29 Mayıs 2015 Cuma

KİM BİR HİNTLİYE YİRMİ MİLYON VERMEK İSTER?

           KİM BİR HİNTLİYE YİRMİ MİLYON VERMEK İSTER?
                                                                              
                                                                                                            Beril Kızıltuğ*
            
            
  GİRİŞ
       Avrupa, kolonyalizm çağında deniz aşırı ülkelerde değişik maksat veya dürtülerle (medeniyet götürme, Hristiyanlığı yayma, itibar sağlama, yeni topraklar elde etme, alışveriş yapma) çeşitli adlar ve farklı statüler altında pek çok koloni kurmuştur. Bu kolonyalizmin ideolojik ve felsefi yanı yoktur. Koloni fikrinin temelinde metropolün menfaati vardır. Kolonilerin metropolle olan ilişkilerinde tam bağımlılık ve eşitsizlik ilkesi esastır. Bu bakımdan kolonilerin hürriyeti ve hükümranlığı söz konusu olmazken hâkimiyet kayıtsız şartsız metropole aittir. Bu tür koloniler, iyi ticaret yapmanın kanallarıdır. Sanayi devrimi ve seri üretim ile birlikte metropoller canavar edasıyla tırnaklarını kolonilere geçirmiş ve ham madde deposu olarak görmeye başlamıştır. İkinci dünya savaşından sonra Avrupa artık sömürgelerini siyasî ve askeri baskılar yoluyla sömürmekten vazgeçmiş, yeni sömürgecilik metotlarına başvurmuştur. Bunda, II. Dünya Savaşı’nın Avrupa’da neden olduğu siyasî ve ekonomik tahribat oldukça etkili olmuştur. Bunun sonucunda ise postkolonyalizm dönemi açılmıştır. Kolonileşme sonrası, sömürge sonrası anlamına gelen postkolonyalizmi anlamadan önce kolonyal dönemi anlamak gerekliydi.  Edwar Said’in 1978’de yayımladığı kitabı Oryantalizm adlı kitabı postkolonyal dönemi anlamanın çıkış noktası olduğu savunulur. Güçlü Avrupa imparatorluğunun ikinci dünya savaşından sonra parçalanması, sömürge sonrası dönemin yazınının ve hala süregelen eleştirilerin konusu olmuştur. Güçlü ile güçsüz, Batı ile Doğu, Şark ile Garp iyi ile kötü, zengin ile fakir bu gibi karşıtlıkların hepsi birbirini tanımlar. Herkesi kendine ötekinin üstünden bir anlam atfeder. Batı ile Avrupa arasındaki ilişkiyi tanımlamak için pek çok terim kullanıldı. Balfour ve Cromer’in tanımlamasına göre:
Şarklı mantıksızdır, ahlaksızdır(günahkardır), çocuksudur, ‘farklıdır’; buna karşılık Avrupalıaklı başında, erdemli, olgun, ‘normal’dir. Ama ilişkiyi daha canlı kılmanın yolu, her yerde, Şarklının farklı, ancak eni konu düzenli, kendine ait bir dünyada –kendi ulusal, kültürel, bilgisel sınırları, iç tutarlık ilkeleri olan bir dünyada- yaşadığını vurgulamaktı (Said, 1999; 49-50).

*Mersin üniversitesi radyo sinema ve televizyon bölümü yüksek lisans öğrencisi
         Cromer ve Balfour’un dilinde Şarklı yargılanan, ders kitaplarında incelenip tasvir edilen, insanların nezdinde ya da cezaevlerinde gözetim altında tutulan, resmedilen temsil edilen bir şey olarak betimlenir. Temsil kavramı burada önemli bir yerde durur. TDK’na göre temsil; birinin veya bir topluluğun adına davranma, belirgin özellikleri ile yansıtma, sembolü olma, simgeleme anlamına gelmektedir.(tdk.gov.tr) Doğu temsil edilir, çünkü doğulu kendi kendini yönetme özelliklerinden yoksundur. Oryantalist kültür olarak temsil edilen yerler, temsil edildiği noktada beklide oraya hiç gitmeden ayak basmadan yapılmıştır. Örneğin oryantalist kültürü temsil eden ressamlar beklide oraya hiç ayak basmadan kendi fantazyalarında kurgulayarak yeniden üretmişlerdir. İki net ayrım şeklinde doğu ve batı temsilleri yaratılmıştır ve biz kültürleri filmlerden izlediğimiz kadarıyla, edebi eserlerden okuduğumuz kadarıyla, masallardan dinlediğimiz kadarıyla öğrendik.

