olmuştur. Bizler bile putlara tapan atalarımız zamanında, İspanyamızın her yerinde yaşam biçimimizin barbarlığı ve göreneklerimizin sapkınlığıyla daha çok beterdik.” (Ferro, 2011:283-284)
Bu açıklamayla Bartolomeo De Las Casas Hristiyanlığı yaymak adına  gerçekleştirilen yayılmacılığın meşru olabileceği fikrini ileri sürmektedir. Ancak Hristiyanlık adına gerçekleştirilen bu yayılmacı hareketin insana zarar verme boyutuna gelmesine karşı çıkmaktadır. Bu hisleriniyse; Kızılderililere barış getirmeli ve onlara kutsal öğretiyi bildirmeliyiz. Ancak asla onlara zarar vermeden(2011:285) sözleriyle ifade etmektedir.
 Filmde, Kolomb, 14 yaşına girmiş her yerliden yuvarlak bir kolyenin içerisine altın doldurarak getirmesini istemektedir. Bu Kolomb’un ifadesiyle yerlilerin ödemek zorunda olduğu vergi yerine geçecektir.İlerleyen sahnelerde sıraya girmiş esmer tenli yerlileri görürüz. Sömürgeciler onlara altın doldurmaları için verdikleri bu kolyeleri istemektedir. Ancak kolyelerin kum dolu olduğunu gören sömürgeci, bir yerlinin kolunu kesmek üzere ağaç gövdesine yerliyi yatırır ve Kolomb’un emretmesi üzerine kolunu keser. Fanon sömürgecinin bu davranışlarının sebebini şöyle ifade etmektedir.


“Sömürgeciyle sömürülen arasındaki ilişki fiziksel kütle ilişkisidir. Sömürgeci sayı olarak fazla olan hasmına karşı kendi gücünü öne sürer. Sömürgeci teşhircidir. Güvenlik endişeleriyle sömürge halkına, “ Burada efendi benim” i yüksek sesle hatırlatır. Sömürgeci, sömürge halkında dışarıya çıkmasına izin vermediği öfkeyi canlı tutar. Sömürge halkı sömürgeciliğin sık dokunmuş örümcek ağı içine sıkışmıştır. Ama sömürgecinin içsel olarak sahte bir duyarsızlaşmaya ulaşabildiğini görmüştük(2007: 59).

Film ekibi de figüran olarak seçtiği yerli halkı kendi topraklarında köleleştirmesi ve düşük ücretlerle çalıştırması dolayısıyla karnı tok sırtı pek sömürgeci görünümündedir. Yemek masasındaki “İstersen masadaki yemeklerden artanları toplayıp plastik bir poşete koyup onları o zayıf çocuğa vermek için götürebilirsin. Bu yemeği bir aylık maaşlarıyla bile yiyemezler. Söylesene suyun ‘yaku’ demek olduğunu ne kadar hatırlayabilirsin?”
Sömürgecinin şehri insanın karnının tok sırtının pek olduğu bir yerdir, tembellik yeridir, karnı her zaman iyi şeylerle tıka basa doludur. Sömürgenin yaşadığı yer beyaz insanların yabancıların bölgesidir(Fanon, 2007: 45) diyaloğu bu görüşü destekler niteliktedir.