      Doğu ile Batı zihnimizde nasıl birbirinden ayrılıyor? Bu ayrımı yaratan, kodlayan bunu besleyen ve devam ettiren kimdir? Doğu zihinlerimizde gizemli, egzotik, gidip keşfedilmeyi bekleyen, mistik, olarak kurgulanmıştır. Batı bir yerde konumlanırken, Doğunun yeri tam olarak belli değildir. Bu anlamda Batı kendini merkez alarak doğuyu konumlandırmıştır. Kendini merkez alırken, Doğu’yu ötekileştirmektedir. Edward Said, Doğu’nun Batı’nın öteki imgelerinden biri olarak, Batılı öznenin düşüncesi, kimliği ve deneyimiyle kendini tanımlamasına yardımcı olan karşıt bir imge olduğunu belirtmiştir (Said, 1999). Said’in ifadesiyle Doğu ile ilgili metinler Doğu’yu yeniden yaratmıştır. Avrupalı için Doğu, Avrupa’nın bir icadı olup, eski çağlardan beri insanlarda hülyalar uyandıran, garip izlenimler yaratan, kendine has yaratıkları ve manzaraları ile fevkalade deneyimlere yok açan bir yerdir. Bu hülyalı egzotik doğuyu kitaplardan, Avrupa’lı entelektüel gençlerin sırtlarına çantalarını atıp keşfe çıktıkları doğu ülkelerinde başlarına gelen onca felaketi de filmlerden öğrendik. 
                                                                                                                                                                                             
    Ben ve diğerleri ayrımından hareketle dünyanın merkezine kendisini koyan Batı, Ortaçağ’dan Doğu kültürleri, medeniyetleri ve inançları doğrultusunda yönelttiği oklarıyla kendi Doğu’sunu oluşturmuş bunun neticesinde ortaya çıkan ve akla gelen bütün olumsuzlukların yüklendiği  Doğu imajını hayatın her sahasında kullanıma sokmuştur. Doğu dirlik düzen verilmesi gereken, bozuk, hastalıklı, korkutucu, olası tehditler barındıran ve kara suratlı insanların yaşadığı ama bir o kadar da güzel ve şehvetli kadınları barındıran bir yerdir. Batılı erkeklerin ağızlarının suyunu akıtacak kadar gizemli ve şehvetlidirler. Egzotik tatillerin baş kahramanı olan bu kadınlar başka bir makalede toplumsal cinsiyet bağlamında tartışılabilir. Bir kabileyi, bir milleti boyunduruk altına almak ve insanlarından, malından, zenginliklerinden yararlanmak ve gayrimeşru olarak ayrıcalıklı olmayı kabul etmek gaspçılığı kabul etmek anlamına gelir (Memmi, 2002). Sömürgeci ya da kolonyalist yanındaki yoksullukta neler olup bittiğine aldırış etmeden tertemiz takımının içinde içkisini yudumlarken bu sistemin içinde kendini temize çıkarıverir. Onun portresi genç, beyaz, nazik, dik, mağrur bakışlı ve görgülüdür. O, sömürge toplumuna ‘medeniyet’ getirmek için ordadır. Daha iyi yaşatmak için ordadırlar çünkü ötekiler kendi kendilerine yaşamayı beceremezler. Bu kendi kendine yaşamayı beceremeyen insanlar topluluğu Doğu ile adlandırılan ülkelerin toplumlarına üyedirler ve bu şekilde temsil edilirler. Kara suratlı, pis, hırsız, tecavüze meyilli, suça meyilli kişilerdir bunlar. Pek çok alanda bu kodlarla temsil edilmişlerdir. Bu kültürel temsiller bize toplumlar hakkında ve kendimiz hakkında bilgiler aşılar ve bu doğal bir şekilde süregelir.
      İncelemeye çalışacağım Slumdog Millionaire filmine geçmeden önce filmin geçtiği yer olan Hindistan ve tarihine biraz değinelim.