Bolivya: Cochabamba Su Savaşları ve “Yağmuru Bile”filmindeki Temsili
Bolivya’da 1990’ların sonunda suyun ticarileştirilmesi için somut adımlar atıldı. 1997-2001 döneminde Dünya Bankası ile yapılan çeşitli anlaşmaların gereği olarak ülkede çeşitli özelleştirme uygulamaları başlatıldı. 1999’da ilk su özelleştirmesi Cochabamba kentinde uygulamaya konuldu. Hemen ardından kent içinde ciddi bir toplumsal muhalefet örgütlenmeye başladı. 2000 Nisanında ise Cochabamba halkının isyanı tüm Bolivya’ya yayılarak büyüdü. “Cochabamba Su Savaşları” olarak tarihe geçen bu isyan döneminin hükümetin devrilmesine giden bir süreci başlattığı söylenebilir. 2006’da ülkenin ilk yerli başbakanı olan Evo Morales iktidara gelmiştir. Hareketin bir hukuksal kazanımı olarak, 2009 Bolivya  Anayasası’nına şöyle bir madde eklendi: “Herkes evrensel nitelikteki su hizmetlerine eşit olarak sahip olmalıdır. Su ve hıfzıssıhhaya erişim bir insan hakkıdır, imtiyaz veya özelleştirme konusu olamaz”
Dünyanın en büyük küresel su şirketlerinden ABD menşeli Bechtel 1999’da Cochabamba belediyesiyle su hizmetlerini yürütmek üzere bir anlaşma imzalamıştı. Özelleştirmeden kısa süre sonra suyun fiyatı %300 artmış, çoğunluğunu yoksul kesimin oluşturduğu insanlar kısıtlı bütçelerinde suya ayrılan kalem büyüdüğü için, hastaneye gitmek, beslenmek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmişti. Öyle ki  günde 2 dolar kazanan ailelerin aylık gelirlerinin dörtte biri su faturasına gidiyordu. Daha da kötüsü, bu artışın esas nedeni şirketin altyapı hizmetleri için gereken masrafları en başından vatandaşlardan çıkarmaya çalışmasıydı. Çaresiz kalan halk şebeke suyu dışında su kaynakları bulmak arayışına girdi. Yağmur suyu toplarayak ihtiyaçlarını gidermeye çalıştılar. Ancak Bechtel halkın topladığı yağmur suyuna bile gözünü dikerek, o suyun da kendi mülkü olduğunu iddia edip yağmur hasadını yasakladı(http://www.suhakki.org/2012/12/bolivya-ve-guney-afrikada-su-hakki-mucadeleleri/). İciar Bollain bu filmde yağmur sularının biriktirildiği kanalların ülke yönetimince yabancı bir şirkete satışının gerçekleşmesi olayını konu edinmiştir. Harvey’in ifadelerine göre; şimdiye kadar kamu hizmeti gören varlıkların şirketleşmesi ve özelleştirmesi (örneğin üniversiteler), her türden kamu hizmetinin (su, elektrik, telefon vs) özelleştirilmesi akımının dünyayı sarması, “ortak mülkiyetin” yeni bir “çerçevelenme “ akımına maruz kaldığının göstergesidir. Çevrenin bozulmasını  engellemeye ve emeğin korunmasına yönelik düzenleyici kurallar tek tek yok edilmiş ve bu da kimi hakların yitirilmesine yol açmıştır(2004 :132). Filmde, yerlilerin bu hakların ellerinden alınmasına rıza göstermediklerini ve canları pahasına yaşam gereksinimleri olan su için şavaştıklarına tanıklık ederiz. Harvey’in Roy’dan aktardığı üzere, özelleştirme esasen üretken kamu varlıklarının devletten özel sektöre  geçmesidir. Üretken varlıklar arasında doğal kaynaklar da bulunmaktadır. Toprak, orman, su, hava. Bunlar temsil ettiği insanların devlete emanet ettiği varlıklardır. Bunların yağmalanması ve özel şirketlere satılması tarihte benzeri görülmemiş barbarlıkta bir el koyma sürecinden başka bir şey değildir(2004:134). Suyun özelleştirilmesine karşı çıkan halk sokaklara dökülür ve hakkını aramaya başlar. Ancak her koşulda sömürgeciyi koruyan baskı unsurlarıyla karşı karşıya gelir. Sokaklar savaş alanına döner ve şiddetli çatışmalar yaşanır. “Sömürge dünyası ikiye bölünmüş bir dünyadır. Ayrım çizgisi, hudut, kışla ve karakollarla temsil edilir. Sömürgelerde, sömürgeleştirilenin resmi ve kurumsal muhatabı, sömürgecinin ve baskı rejiminin sözcüsü, polis ve ordudur” (Fanon, 2013: 44)
İciar Bollain bu filmde, halkın; bedel ödemeden kullanma hakkına sahip olduğu yağmur suyunun bile özelleştirilmesi ve yabancı şirketlerce aylık geliri 40 dolar olan yerli halka satılacak olması dolayısıyla topyekûn bir direnişin başladığı sahnelere geniş yer vermiştir. Yağmuru Bile’de,  filmin içerisindeki diğer kurmacada, Kolomb ve yardımcılarının zalim tutumlarına ve içinde bulundukları sömürü durumuna başkaldıran yerlilerle, yakın tarihte doğal bir yaşam hakkı olan su kullanımı için direnişe geçen yerlilerin kendini savunma görüntüleri birbiriyle paralel bir şekilde gösterilmektedir. Filmin son sahnelerinde, kurmacada 1511 yılında Küba'da isyan hareketi oluşturma suçuyla tutuklanmış ve yakılarak idama mahkûm edilmiş bir kızılderili reisi canlandıran ve gerçek yaşamında da direnişin sözcüsü olan Daniel’i tutuklamak üzere sete gelen polislere figüranların zihinlerdeki ‘kızılderili imgesine’ benzetilmek amacıyla koyu renge boyanmış tenleriyle ve geleneksel kostümleriyle saldırmaları ve polis aracını tersine çevirmeleri geçmiş ve yakın tarih arasındaki paralelliğin filmdeki yansımasıdır.
Hem rol gereği hem de gerçek yaşamında direnişin sözcüsü olarak resmedilen Daniel’in meydanda yaptığı konuşma metni şöyledir: “Bize rağmen nehirlerimizi satmaya devam ediyorlar. Kuyularımızı satıyorlar, göllerimizi satıyorlar. Hatta başımızın üstüne yağan yağmuru bile satıyorlar. Hem de kanunla! Yağmurumuzu satan kim! Hepsi Londra ve Kaliforniya’da olan şirketler. Bundan sonra neyimizi alacaklar? Nefesimizdeki buharı mı? Alnımızdaki teri mi? “ Vahruşev’in ifadesiyle Emperyalist dönemde sömürgeler, yalnızca avantajlı meta pazarları haline gelmekle kalmayıp, başlıca emperyalist güçler bakımından muazzam bir ucuz emek ve maddi rezervler kaynağı olduklarından sömürgelerde ve yarı-sömürgelerde yaşayan halkların köleleştirilmesi ve sistemli bir şekilde talan edilmesi, emperyalizmin en tipik belirtilerinden biri olmuştur (1978: 17). Bu düşünceden hareketle sömürgeci ve onun ulusal sınırlar içerisindeki temsilcileri  tahakküm uygulamakta onlara yardımcı olabilecek ve çıkarlarını sürdürmelerine engel olmayacak şekilde yasalar çıkartarak kendilerini korurlar ve halkı daha da fakirleştirip kendilerine muhtaç bir hale getirirler. Ayrıca; her yerdeki emperyalist idareciler, ulus tarafından kontrol edilmenin yükünü dayanılmaz bulmakta ve tahakküme yönelik bir tehdit olarak görmekteydiler(Arendt, 2014:29) Bu durum filmde bir yöneticinin şu diyaloglarında vücut bulmuştur: “Bazı fanatiklerin çaresiz insanları kışkırtıp kendilerine nam yapmak için kullandıkları bir mazeret. Kaynakları kısıtlı bir ülkeyiz. Yabancı yatırımlar olmadan su dağıtımını idame ettirmek çok zor. Halkımız, hükümetin parayı ağaçta yetiştirdiğini sanıyor. Geçmişlerindeki sömürücülük de göz önüne alınınca güvensizlik genlerine yerleşmiş bir durumda. Karşılıklı sonuca varmak epey güç. Özellikle böylesine cahillerken. İşte globalleşmiş bu dünyada yerliler su faturalarını yakıp, polise taş atıyorlar. Çağdaşlığa karşı mağduriyet inancı…”
Filmin sonunda halkın öfkesi giderek tırmanmaktadır. Artık bu sömürü zulmüne başkaldırmak için sokaktadır. Film ekibi Cochabamba’da kalmanın tehlikeli olduğu düşüncesiyle bölgeden ayrılmak üzereyken  Daniel’in karısı Costa’ya kızının eylemlerde yaralandığını söyler ve yardım ister. Bunun üzerine Costa Cochabamba sokaklarında ilerlerken görüntülerde çatışmaların yaşandığı anlara tanıklık ederiz. Bu yolculuk sonunda Costa küçük kıza ulaşır. Ve son sahnede ‘emperyalizmin her türlüsünün artık bu bölgeden çekilmesi gerektiğini’ vurgular.