HİNDİSTAN
      Hindistan’ı işgal eden ilk Avrupalı güç Portekizlilerdir. 1498’de Vasco da Gama, Ümit Burnu’nu dolaşarak bugünkü Kerala eyaleti sahillerine ulaşmıştı. Bu yolun keşfi Portekizlilerin Hindistan ticaretini ele geçirmelerini sağladı. Bu yolun keşfi Portekizlilerin Hindistan ticaretini ele geçirmelerini sağladı. 1510’da Goa’yı işgal eden Portekizliler, İngilizlerin Hindistan’dan ayrılmasından 14 yıl sonrasına, 1961 yılına kadar burada sömürgelerini sürdürmüşlerdir. Portekizlilerin iki hususu sağlama almaya çalıştıkları görülür: Birincisi, elden geldiği kadar Hindistan'la Kızıldeniz arasındaki ticareti durdurmak veya zorlaştırmak; ikincisi ise Doğu ülkeleriyle (Hindistan, Mele Adaları, Çin vs.) Avrupa arasındaki bütün ticaret tekelini ele geçirmek. Bu amaç için Portekizliler bölgeyi kana buladılar, şehirler yakılıp yıkıldı. ‘Avrupa uygarlığı’ Hint Okyanusuna ulaşmıştı. Hindistan’daki ilk sömürge yönetimini İngiliz’ler 1612 yılında bir ticaret merkezi kurarak başlatmıştır. İngilizler için Hint kültürü, gelenekleri ve dini inançları önemsiz birer ayrıntıydı. İngilizlerin, düzenli orduları ve yetenekli politik danışmanları vardır. Böl ve yönet politikasını tam olarak uyguladılar.  Uzun dişli, sırtı dik, nazik politikacılar ülkeye ‘refah’ getirmişlerdir. Hindistan, tarih boyunca insanlık için bir cazibe merkezi olmuştur. Sahip oldukları zenginliklerle gerek insanlık tarihinin eski uygarlıklarının gerekse modern dönemin batılı sömürge imparatorluklarının iştahlarını kabartmıştır. Hindistan’ı işgal edenler iktidar sahibi olup giderek zenginleşirken Hindistan’ın kendisi giderek fakirleşmiştir. Hindistan’ı sömüren tek devlet İngiltere olmamakla beraber Batılı ülkeler arasında en kalıcı olan odur.
          Hindistan’da en büyük ekonomik gelişme 1960 sonlarında ve 1970 başlarında yaşanmıştır. Bu dönemde gıda üretiminde gerçekleştirilen büyük artış sayesinde sona erdirilmiştir. 1990’lardan itibaren internet devrimi ve bilgisayar yazılımlarıyla birlikte, Hintli yazılım mühendisleri dünyada söz söylemeye başlamışlardır.

     DANNY BOYLE’UN SLUMDOG MILLIONAIRE FİLMİ
     
FİLMİN KÜNYESİ
                  Slumdog Millionaire: Vikas Swarup’un Q and A adlı romanından uyarlanan 2008 yapımı Britanya yapımı bir film. Senaryo: Simon Beaufoy Yönetmen: Danny Boyle Görüntü Yönetmeni: Anthony Dod Mantle Müzik: A. R. Rahman Kurgu: Chris Dickens Oyuncular: Dev Patel(Jamal), Freida Pinto(Latika), Mahdur Mittal (Salim), Anil Kapoor, İrfan Khan Yapım yılı: 2008, Birleşik Krallık Yapımcı: Christian Colson Süre: 120dk. Dil: İngilizce, Hintçe

KARAKTERLER

 Jamal Malik: Filmde kapalı kaldığı tuvaletten dışkının içine atlayarak kurtulan ve bu şekilde hayran olduğu oyuncunun fotoğrafının imzalatmayı başarmış küçük çocuktan yine aynı cesaret ve yürekle büyüyen kendi yolunu çizen bir delikanlıya dönüşünü izlediğimiz Mumbai’lı Jamal Malik, annesinin ölümünden sonra abisiyle tek başına yaşamaya çalışır. Abisinin yolu ile kendi yolu ve seçimleri farklılaştığında tek başına devam etmeye karar verir. Küçüklüğünde zor zamanları beraber atlattığı Latika tek onun aşkıdır. Latika’yı zengin mafyanın elinden kurtarmak için her yolu denemiştir. Kim milyoner olmak ister yarışmasının bir yarışmacısı olarak tanıdığımız Jamal’in hayatını soruların arasında filme geri dönüşlerle izleriz.

Latika: Jamal’in aşık olduğu ve onun için her yolu denediği kızdır. Jamal ile Salim’in annesinin öldürüldüğü gün müslümanlara yapılan saldırıda kimsesiz kalmıştır ve yolları Jamal ile Salimle kesişmiştir. Salim’in türlü oyunlarıyla hayatının yönü değişen Latika ile Jamal yıllarca birbirinden uzakta bir hayat mücadelesi sürdürmüşlerdir. Hayatta bir çıkış yolunun kalmadığını düşündüğü zaman karşısına yeniden Jamal çıkmıştır. Latika filmdeki rolüyle kadınlığın her yerde zor olduğunu bir kere daha gösteriyor. Bekareti sayesinde en değerli hazine olarak görülüyor.

Salim Malik: Jamal’in abisidir. Küçüklüğünde de büyüdüğünde de yolu Jamal ile farklı olan Salim hep kendini kanıtlama çabasındadır. Yoksulluğundan belaya bulaşarak kurtulmaya çalışır, başka bir şansının olmadığını düşünür. Gözlerinin önünde arkadaşının gözleri kör edildiğinde masumiyetini kaybeder. Filmde daima Jamal’den baskın bir karakterdedir. Kardeşini kollar ama aralarındaki rekabet hiç eksik olmaz. Jamal’in aksine paraya ve gücü kendine hedef almıştır. Latika’yı kardeşiyle aralarına giren bir engel olarak gördüğü için onları ayırır. Sınıfsal konumu dolayısıyla duyduğu öfkeyi kendi sınıfındaki diğer insanlardan çıkartarak sınıf atlama arzusunu gerçekleştirmeye çalışır. Adam öldürür, haraç alır. Bu yolda her şeyi yapacak kadar gözü karadır.

ÖZET
      Vikas Swarup’un romanından uyarlanan Slumdog Millionaire filmi,  Kim Milyoner Olmak İster yarışmasıyla gündeme oturan Jamal Malik’in öyküsünü, hayat mücadelesini ve aşkına kavuşma savaşını anlatıyor. Yarışma programıyla koşut giden hayat hikayesini seyrederken Hindistan’ın toplumsal yapısıyla ilgili tespitleri de izliyoruz. Anneleri Hinduların Müslümanlara saldırmasıyla ölen Jamal ve Salim’in sefalet içindeki Hindistan’da yükseliş öyküleri, Jamal’in yarışmadaki yükseliş öyküsüyle birlikte aktarılırken; iki kardeşin ayrı yönlere giden hayat hikayesinin arka planı da oldukça zengin anlatılıyor. 

TEMA  
      İngiliz yönetmen Danny Boyle’un yönetmen koltuğuna oturduğu filmde bir Şark/Hindistan manzarası karşımıza çıkıyor. Yıllarca sömürge olan Hindistan’ın iç çatışmaları Hindularla Müslümanların çatışmaları, sefalet, açlık, pislik, kötü eğitim şartları filmde çokça sunuluyor. Batılı bakış açısıyla çekildiği besbelli. Nitelikli bir Avrupalının gözünden Hindistan resmediliyor. Onlarca nitelikli çalışan, akademisyenler altmış binin üzerine çıkamazken bir ‘sokak köpeğinin’ bunca soruyu bilip en yüksek ödülü kazanması kuşkusuz bir şans olmalıydı. Bilgisi değil yaşadığı olaylar ile soruları bilmesi de onun kaderi. Latika’ya ulaşabilmesi, bu hayattan kurtulabilmesi için program ve kazanacağı para onun şansıydı. Çünkü alt sınıftaki insanlar ya şansıyla kurtulabilir, ya çabasıyla ya da pis işlere bulaşarak. Filmde Gandhi’nin kim olduğunu bilmeyip, Benjamin Franklin biliniyorsa, gerçek Hindistan’ı görmeye gelen Amerikalıların arabası soyulduğunda hiç tepkisiz kalıp üstüne sende gerçek Amerika’yı göreceksin diyerek yüz dolar veriyorsa, filmde sömürgecilikten hiç bahsedilmiyorsa bir sorun var demektir. Filmin başkahramanı Jamal ve abisi Salim sınıf atlamak için iki farklı yolu seçen kardeşlerdir. İki karakter de Hindistan’ın Mumbai kentinin gecekondu semti Dharavi’den ve bu yaşamdan; üst sınıfa atlama arzusunu legal ve illegal yollardan elde etmeye çalışırlar. Film boyunca Hindistan’ın fakirliğine dair temsiller, yoksul semtler, yoksul insanlar, dilenciler, kontrolsüz kalabalıklar, geri kalmışlık, Batı’nın zenginliği ve gelişmişliği ile olan tezatı gözümüze sokmak istercesine tekrarlanır. Yalın ayaklı, yarı çıplak çocukların sokaklarda koşturduğu, çamur rengi bir nehrin etrafına kurulmuş derme çatma evler, çöplüğün yüzdüğü nehirde çamaşır yıkayıp çocuklarını yıkayan kadınlar, bu kentsel dokuyu geniş planlar, yüksek açılar ve uzun mesafeli çekimler Dharavi’yi olaylarla bütünleştirerek, belgesele yakın bir gerçeklik duygusu uyandırmaktadır. Arka planda gördüğümüz bu yoksulluk sömürüsü üzerine inşa edilen Doğu, filmin ilerleyen zamanı içerisinde gecekondu mahallelerinin metropole dönüşmesi, vitrinlerini plazmaların süslediği caddelerle Batı tipi ilerlemenin kaçınılmaz olduğu vurgusunu yapar.   Film 1947’lerde bağımsızlığını kazanan Hindistan’ın 2000’lerdeki halini gösteriyor. Yıkık dökük binaların ardında yükselen bu iş kulelerine dikkat çekiyor. Sömürgeden kurtulan Hindistan’ın küreselleşme karşısında boynunun bükük olduğunu gösteriyor. Soğuk bir kolayla kandırılan çocukları, Amerikan formatlı yarışma sayesinde bok çukurundan çıkan Jamal’i gösteriyor. Film Hindistan’ı mı anlatıyor yoksa merhametli Amerika’yı mı küreselleşmenin tek yürek tek millet tek din olma isteğini mi anlatıyor tartışılır.