Sonuç


Bu film aynı topraklarda farklı zamanlarda yaşamış yerli halkların, 500 yıllık bir zaman diliminde, farklı sömürge biçimleriyle mağdur edilmesini konu edinmektedir. Filmde değerli madenleri ele geçirmek amacıyla Cochabamba’ya gelen sömürgeci günümüze gelindiğinde en temel ihtiyaç olan suyun bile yerli halkın elinden alınmasında ve ona tekrar satılmasındaki cürettin ifadesi mevcuttur.
Bu çalışmada yerlilerin yaşadığı ve sinemaya temsilen yansıtılan eski-yeni sömürgecilik biçimleri postkolonyal teori bağlamında incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmada ayrıca sömürgeci ve sömürülen arasındaki tahakküm ilişkisi irdelenmeye çalışılmıştır.

Kaynakça:


Arendt, H. (2014). “Emperyalizm”. (Çev. B.S. Şener). İstanbul: İletişim Yayınları


Ferro, M. (2002). “Sömürgecilik Tarihi (Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine 13. Yüzyıl-20. Yüzyıl)”. (Çev. M. Cedden). Ankara: İmge Kitapevi  


Franz, F. (2007). “Yeryüzünün Lanetlileri”. (Çev. Ş. Süer). İstanbul: Versus Yayınları.


Franz. F. (2014). “Siyah Deri Beyaz Maske”. (Çev. C. Koytak) Ankara: Versus Yayınları.


Harvey, D. (2004). “Yeni Emperyalizm”. (Çev. H. Güldü). İstanbul: Everest Yayınları.


Loomba, Ania. (2000). “Kolonyalizm Postkolonyalizm. (Çev. M. Küçük). İstanbul: Ayrıntı Yayınları


Said,E. (2010). “Kültür ve Emperyalizm”. (Çev. N. Alpay). İstanbul: Hil Yayınları.


Vahruşev, V. (1978). “Yöntemleriyle ve Manevralarıyla Yeni Sömürgecilik”. (Çev. C. Aslan). İstanbul: Konuk Yayınları.


Güngör, F. (2006). “Sömürgeciliğin Evrimi”. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Dumlupınar Üniversitesi. Kütahya


Tatar.T (2011). “Sömürgecilik ve Kızıl-Kara Katliam”. İstanbul: Sosyoloji Konferansları Dergisi


SYRİANA FİLMİ ORYANTALİST SÖYLEM İNCELEMESİ
Giriş
Günümüzde kitle iletişim araçları kapitalist sistem için ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan son derece önemli bir yere sahiptir. Medyanın batılı tekelci güçlerin elinde olması ve çok uluslu şirketlere hizmet etmesi, bu araçları daha da önemli kılmaktadır.Medya ve kültür endüstrileri kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır; ve ancak kapitalist gelişim dinamikleri içerisinde açıklanıp anlamlandırılabilir(Yaylagül, 2006: 9).Marx’a göre ideoloji oldukça açık bir kavramdır. Yönetici sınıfın fikirlerinin toplumda doğal ve normal görülmesini sağlayan bir araçtır (Fiske, 1996: 221). Kitle iletişim araçları söz konusu olduğunda ideoloji; çoğunlukla, göstergeler, anlamlar ve değerlerin bir egemen toplumsal iktidarın yeniden üretilmesine katkıda bulunma tarzları anlamına gelir; ama aynı zamanda siyasal çıkarlar ile söylem arasındaki her anlamlı konjontktürü ifade eder (Eagleton’dan akt Kabadayı 2013: 59).
Kitle iletişim araçlarının en etkili araçlarından biri olan sinema, ekonomik, siyasi, kültürel olmak üzere pek çok boyutu vardır ve hem görsel hem de işitsel unsurları bir arada bulundurması nedeniyle izleyiciyi etkileme kapasitesine sahiptir.  Kapitalist pazarın mantığına uygun şekilde işleyen sinema endüstrisi, diğer düşünce üretim araçları gibi büyük sermaye gruplarının kontrolündedir ve egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda hem kar elde etmek hem de ideolojik manipülasyon için kullanılmaktadır.

Sömürgecilik veya kolonyalizm, genellikle bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılma istemidir.Sömürgeciler genellikle sömürdükleri bölgelerin kaynaklarına, iş gücüne, pazarlarına el koyar ve aynı zamanda sömürgeleri altındaki halkın sosyo-kültürel, dini değerlerine baskı uygularlar.Sömürgecilik ile emperyalizm kimi zaman birbirleri yerine kullanılan terimler olmakla birlikte emperyalizm, şekli olduğu kadar şekli olmayan alanlarda da kontrolün hakim gücün elinde bulunduğunu durumlarda kullanılmaktadır. Sömürgecinin yöntemlerinin, 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar ki dönem ile karşılaştırıldığında günümüzde değiştiği ve farklı yollarla işlediği bilinmektedir. Bağımsızlığa sahip olunmasına rağmen meşru, rızaya dayanan ve dolaylı yollarla sömürülme, yeni sömürgeciliğin ayırıcı niteliğidir. Gelişmekte olan olarak nitelendirilen ülkelerin, gelişmiş olarak tanımlanan ülkelere (yada faillere) bağımlı ve  tabi olduğu söylemiyle sömürenin tahakkümü dolaylı olarak onaylanmakta ve üretilen ilişkiler, fikirler ve eylemlerin içeriği sömürenin lehine etkilenmektedir.(Yetişkin)
Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir(Lenin, 1992:101)
Sömürgecilik ve emperyalizm nasıl değerlendirildiğine bağlı olarak, birbirilerini izleyen iki tarihsel dönem ya da iç içe geçmiş bir süreç olarak tanımlanabilmektedir. Belirtilmesi gereken nokta, her iki uygulamanın da yönünün Batı’dan Doğu’ya ya da Kuzey’den Güney’e doğru olmasıdır.
Oryantalizm, Batı uygarlıklarının düşünce sistemini oluşturan bir tür ötekileştirme biçimidir. Oryantalizm, Doğu’nun az gelişmişliğine vurgu yapar ve bu çerçevede Batı’nın sömürü politikalarını haklı çıkarmayı hedefler. Doğu’nun az gelişmişliği din, dil ve ırklara yönelik bir söylemdir. Batı, Oryantalist söylemini kitle iletişim araçları aracılığıyla dünyaya yayar.Günümüzde modern emperyalizm ile Batı kültürü arasında etkileşimli bir ilişki vardır. Batı’nın kendisi dışındaki dünyada da hâkim olma anlayışı ve bu bağlamda kendinde gördüğü hak günümüzde hâlâ devam etmektedir. Giriştiği ve girişeceği eylemler için oluşturmaya çalıştığı meşru zeminin arka planı eski çağlardan beri hiç değişmemiştir. Doğu insanlarını despot, ilkel, ahlaksız ve acımasız olarak görmekte ve böylece onları insanlık toplumundan dışlayarak yapacağı eylemlerde kamuoyunun onayını almaya çalışmaktadır. Daha önceden barbar olarak tanımladığı kendi dışında kalan dünyayı bugün ise geri kalmış ve özellikle de 2000’li yıllarla birlikte terörist olarak nitelemektedir. Batıya göre bu toplumlardaki aşırılıklar giderilmeli, Batı’nın değerleri buralara taşınmalı, modernlik, demokrasi ve özgürlük zor kullanma pahasına bu insanlara sağlanmalıdır. Ayrıca, buralardaki insanlar kendi topraklarını ve zenginliklerini tam olarak kullanamamaktadırlar ve Batı dünyasının bu bölgelere girmesiyle tüm insanlık için faydalı faaliyetler yürütülecektir.

Toplumsal dünyanın temsil edilişi politiktir ve bunun için seçilen temsil tarzları, dünyaya karşı farklı duruşları ifade eder. Her kamera konumu, her görüntü düzenlemesi, her montaj kararı ve her anlatısal seçim türlü çıkar ve arzular barındıran bir temsil stratejisiyle ilişkilidir. Sinemanın yalnızca ‘gerçekliği’ ortaya koyan ya da betimleyen hiçbir cephesi yoktur(Ryan ve Kellner, 2010:419). Bu çalışmada örnek teşkil etmesi açısından SYRİANA (Stephen Gaghan 2006) filmi yukarıda değinmiş olduğumuz konular bağlamında incelenmeye çalışılacaktır.


Amaç ve Yöntem
Bir sinema endüstri olarak Amerikan/Hollywood sineması da, kurulduğu günden itibaren gerek politik duruşu, gerek ideolojik bakışına dönük çok sayıda filmin çekildiği bir konuma sahip olmakta ve ideolojik bir güç olarak da endüstri içerisindeki yerini almaktadır.Amerikan yapımı olan Syriana filminin ‘öteki sunumuna, oryantalist imgelemlerin yansımalarına ve siyasal toplumsal olayların nasıl aktarıldığına bakmaya çalışacağız.
Çalışmanın analiz yöntemi, Teun Van Dijk’in söylem çözümlemesidir. Teun Van Dıjk’in söylem çözümleme yöntemi toplumsal yapı ve ideoloji ile ilgilidir. (alıntılayan Ekinci, 2014 s s. 56). Van Dijk’in söylem çözümlemesi yöntemi; metnin, retoriği, semantiği ve anlatısını kapsamaktadır. Yöntem mikro ve makro yapının çözümlenmesi şeklinde tasarlanmış olup mikro yapı bağlamında metnin sesleri, sözcükleri, cümle yapıları ve anlamları ele alınmaktadır.Makro yapı çözümlemesinde ise metnin teması, tematik yapısı ve konusu gibi söylemin bütün boyutları ele alınmaktadır.(alıntılayan Ekinci, 2014 s. 56).Sinemada öncelikle bir dildir. Çünkü metinleri vardır; anlamlı bir söylemi vardır. Kendine ait kelimeleri, cümleleri ve bir dil yapısı vardır. Cümle nasıl kelimelerin bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluşmuş haliyse, sinematik kodlarla da filmsel teknik kodlar bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluştururlar.
Mikro yapılar: Filmin giriş sekansı ve jeneriği.
Makro yapılar: Olay örgüsü, mekanlar ve karakterler.

Syriana Filmi İncelenmesi
Mikro Yapılar
  1. Filmin Giriş Sekansı ve Jeneriği
Yazılı bir metinde giriş ne ise sinema dilinde giriş sekansı ve jeneriğide o dur. Bize film hakkında özet bir bilgi verir.Filmin özetini veren giriş sekansı ve jeneriği iletilmek istenen mesajla ilgili önemli ideolojik bilgiler vermektedir. Film başlarken Warner Bros. Pictures logosu girerken kendi jeneriği yerine ezan sesinin kullanılması filmin İslami ve Doğulu yanının olduğunu zihinde uyandırmaktadır. 2005 yılı yapımı olan film 11 Eylül sonrası Artan İslamafobinin hatırlatılması gibi de algılanabilir.Bu yolla, filmin oryantalist söylemi izler kitlenin bilincinde bir biçim bozumuna neden olmakta ve filmin kurgusal gerçekliğini oluşturmaktadır.Yine açılış sahnesinde sisler arasında doğmakta olan mat kırmızı güneş Doğuyu temsil etmektedir. Sisler içinde çöl de ki çalılıklar hissi uyandıran genel görüntü yakınlaştıkça iş bekleyen Asyalı üstleri başları eski ve kirli insanları görürüz. Bu görüntünün fakirlik, umutsuzluk, çaresizlik vb. bir takım yorumlar barındırdığı söylenebilir.  Bu görüntüden İran Tahrandan genel bir görüntüye kesme yapılır.Fon müziği hareketlenir parti müziği eşliğinde kadın bacağına kesme yapılır.Kadın kısa renkli parti elbisesinin üzerine pantolonunu, uzun pardesüsünü giyer. Başörtüsünü takar. Topuklu ayakkabısını değiştirir düz sade bir ayakkabı giyer ve mekandan ayrılır.. Arap erkek ‘Vıskii Vıskii ‘ buradan filmin özetini çıkarmamız mümkündür.