1)      Filmin Açılışı
            Film, kim milyoner olmak ister adlı yarışmanın müziği ile açılır. Jamal Malik’in yirmi milyon rupilik ödülü nasıl kazandığı bir soru formatı şekliden seyirciye sorulur. Hile yaptı, şanslıydı, bir dahiydi, alın yazısıydı. Bu sorunun üstüne bir küvete doldurulan paraları görürüz. Bunun ne olduğunu sorularla koşut giden hayatında geri dönüşlerle izleriz. Program süresi dolduğunda hile yaptığını düşündükleri için Jamal’i karakola alırlar ve sorgulamaya başlarlar. Jamal’i burada yine üçüncü dünyaya ait olarak gösterilen bir şekilde sorgularlar. Elektrik verirler, nefessiz bırakırlar, döverler. Fiziksel ve psikolojik şiddet uygularlar. Onca soruyu bilmesini bir türlü kabul edemezler ve Jamal’in nasıl hile yaptığını itiraf etmesini beklerler. Jamal bitkin bir şekilde cevap verir; ‘cevapları biliyordum.’

2)      Jamal ve Salim’in çocukluğu
     Jamal ve Salim’in çocukluğuna dair ilk görüntü arkadaşlarıyla birlikte yasak bölge dedikleri askeri bir alanda beyzbol oynamalarıdır. Kendi kültürlerinden bir oyun oynadıklarını değil Amerikan kökenli bir oyun oynadıklarını görürüz burada. Sahne değişir Jamal’e yarışmada bir soru sorulur. Yine çocukluğuna döneriz. Küçük Jamal en sevdiği film artistini görmek için kapalı kaldığı baraka şeklinde su olmayan ‘ilkel’ olarak adlandırılabilecek bir tuvalette kapalı kamıştır ve buradan dışkının içine atlayarak kurtulur ve elindeki fotoğrafı imzalatmayı başarır. Jamal’in bu film sorusunu bilişinin hikayesi bok çukurundan kurtularak kendince kazandığı zaferdir. Jamal’in hikayesiyle yanıtlayacağı bir diğer soru dinle ilgili gelir ve geçmişini bir kez daha acı bir şekilde hatırlar. Jamal Salim ve annesi pek çok aileyle birlikte pis bir göldedirler. Kadınlar bu pis gölde çamaşır yıkıyor çocuklar oyun oynuyolardır. Yönetmen Hindistan’ın temizlik bakımından yetersiz olduğunu gösteriri seyircisine br bakıma çünkü modern dünyada hiçbir aile çocuklarını çamaşır yıkayan bir çamur gibi rengi olan bir gölde oynamaz. O gün Hindular Müslümanlara saldırır ve gölün başındaki insanlara da saldırırlar. Jamal ve Salim kaçarlar fakat anneleri öldürülür. Din savaşından doğan bir saldırıda masum insanlar öldürülmüştür. Jamal ve Salim o gece yakılıp yıkılan mahallerine korku dolu gözlerle bakar. O gece yalnız uyurlar Latikayla tanışmaları da o gece olmuştur. Jamal, Salim, Latika ve pek çok evsiz çocuk birer soğuk kolayla kandırılarak bir mafyanın toplama kampına alınır. Çocuklar burada barınıyor, besleniyor fakat dilendiriliyorlardır. Çocuklardan birinin gözünün kör edildiğini gören Salim aynısının Jamal’e de yapılacağını fark ettiğinde oradan kaçarlar Fakat Salim aralarına girdiğini düşündüğü için bindikleri trene Latika’yı çekmez elini bırakır. Latika geride mafyanın elinde kalır. Tren Hindistan’ın önemli bir kültürel temsilini sunar. Aslında bir modern gelişmedir. Trenin Hindistan için anlamı İngilizlerin sömürülerini kolaylaştırmak içindir. Jamal ve Salim için anlamı ise sadece kaçmaktır. Zorla güç bela atladıkları trende bilmedikleri bir yere doğru yol almaktır. Jamal’in programda bildiği bir diğer sorunun hikayesi şarkı söyleyerek iyi bir hayat kazanacağını umduğu kamptan öğrendiği şarkının yazarını çok uzun bir dönemden sonra kötü bir çocukluk deneyimiyle öğrenmesidir. Jamal ve Salim sürekli trenlerde çalışmış yeri geldiğinde hırsızlık yaparak karınlarını doyurmuş ve var olmaya çalışmışlardır.  Jamal ve Salim’in Tac Mahal’le tanışması da trenden atılmalarıyla omuştur. İkisi de büyümüşlerdir, İngilizce öğrenmişlerdir. Kendi aralarında da İngilizce konuşurlar ve turistlere rehberlik yapmaya başlamışlardır. Jamal İngiliz beyefendiliğindeki tarzıyla İngilizce konuşur ve turistlere rehberlik yapmaya devam eder. Tac Mahal’de tıpkı tren gibi filmdeki bir diğer önemli temsildir. Beyzbol oyunu, okulda Dumas’ın Üç Silahşörleri zorla öğretilmesi, coca colayla kandırılan çocuklar küreselleşmenin amansızlığını alenen gösteriyor. Burada bir kültürel karışma değil bir dayatma söz konusudur. Tam da burada melezleşmeye değinmek gerekir. Sanki doğal bir şeymiş gibi Hindistan’a sızan bu farklı kültür ürünleri insanları dönüştürmüştür. Melezleşme, dış gözlemcilerin kültürü sanki doğal bir şeymiş gibi oluşmasının yanında melez bireylerin ya anne babalarının farklı kültürlerden gelmelerinin bir sonucu olarak bu duruma gelmeleri ya da ihtida etme ya da tutsak düşme nedeniyle sonradan bu duruma geldiklerine dikkat çeliliyor (Burke, 2011). Filmde Tac Mahal yerel bir temsilken sahnelenen operalarla kültürel bir temsile dönüşüyor ve Jamal’in gizli gizli bunları izlediğini görüyoruz. Jamal, turist rehberliği yaparak kazandığı yüz doların üzerinde kimin olduğu sorusunu yine kötü bir deneyimiyle biliyor. Gözlerinin kör edildiği arkadaşına rastladığı bir gün ona bu parayı vermek istiyor ve üstünde kimin olduğunu arkadaşı ona söylüyor. Giderken Latika’nın da yerini söylüyor. Jamal ve Salim Latika’nın yerini buluyorlar fakat Salim onlara izin vermiyor ve Jamal yine aşkını kaybediyor.