Makro Yapılar
  1. Olay Örgüsü
Genç, karizmatik ve yenilik yanlısı Prens Nasır’ın (Alexander Sidding), Amerikan iş çevreleriyle yerleşik ilişkileri değiştirme yolları aradığı, petrol üreten bir körfez ülkesinde geçiyor.Tahtın bariz varisi olan Nasır, uzun süredir Teksaslı dev bir enerji şirketi olan Connex’e ait doğal gaz çıkarma haklarını, daha yüksek fiyat veren Çin şirketine vermiştir. Bu Connex’e ve bölgede çıkarı olan Amerikan iş çevrelerine vurulmuş büyük bir darbedir. Jimmy Pope (Chris Cooper) sahip olduğu daha küçük bir Teksaslı petrol şirketi olan Killen, herkesin göz koyduğu Kazakistan’ da önemli bir sondaj işini henüz almıştır. Bu Killen’in değerini Connex’in gözünde arttırmıştır çünkü Connex’in üretim kapasitesini korumak için yeni alanlara ihtiyacı vardır. Bu iki şirket birleşince, beklemede olan sözleşme, Adalet Bakanlığı’nın dikkatini çeker ve üyesi güçlü bir WASP hukuk şirketi olan Sloan Whiting konuyu araştırmakla görevlendirilir. Oğlu (Max Minghella) üniversiteye başlamak üzere olan Bob Barnes (George Clooney), uzun ve saygıdeğer bir kariyerin sonlarına yaklaşmış kıdemli bir CIA ajanıdır ve hizmetinin son günlerini rahat bir masa başı işinde geçirme şansı vardır. İşine bağlı biri olan Bob, her zaman işin ülkesine yararlı olduğuna ve ülkesinin daha güvenli bir yer olmasını sağladığına inanmıştır. Bob’un son görevi, Tahran’daki iki silah tüccarının suikastidir. Bu görev sırasında bir Stinger füzesi, mavi gözlü, gizemli bir Mısırlı’nın eline geçer. Bob Washington’a dönünce kendisine son bir gizli görev verilir. Prens Nasır’ın suikastı. Şeyhler ve işçiler, müfettişler ve uluslararası ajanlar, zenginler ve yoksullar, ünlüler ve sıradan insanlar- her biri, kendi varlıklarının dünyayı ne kadar güçlü bir şekilde etkileyeceğinden habersiz, endüstriyi besleyen büyük sistem içinde kendilerine düşen rolü oynamaktadır.


b)Filmde Müzik Ve ses Efektlerinin  Kullanımı
Sinema sadece görsel değil, görsel-işitsel bir sanattır ve ses yönetmenler tarafından, hem görüntüdeki anlamları güçlendiren dramatik bir öğe, hem de başlı başına bir anlatım aracı olarak kullanılabilmektedir. Çünkü ses, öncelikle, kendine özgü bir duygu durumu yaratmakta; daha da önemlisi filmin seyircisini izlediği görüntüyü nasıl algılaması ve yorumlaması hususunda yönlendirebilmektedir (Bordwell ve Thompson, 2008:265).
Filmin müzikleri oryantalist bir tonda kullanılmıştır. Filmin  İran ve Libya da geçen sahnelerinde mistik, kıvrak ve otantik müzikler kullanılmaktadır.Müzik komüniter kültüre ve ‘duygunun yapılarına ‘ sıkı sıkıya bağlı olduğu için bize bir filmin duygusal kalbinin nerede olduğunu söyleyebilir(Stam, 2014: 231) Filmde müzik oryantalist doğu imgesini bilincimizde hemen uyandırıyor. Ayrıca ses efektleri yine bağrışarak hep bir ağızdan konuşan araplar şeklinde verilmiştir.
c)Mekanlar ve Temsil
Filmin anlatı yapısı içinde Doğu’nun mekansal ve zamansal temsili arasında kıyaslamalar yapılmaktadır. CIA ajanı Bob Barnes’in geldiği Beyrut ile Brayn Woodmanın geldiği Beyrut tamamen zıt yerlerdir adeta. Barnes’in geldiği Beyrut doğu temsilinin yoksul, fakir pis, kokuşmuş, esmer insanlar, çaresiz bakışlı kadınlar ve çocuklar, umutsuz erkekler imgelemiyle yüklenmiştir adeta. Batı’nın oryantalist söylemini somutlaştıran unsurlardır. Brayn ‘ın geldiği Beyrut ise doğunun parisi olarak adlandırılır. Petrol zengini araplar buradadır ekonominin kalbi burada atmaktadır aslında doğu zengindir ama bunu eşit paylaşmamaktadır arap emirleri. Film mekansal olarak birçok ülkede ve şehirde geçmektedir. Bu nedenle mekan vurgusunu Oryantalist bakış açısını açıklayabilmek adına Doğu ve Batı olarak ele alacağız. Doğuda geçen sahnelerde görüntülerin hareketli kamera ile sunumu mekânlar arası dengesizliğe vurgu yapmaktadır. Batı’nın yaşanmış bir gerçekliği yeniden sunma çabasında Doğu, ölümcül ve sırlarla dolu bir mekânı imgelemektedir. Filmin mekânlar arası kurgusunda Doğu ve Batı’nın dengesizliği filmin oryantalist sunumunu desteklemektedir.Filmde İran halkı, oryantalist temsilin haklılığını göstermek için, İran’daki mekânlarda huzursuz ve şiddet yanlısı bir karaktere sahip gibi sunulmuştur. Ayrıca namaz kılan dua eden ve vaaz verilen sahnelerde ki karakterlerin dini mekanlar ile birlikte sunumu terörist- islam oryantalist bakışın temsilidir. Filmin sonu yine burada dini grup içinden bir gencin körfezde ki petrol rafinerini patlatması 11 Eylül saldırısına bir gönderme niteliğindedir.Filmde her ne kadar Amerika’nın petrol üzerinde ki emelleri ifşa edilse de alt metinde yine aynı mesaj karşımıza çıkmaktadır. Edward Said’in Kipling’in şirinden yaptığı alıntıda bu niyetin görsel dünyadaki temsilini görürüz.
   Bu yol Beyaz Adamların aştıkları yol
   Bir diyarı arıtmaya giderken arşınladıkları yol
   Yer demir gökte asmalar
   İki yanda iki yar
   Rehber tutup seçilmiş yıldızımızı
   Adımladık bu yolu, ıslak, fırtınalı yolu.
   Ey dünya ne mutlu sana, Beyaz Adamlar omuz omuza
   Yollarını arşınladıklarında !(Said, 2005 :238)
Filmde verilen mesajlar açıktır: Doğuya müdahale edilmelidir. Çünkü Doğu işgal edilmeyi bekleyen, geri kalmış, barbar bir coğrafyadır.
d)Filmde Kadın Temsili
Filmde kadınlar çok az görülmektedirler ve edilgen bir konumdadırlar. Arap kadınlar Siyah çarşaflarıyla görülür. Batılı kadınlar ya üniversite bahçesinde ya da sokakta arka fon olarak kullanılmıştır. Brayn’ın eşi film boyunca dergi okuyan çocuklarla ilgilenen çalışan ama iş yerinde hiç görmediğimiz karakterdir. Eşini evde bekleyen kadın. İran da Emirin eşi de aynı şekilde çocuklarla gösterilir sadece uzaktan edilgendir. Filmde ataerkil güç temsili yoğun bir şekilde vurgulanmıştır. Petrol büyük bir güçtür ve bu petrole sahip olmak isteyen Amerika’dır. Bu hakimiyeti sağlama işi tüm stratejileri devreye sokma mücadele etme erkeğin görevidir. Erkek egemen güç ve petrol. Beyaz batılı erkek merkezdir ve kadın erkek olmayandır aslında. De Beavuvoir’e göre kadınlar ‘doğmaz, yapılır’ ; ataerkil güç, kaba biyolojik farklılık gerçeğini cinsiyet farklılıklarını üretmek ve hiyerarşi kurmak için kullanır (Stam, 2014: 181). Brayn Telefon konuşmasında da yine kadınların tepeden tırnağa siyah çarşaflar içinde olduklarını ve erkeklerin beş adım gerisinde yürüdüklerini anlatır. Şarklı kadın miti vurgulanmaktadır.




Karakterler
Bob Barnes (George Clooney)
Filmin ana karakteridir. Farsça bilen yıllarca orta doğu da başarılı hizmetlerde bulunmuş CIA ajanıdır. Amerikanın güveniliği için çalışır. Filmde; iktidarı zedelenmiş erkek figürünü temsil eder.
Brayn Woodman ( Mat Damon)
Bir ekonomi kanalında enerji analizleri yapan Brayn evli ve iki çocuk babasıdır. Çocuklarıyla ilgili düzenli disiplinli beyaz adamın temsilidir. Aile ile birlikte Arap Emiri’nin İspanyada düzenlediği partiye katılır. Oğlu Emirin havuzunda elektrik kaçağından dolayı ölür. mutlu giden hayatı bozulmuştur. Bu nokta da filmde doğuyla temas başladığında olumsuzlukların hatta ölümlerin meydana geldiği gibi bir sonuç çıkarılabilir. Emirin daha özgürlükçü olan oğlu olan Prens Nasır’a  mali danışmanlık yapar. Doğuya gelir ailesini ihmal etmeye başlar. Bir ara onları ziyarete geldiğinde sürekli orada ki işlerden bahseder eşi tarafından terk edilir. Doğuya tekrar gelir işler farklı bir yola girer Prens Nasır’a suikast düzenlenir prens ve ailesi ölür. Brayn çölde yaralı bir vaziyette yol alır. Ve evine döner çocuğunu kucaklar tekrar mutlu aile olurlar.
Bennett Holiday (Jeffrey Wright)
Whiting için çalışmaktadır. Beyaz patronların arasında ki tek siyahtır. Bir konuyu araştırmaktadır.
Prens Nasır (Alexander Sidding)
Emirin büyük oğludur. Daha özgürlükçü ve demokratik biridir. Amerika dış basında orta doğuya özgürlük diyerek gelecek emellerine kılıf uydurmasına rağmen küçük kardeşi Amerika ile iş birliğine hazır olduğu için Nasır ailesi ile birlikte öldürülür. Nasır biraz daha ılımlı ve iyi gösterilir ama öldürülür. Sağ kalan iş birlikçi Arap prens küçük kardeş olur.
Terörist müslüman arap. Çalışmak için orada bulunan kendi halinde iki genç cocuğu kandırır elinde ki devasa bombayı gösterir. Kardeşiz arkadaşız diyerek çocuklarla yakınlık kurar ve çocuklardan birini intihar bombacısı yapar. Temsil olarak keskin kanca burunlu kanduralı esmer kötü ve hain bakışlı Arap temsiline uyar.