3)      Jamal ve Salim’in gençliği
Jamal, Latika ile Salim’in izini kayettiğinden beri yıllar geçer ve bir Call Center’da çalışmaya başlamıştır. Call Center yine bu bağlamda bir kültürel melezleşme temsili olarak karşımıza çıkar. Küreselleşen dünyada devlet sınırlarının bir önemi kalmamıştır ve geleneksel üretim biçimleri yerini yüksek tekolojiye bırakmıştır. Hindistan’ın bir yerinde olan bu Call Center’ı İngiltere’den bir müşteri arayabiliyordur artık. Sınırlar artadan kalkmış Call Center’ın duvarlarını İngiliz bayrakları süslemiş ve gündemi İngiltere magazin dünyasındaki bir aktörün ilişkisinin bitmesi almıştır. Call Center küresel bir işletme olarak gösterilmektedir ve Jamal elinde çay bardaklarıyla içeride dolaşırken gösterilir. Ortama ayak uydurmuş, İngiltere gündemini iyi bilen çaycı Jamal’i bilgisayar başına geçip operatörlük yaparken de görürüz. Jamal, Salim’i bilgisayarda adını aratarak arar ve onu bulur. İki kardeş bir inşaatın tepesinde Hindistan’ a kuşbakışı bakarlarken birbirleriyle yüzleşirler. Salim bir mafyanın sağ kolu olmuştur. Eskiden yaşadıkları gecekondunun şimdiki hali olan işyerine bakarlar. Sadece orası değil neredeyse her yer iş yeri olmuştur. Küresel işletmelerle kaplı bir Hindistan manzarası sunar film bize. Jamal ve Salim’in çocukluk yıllarının görüntülerinde toz toprak açlık sefalet pislikten başka bir şey yokken şimdi değerli bir şeyi göstermektedir film bize. Sınırötesi şirketlerle kaplı bir Hindistan. Salim şuan dünyanın merkezinde Hindistan var der. O merkezin merkezinde olansa kendisinin olduğun söyler. Salim kraldan çok kralcıdır. Kendi köklerini yok saymıştır. Sınıf atlamak için kendi sınıfındakilerin üstüne basarak pis işlerin peşinden koşarak tıpkı işyerleri gibi yükselmiştir. Jamal tıpkı abisi gibi Latika’nın da izini bulmuştur. Abisinin yanında çalıştığı adamla birliktedir. Jamal Latika’ya kaçalım der ve her gün onu tren istasyonunda bekleyeceğini söyler. Tren kullanımını filmde hep bir kaçma aracı olarak görüyoruz. Jamal filmde cocukluğundan itibaren trenle hep bi yerle kaçmak zorunda kalmıştır ve Latika’yı ilk kaybettiği yerde Jamal’in bindiği trene Latika’nın binememesidir. Tren istasyonunda bu kez bir kavuşma olacakken yine bir ayrılık olur, Latika gelir fakat Salim ve adamları Latika’yı yakalarlar. Jamal filmde geri dönüşle yarışmada son soruya geçmiştir. Son soruya geçmeden program biter ve ertesi güne kalır. Jamal’in yakalanarak sorguya alındığı gün o gündür. Çünkü Hintli bir kimsesiz fakir eğitimsiz çocuğun bu kadar başarı gösterebileceğine kimse inanmıyordur. Jamal karakolda ertesi gün yarışma anına kadar işkence görerek sorgulanır. Hayat hikayesi ve kaderiyle soruları bildiğini polislere anlatır. Ertesi gün yarışmaya gittiğinde Latika ve abisi Salim Latika’yı kapalı tuttukları evde yarışmayı izliyorlardır. Jamal’in yarışmaya devam etmesinin tek amacı Latika’nın seyredebilme ihtimalinin olmasıdır. Salim kaldıkları evde Latika’dan yaptıkları kötülük için son bir özür diler ve onu bırakır. Bunun bedelini ödeyeceğini bilse bile son bir iyilik yapar. Artık bütün görüntüleri yönetmen bize eş zamanlı gösterir. Salimin ölümle kendini aklayacağı dakikaları, Latika’nın arabaya atlayarak program stüdyosuna varma çabaları, Jamal’in son sorusunu aynı anda izleriz. Salim ilk sahnede gördüğümüz görüntüdedir. Küveti paralarla doldurur ve içine girer. Mafya patronu Latika’nın kaçtığını öğrenir, Jamal son sorunun cevabını bilmiyordur çünkü Dumas’ın Üç Silahşörler’indeki silahşörlerin üçüncüsünün kim olduğunu hiç öğrenememişlerdir. Jamal sadece şansına güvenerek Aramis der. Aynı anda Mafya patronu banyoya girer. Jamal cevabını söyler. Salim patronunu öldürür ve patronun adamları tarafından o anda öldürülür. Jamal soruyu bilmiştir. Yirmi milyonluk ödülü kazanmıştır. Jamal Latika’yı tren istasyonunda beklemektedir. Kaçana kadar her gün bekleyeceğim dediği yerde bekliyordur. Latika gelir ve tren istasyonu filmde Jamal için ilk defa mutlu bir anını paylaştığı yere sahne olur.

          SONUÇ
        Sömürge halkının yaşadığı şehir aç bir şehirdir; ekmeğin, etin, ayakkabının, kömürün, ışığın yokluğunu çektiği şehirdir. Boş yerin olmadığı bir dünyadır orası, insanlar üst üste yaşar, kulübeleri birbirinin üstüne inşa edilmiştir. Orada rastgele doğar ve rastgele ölürsünüz (Fanon, 2004).
Rastgele doğmak ve ölmek, belki bu durumda söylenebilecek en doğru şeydir. Jamal ve Salim Hindistan’ın bir gecekondu köyünde belki rastgele doğmadılar ama Salim’in ölümü bile bile olmuş gibi gözükse de o hayatta belki de rastgeleydi. Filmde sunulan Doğu tahayyülü tıpkı bizim masallarda, edebi eserlerden öğrendiğimiz gibi işlenmiştir. Doğu Batı’nın öteki imgelerinden biri olarak sunulmuştur. Batı’nın doğruluğu, zenginliği, iyiliği, adaleti, olanakları ve gelişmişliği filmde gösterilir. Sanki Doğu’yu yerel karakterlerle gerçekçi bir hisle anlatıyormuş gibi yapar fakat alt anlamlara baktığımızda İngiliz yönetmen Boyle’un bakış açısı pek de objektif değildir. Hindistan’ı eskiden böyle kötü böyle pisti fakat işte şimdi küreselleştikçe Batı ile hemhal oldukça işte böyle iyileşmeye başlamıştır der. Film bize Gandhi’yi bilmeyip Benjamin Franklin diyen bir genç izletiyor. Film bize sömürgecilikten kurtulduğunu zannederken küreselleşme ile başka bir sömürge ağına takılan Hindistan gösteriyor. Film bize kurtuluş yolunu Amerikan yapımı bir yarışma ile sağlandığını gösteriyor. Bu kurtuluş yolunda da başrole bilgisi değil alınyazısı yardım ediyor. Film çekilirken kuşkusuz bir samimiyet vardır fakat burada yazılanlar bir görüştür bir analizdir. Filmin olay örgüsü sadece Hindistan üzerinden değil üçüncü dünya olarak adlandırılan diğer ülkeler için ve Türkiye içinde tanıdık geliyor. Filmin genelinde Avrupa kökenli kolonyalizmin ve sonrasında yaşananların etkileri açık bir şekilde görülmektedir. Said’in belirttiği üzere Batılı öznenin düşüncesi, kimliği ve deneyimiyle kurulan ve Batı’nın kendisini özne olarak tanımlamasına yardımcı karşıt imge Doğu tahayyülü, filmin odak noktasındadır. Hindistan’da sınıf atlamak ya da daha iyi bir hayat yaşamak bireysel insiyatiflerle mümkündür filme göre. Çünkü Doğu toplumlarında aslolan geri kalmışlıktır. Ne kadar çabalanırsa çabalansın Batı’yı örnek almadığı sürece yerinde saymaya devam edecektir. Doğu kavgacı, hırsız, Batı ise merhametli ve barışçıldır. Bunların tümünün kodlarını filmde görmemiz mümkündür. Doğulu ile Batılı insanlar arasındaki ayrımlardan biri de yarışmada sunulur. Programın sunucusu aslında eski şampiyondur ve beyaz bir adamdır. Nasıl olurda Hintli bir ‘sokak köpeği’ onunla aynı kefeye konulacaktır. Yarışmanın sunucusunun karşısında onunla aynı dili İngiliz edasıyla konuşan bir çocuk vardır. Fanon’un dediği gibi belki de Jamal de kendine bir yer edinebilmek için bir iş yerinde çalışabilmek için kendini iyi ifade etmesi için bir beyaz adam gibi konuşması gereklidir. Tıpkı Martinikli gencin Fransız