Şarkiyatçılığın Bir Tezahürü SYRİANA  ve Edwar W. Said
İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları büyük ölçüde arttı. Kahire Tahran ve Kuzey Afrika önemli birer savaş alanıydı; bu dekor için de, Ortadoğu’nun tüm petrolünün, stratejik olanaklarının ve insan kaynaklarının sömürülmesine öncülük etmiş olan İngiltere ve Fransa’nın ardından bu kez de ABD, savaş sonrasında üstleneceği yeni emperyalist role hazırlanıyordu(Said, 2005: 308). 11).İkinci Dünya Savaşından bu yana özellikle de Araplarla İsrail arasındaki iki savaştan sonra, Müslüman Arap, Amerikan popüler kültüründe tanınan bir figür haline geldi.(Said, 2005: 298). Benzin pompasının önündeki Arap şeyhini resmeden karikatürler tekrarlanıp durdu. Ancak bu araplar açıkça ‘Sami’ydi: Keskin kanca burunlar, velfecri okuyan gözleriyle hain, bıyıklı suratlar, (büyük kısmı Sami olmayan bir halk) ‘Samiler’in eninde sonunda ‘bizim başımızın derdi olduklarını, bu belirli durumda da öncelikle petrol açığından ötürü bir ‘dert’ olduklarını anımsatan açık göstergelerdi.(Said, 2005: 299)
Filmde Emirin kendi ve hırslı pazarlıkçı oğlu terörist gruptan bazıları Said’in bahsetmiş olduğu 1973 yılında yaygınlaşan zengin ‘Arap’ mitinin yeniden üretilmiş halidir.
Edward Said’e göre Şark neredeyse tümden Avrupa’ya özgü bir buluştu. yine Said’e göre yarattığı Doğu üzerinden kendini tanımlamaktadır.Şarkiyatçılıkta “Doğu'yu adam etmek” en önde gelen amaçtır. Bir batılılar vardır bir de Şarklılar vardır. Batılılar egemendir, Şarklılara da birinin egemen olması gerekir; bu, çoğu zaman, topraklarının işgal edilmesi, işçilerinn titizlikle denetlenmesi, kişilikleri ile hazinelerinin herhangi bir Batılı gücün tasarrufuna girmesi anlamına gelir(Said, 2005: 45,46). Bu durum büyük bir güç olan ABD için herhangi bir ülke değil sadece kendinde toplanması demektir.
Filmde CIA ajanı Barnesa yeni görevi verilirken şöyle bir diyalog gelişir;
CIA Yöneticilerinden Biri : Hindistan artık müttefiğimiz, Rusya müttefiğimiz hatta çin bile    öyle olacak, sadece Pakistan ve Fas arasındaki ülkeler sorun ‘zayıf ülkeler zayıf ekonomiler’.Ama iran Amerika’nın doğal ve kültürel müttefiğidir. Artık İranlılar 8. yüzyılda yaşamak istemiyorlar. Öğrenciler yollara döküldü. Hatemi doğru yönde demeçler veriyor. Benim bilmek istediğim eğer enerji ambargosuna devam edersek, önümüzde ki günlerde karşımıza batı yanlısı işbirlikçi bir hükümet bulabilecek miyiz?
Bob Barnes                          : Elbette mümkün ama biraz zor.
CIA Yöneticilerinden Biri : Elbette by Barnes teşekkür ederim,
Bob Barnes                          : Bakın öğrencilerin yürümesine izin verdiler ama ertesi gün 50 gazeteyi kapattılar. Tepelerine bir iki uydu daha koyup batıyı izlettirerek Ayetullahın o insanlar üzerinde ki etkisini yok edebileceğinizi sakın düşünmeyin.
Diğer Ajan                           : Bay Barnes İranda bir devrim başkanın ortadoğu umutlarından biri değil. Amerika için önemli olan petrolün güven altında olması . Bu adamlar İÖH ‘den
İÖH Ajanı                            : İran Özgürlük Hareketinden  Bay Barnes.
Edward Said alıntılıyor: “Araplar şimdiye değin, disiplinli ve kalıcı bir birlik kurma becerisine sahip olmadıklarını kanıtladılar. Ortak heyecan patlamaları yaşarlar, ama sabır gösterip çoğunlukla gönülsüz katıldıkları ortak girişimleri sürdürmezler. Örgütlenme ile işleyişte eşgüdüm ve uyum eksikliği sergilerler. Ortak yarar ya da karşılıklı çıkar sağlayacak ortaklaşa hareketler yabancıdır Araplara ...” (Said, 2005: 324).

Filmde Brayn’ın Nasır’a işleri yürütmeyi bilmediklerini kendisi gibi iyi bir mali danışmana ihtiyacı olduğunu söyler. Kıvrak zekasıyla çabucak bir iki stratejiden bahseder ve işi alır.Said ayrıca,ırkçılıkla, kültürel klişelerle, siyasal emperyalizmle, Arapların/Müslümanların maruz kaldıkları insandan sayılmama ideolojisiyle oluşan ağın çok güçlü olduğunu savunur
Bunun bir örneğini Balfour ve Cromer’in şarkla ilgili görüşlerinde anlamak mümkündür. Bu görüşte şark için “mantıksız, ahlaksız/ günahkâr, çocuksu, farklı”terimleri kullanılırken Avrupalı için ise “aklı başında, erdemli, olgun ve normal”terimleri kullanılmıştır(Said, 2005: 49- 50) .
Brayn Beyrut’ta otele ilk geldiğinde telefonun diğer ucundaki kişiye ilk izlenimlerini aktarırken ‘ sıcaklık 51 derece erkekler beyaz elbise giyiyorlar. Bembeyaz lekesiz elbiseler, bunu hiç anlamıyorum sanki şöyle diyorlar  ‘çok sıcak ve çalışmak zorunda değilim’, bu giysiyle nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama onları beyzbol oynarken görmek isterdim.
Batılı beyaz sürekli batılı olmayanı tembel bir imgelemle sunmaya çalışmaktadır.

Filmdeki Petrol Temsili
Film boyunca petrol üzerine bir çekişme yaşanmaktadır. Ayrıca filmin Bir sahnesinde şarkı söyleyen John D. Rockefeller vurgusu vardır. Rockefeller, petrol endüstrisinin vaat ettiği geleceği ilk sezenlerden biridir.Bir komisyoncu olarak hayata atılan Rockefeller, daha sonra madencilik ve çelik işleriyle uğraştı. 1859'da bir arkadaşıyla Clark ve Rockefeller adını verdikleri bir kartel kurdu. İç savaş sırasında şirket gelişti. 1862'de kimyager Samuel Andrews'ın petrolü rafine etmenin daha iyi ve ucuz bir yolunu keşfettiğini duydu. Petrolün ileride ticari önem kazanacağını düşünen Rockefeller, şirketini satarak parasını Andrews'la birlikte Standard Oil Company adında yeni bir şirkete yatırdı. 1863'te ilk petrol rafinerisini kurdu. Rockefellerin’in dünyanın en zengini olmasını sağlayan petrol kuşkusuz ABD içinde güç mücadelesinde en büyük silahı olacaktır. Lakin tek hedef ortadoğu petroleri değildir. Filmler de sürekli Ortadoğu petrolüne hakim olma izlenimi yaratılmaktadır. Ortadoğu’yu kontrol eden; küresel petrol vanasını ele geçirmiş demektir; küresel petrol vanasını elinde tutan da en azından yakın bir gelecek için küresel ekonomiyi denetimi altına almış demektir.(Harvey, 2004:17).David harvey Armstrong tan aktardığı inceleme sonuçları şöyledir:
     
Plan, ABD’nin dünyayı yönetmesidir. Belirgin tema tektaraflılık olmakla birlikte, bütün öykü dünya egemenliğidir. ABD, ezici askeri üstünlüğünü sürdürmeye ve dünya sahnesinde bu güce meydan okumaya yeltenecek yeni rakipler ortaya çıkmasını
engellemeye davet edilmektedir. ABD, hem dostları hem de düşmanları üzerinde    hakimiyet kurmalıdır. ABD’nin daha güçlü ya da en güçlü olması gerektiği söylenmemekle birlikte mutlak olarak güçlü olması gerektiği ileri sürülmektedir.

Filmde Connex ve daha küçük olan Killen şirketinin  ile birleşmesi  ve ardından şirketin Connex Oil’in Ceo’su ‘Bu antlaşma ile ülke ekonomisine katkı ve petrol ürünleri tüketicisine mümkün olan en düşük fiyattan ürün sağlanması amaçlanmıştır’. şeklinde açıklama yapar.
En yüksek gelişme düzeyine ulaşmış kapitalizmin çok önemli bir özelliği birleşmedir, yani sanayinin çeşitli kollarının tek bir işletme içinde toplaşmasıdır.Birleşme, diyor Hilferding, fırsat farklılıklarını ortadan kaldırır, bunun bir sonucu olarak da, birleşmiş işletmelere daha güvenilir bir kar oranı sağlar. İkinci olarak, birleşme, ticareti tasfiye etmektir. Üçüncü olarak, teknik yetkinleşme sonuç olarak da ‘basit’ (yani birleşmemiş) işletmelere oranla daha fazla kar elde etme olanağı sağlar. Dördüncüsü hammade fiyatlarındaki düşüşün mamul madde fiyatlarında ki düşüşten geri kaldığı büyük bir çöküntü ( işlerin durması, bunalım) sırasında, onları rekabet savaşımında, ‘basit’ işletmelere göre daha kuvvetli kılarak, ‘basit’ işletmeler karşısında büyük işletmelerin durumunu pekiştirir(Lenin, 1992: 21)




Sonuç
Oryantalist söylem, sömürgeci (emperyalist), ekonomik ve politik güçlerle ilişkilidir.Bunun anlamı, ideolojik imgelemin de bu güçlerle ilişkili olduğu gerçeğidir.
Oryantalist etkiler film dilini oluşturan biçimsel özelliklerde; karakter özdeşleştirilmesi,nesneleştirme, görüntünün sürekliliği, kare ortalama, çerçeve uyumu, açı karşı açıların kullanımı, perdede olup bitenin belli bir görüş açısının değil de tarafsızca görüntüye alındığı yanılsaması yaratacak çekim teknikleri, kurgu ve filmin konusu, karakterler, filmde yer alan kurumlar, değerler ve diyaloglar gibi temaya dair sinemasal şifrelemelerde kendini göstermektedir.Her insan doğası gereği farklı özelliklere sahip olduğundan, tek tip insandan bahsetmek ne kadar güç ise düşüncelerin tek tipliliğinden de bahsetmek o denli güç olacaktır.Kültürlerin çeşitliliği insan topluluklarının birbirlerinden yalıtılmasından çok, onları birleştiren ilişkilere bağlıdır.Yine de, kültürlerin çeşitliliğinin insanlar tarafından çok ender olarak gerçek haliyle, yani toplumlar arası dolaylı ya da dolaysız ilişkilerin sonucu gelişen doğal bir olay olarak algılandığı açıktır; insanlar çeşitliliği daha çok bir yaradılış aykırılığı ya da bir skandal olarak gördüler.(Strauss, 1997: 24).
Emperyalizmin, iktisadi, siyasal ve askersel ilişkiler içinde, hala en büyük olduğunda kuşku yoktur. Yine de sona ereceği umudunu besleyebiliriz.(Said, 2010: 416).









 











KAYNAKÇA


Said, E. (2012) Şarkiyatçılık, İstanbul: Metis Yayınları

Said, E (2010) Kültür ve Emperyalizm, İstanbul: Hil Yayıncılık

Yetişkin E. (2010)  Postkolonyal kavramlar üzerine Notlar, Toplumbilim 16

Strauss C.L. (1997) Irk, Tarih ve Kültür: Metis Yayınları

Stam R. (2014) Sinema Teorisine Giriş: Ayrıntı Yayınları

Harvey D. (2004)  Yeni Emperyalizm : Everest Yayınları

Lenin V.İ. (1992) Emperyalizm

Fiske J.      (1996)   İletişim Çalışmalarına Giriş

Yaylagül L. (2006) Kitle İletişim Kuramları: Dipnot Yayınları

Ryan M. Kellner D. (2010) Politik Kamera: Ayrıntı Yayınları

Ekinci T. (2014) Atatürk İletişim Dergisi Makalesi