Fransızcasını bilmesi gerektiği gibi Jamal’inde İngiliz İngilizcesi bilmesi gerekiyordu (Fanon, 1975). Fakat bu önemli değildir. Çünkü karşısında oturan çocuğun dersinin rengi farklıdır. Kaşı, gözü, saçı farklıdır. Farklılık fakat neye göre farkılıktır. Elbette ki Batılı insana göre bir farklılıktır. Batıda doğup büyümüş, rengi, dili, ırkı, kökeni ve dini ile yargılanmamış ve dışlanmamış bir insan tüm bu yazılıp çizilenleri okumadığı ve seyretmediği sürece bu ayrımcılığı anlaması mümkün değildir. Çünkü bu doğallık bizim içimize işlemiştir. Kendi dilimizde konuşurken öyle çok ayrım yaparız ki karşınızda oturan insan size bunu söylemedikçe anlamazsınız bile. Öyle ki bu sorunları konu edinen filmlerde bile alttan alta Avrupa ve Amerika hayranlığı vardır. Bunu direk gösterilmese bile çeşitli kodlarla gizlenir. Film boyunca Hindistan’ın geri kalmışlığını gösteren görüntüler; yoksul semtler, yoksul insanlar, dilenciler, insanı ürküten kalabalıklar, geri kalmışlık, Batı’nın zenginliği ve gelişmişliği ile olan karşıtlığı açıkça ortaya koyma yönünde bir rol üstlenmiştir. Film birbirine karışmışlıklarla doludur. Fakat kolonileştiren toplumlar nüfuz ettikleri toplumları alt üst etmişlerdir. Filmde yanlış bilinçten doğan bir kabul etme hakimdir. Yanlış bilinç toplumda geçerlilik kazanan ideolojinin devam etmesini sağlar. Bunun nasıl devam ettiğinin cevabı da hegemonyadır. Gramsci; hegemonyanın zor kullanma ve rızanın bir bileşimi aracılığıyla başarılan iktidar olduğunu söylemiştir. Gramsci, hegemonya kavramını toplumu yöneten elit bir azınlık grubunun toplumun diğer kesimleri üzerindeki ideolojik ve kültürel kontrolü olarak görmüştür (Yaylagül, 2008, 111). Sömürgecinin Hindistan üzerinde kurduğu hegemonya, rızayı beraberinde getirmiştir. Bu kabul etmişlik bir çıkış yolu, bir umut ışığı içindir. Filmdeki küçük çocuğun bayıltıp gözleri kör edilmeden önceki umudu şarkıcı olup zengin olmaktı. Salim’in mafya için çalışmasının nedeni zengin olup o hayattan kurtulmaktı. O ve onlar gibi beyaz olmayan insanların çoğu bir çıkış yolu için mücadele etmişlerdir. Bunca direniş bunca çaba bir hiç uğruna değildir fakat yanlarında kendi çabaları ve alınyazıları dışında bir şeylerinin olmadığının da sıklıkla altı çizilir.


KAYNAKÇA
1)      Temsil nedir? Erişim tarihi:17 Mayıs 2015, http://www.tdk.gov.tr
2)      Said, W. E. (1999). Şarkiyatçılık. ( B. Ünler çev ). Metis yayınlar
3)      Memmi, A. (2002). Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi. (Ş. Süer çev ). İstanbul: Versus Kitap
4)      Burke, P. ( 2011). Kültürel Melezlik. (M. Topal çev ). İstanbul: Asur yayınları.
5)      Fanon, F. (2004). Yeryüzünün Lanetlileri. (Ş. Süer çev ). İstanbul: Versus kitap.
6)      Fanon, F (1975). Siyah Deri Beyaz Maske. (C. Koytak çev ) İstanbul; Versus kitap.

7)      Yaylagül, L. (2006). Kitle İletişim Kuramları. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder