29 Mayıs 2015 Cuma

BAŞIMIZIN ÜZERİNE YAĞAN  “YAĞMURU BİLE”


                                                                                                Müge Şenol


Giriş


Emperyalizm çok temel bir düzeyde, sizin mülkiyetinizde olmayan, uzak, başka birilerinin yaşadığı ve sahibi başkaları olan topraklara yerleşmeyi, denetim altına almayı düşünmek anlamına geliyor. Sömürgecilik denildiğinde ise aklımıza gelen ilk şey, bir toplumun ya da devletin, başka toplum ve devletler üzerinde hâkimiyet kurarak; onları açık veya gizli yollarla sömürmesidir. Sömürgecilik ve emperyalizm kavramları sıklıkla birbirinin yerine kullanılmakta olup; emperyalizm kavramıyla genellikle Avrupa devletlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana devam eden yayılmacı faaliyetleri kastedilmektedir.Kolonyalizm ve emperyalizm sıklıkla birbirinin yerine kullanılabilmektedir. Ania Loomba’nın Oxford English Dictionary (OED)’den bize aktardığı ifadeye göre, kolonyalizm sözcüğü, çiftlik ya da yerleşke anlamına gelen ve başka topraklarda yerleşseler de Roma yurttaşı sayılmaya devam eden Romalılara gönderme yapan Latince colonia sözcüğünden gelir(Loomba,2000,18)
Loomba, bunlara bağlı olarak, modern dünyada, toprak işgalinin, maddi kaynaklara el konulmasının, emeğin sömürülmesi ve başka bir toprak ya da ulusun politik ve kültürel yapısına müdahale edilmesini kolonizasyon ile emperyalizm arasında ayrım yapılabileceğini ifade etmektedir(Loomba, 2000: 23).
Coğrafi keşif hareketleri ile başlayan maceraperestlik ve egemen olma duygularıyla dünyanın güzellik ve zenginliklerini ele geçirme istekleri emperyalist dönem sonrasında da devam etmiştir.1945 sonrasında ise, Büyük Devletler 2. Dünya Savaşı'nın sebep olduğu ağır tahribat ve sömürgelerindeki dekolonizasyon hareketlerine bağlı olarak sömürgelerini bırakmak zorunda kalmıştır. Avrupa devletlerinin başını çektiği Büyük Devletlerin 2. Dünya Savaşı'ndan sonra da çeşitli yollarla sömürgeci politikalarını gizleyerek sürdürdüğü döneme Postkolonyal dönem adı verilmiştir. Bu nedenle, kolonyalizm, başka insanların toprakları ve mallarının fethedilmesi ve denetlenmesi olarak tanımlanabilir. Fakat bu ifadeyle kolonyalizm yalnızca Avrupalı çeşitli güçlerin on altıncı yüzyıldan beri Asya, Afrika ya da Amerika’lara yayılmasını anlatmamakta; bu anlamıyla da insanlık tarihinin sürekli nükseden ve yaygın bir görünümünü aksettirmektedir(Loomba, 2000:19-20). Coğrafi keşifler, insanlık tarihine, hiçbir imparatorluğun ve hiçbir varlığın yapamadığı etkiyi yaparak, dünyanın çehresini tamamen değiştirerek bir devrimin başlangıcını teşkil eder. Yeni pazarlar elde etmek, altın ve hammadde kaynaklarını ele geçirmek hevesiyle harekete geçen, keşif ve istilâ ruhuyla yanıp tutuşan Avrupalılar, yepyeni bir ruh ve heyecanla dünyanın geri kalanını da göz koymuşlardır(Ferro, 2002: 24). Yeni topraklarda bir topluluk oluşturma süreci zorunlu olarak, orada daha önce zaten bulunan toplulukları bozma ya da yeniden oluşturma süreci anlamına gelmekte, ticaret, pazarlık, savaş, soykırım, köleleştirme ve isyanlar dâhil olmak üzere kapsamlı bir uygulamalar silsilesini içermektedir(Güngör, 2006: 5). Luraghi’ye göre; dünyayı uygarlaştırma inancı ve propagandasıyla sömürgeci yayılma sürüp gitmiştir. Sömürgecilik, bütün ilkel ve geri kalmış yapıları yok ederken; bu kültürlere onarılmaz zararlar açtığının da farkında değildir. Aynı zamanda, bağımsızlığın yitirilmesi, sömürülme, sömürge halklarını sefalete ve aşağılanmaya itmiştir(akt. Güngör, 2006:3).
İciar Bollain’in yönetmenliğini yaptığı “Yağmuru Bile” filminde, Cenovalı bir denizci olan Kristof Kolomb’un Latin Amerika’nın en yoksul ülkesi olan Bolivya’ya gelişiyle başlayan sömürgeciliğin, günümüzde nasıl bir hal aldığı ‘film içinde film’ yöntemiyle anlatılmıştır. “Yağmuru Bile” filmi Fanon’un “Sömürgeciliğin her çeşidi ikiz kardeşler gibi birbirine benzer, bize kalırsa. Aynı kutsal kitabın değişik yorumları gibi, her biri insan hayatını belki birbirinden az çok farklı cehennemler içine sokarlar, ama sonuç olarak cehennem cehennemdir. Hepsi birbirine benzer, çünkü hepsi aynı ‘kurban’ için, hepsi insan için kurulmuş tuzaklardır. Şu ya da bu yapıdaki sömürgeciliği belli bir soyutlama içinde ele almak eğilimi, çoğu zaman, asıl problemi, insanı layık olduğu yere koymak hükmündeki temel problemi gözden ırak tutmak amacını taşımaktadır(2014:93).” ifadeleri ışığında değerlendirildiğinde bu filmde de gösterildiği üzere, sömürgeciliğin değişen yapısının, insanın yaşam koşullarının daha da kötüleşmesinden farklı bir anlama gelmediği gerçeğini vurgulamamıza olanak sağlamaktadır. Film, yerlileri köleleştirme ve altını elde etme istemiyle hareket eden ‘sömürgeci elin’, günümüze gelindiğinde Cochabamba yerlisinin en temel ihtiyacı olan suya dahi uzanmasını konu edinmektedir. Said’in, Fanon’dan alıntıladığı;
“Yeryüzünün gerçekte, yerleşimsiz yeri bulunmayan tek bir dünya olduğu fikrini aklımda tuttum. Tıpkı hiçbirimizin coğrafya dışında ya da ötesinde olmaması gibi, coğrafya konusunda verilen mücadelelerden de hiçbirimiz tümüyle arınmış değiliz. Sömürgecilik ve emperyalizm, topraklarımızdan bayraklarını ve güvenlik güçlerini çekerken hesabı kapatmadılar. Kapitalistler yüzyıllar boyu, az gelişmiş dünyada suç işlemekten başka iş görmediler (2010:49)” bu ifadeler filmde görünürlüğü silikleşmiş ama aslında hala yaşamın her alanında varlığını sürdüren sömürü vaziyetinin bir tasavvuru niteliğindedir. Modern kolonyalizm fethettiği ülkelerden haraç, mal ve zenginlik toplamaktan daha fazlasını yaptı, fethettiği ülkelerin ekonomilerini yeniden yapılandırdı, kendi ekonomileriyle karmaşık ilişkiler içerisine soktu, böylelikle kolonileştirilmiş ülkeler ile kolonileştirenler arasında insan ve doğa kaynakları akışı başladı. Bu akış iki yönlü olarak cereyan etti, köleler ve sözleşmeli emeğin yanı sıra hammaddeler de metropolde yapılan ya da metropoldeki talebi karşılamak için başka bölgelerde yapılan mal imalatına aktarıldı ve aynı zamanda, koloniler de Avrupa mallarının alıcısı olan birer pazar sunmuş oldu(Loomba, 2000:21) Bu çalışmada “Yağmuru Bile” filminde eski- yeni sömürge biçimleri, sömürgeci ve sömürülen halk temsilinin filmde nasıl vücut bulduğunun izi sürülmeye çalışılacaktır.
Yağmuru Bile Filminin Künyesi
Yayın tarihi: 14 Ekim 2010 (Los Angeles, ABD)
Film müziğinin bestecisi: Alberto Iglesias
Oyuncu direktörleri: Eva Leira, Yolanda Serrano
                   Luis Tosar
                   Juan Carlos Aduviri
                   Karra Elejalde


Filmin Özeti
Icíar Bollaín'in yönetmenliğini yaptığı Yağmuru Bile, Bolivya'ya film çekmek için giden bir film ekibinin başından geçenleri anlatıyor. Yönetmen Sebastian (G.G. Bernal) ve yapımcısı Costa (Luis Tosar) Bolivya'ya vardıklarında, Kristof Kolomb'un keşfettiği Cochabamba'da sömürgeciliğe ve köleliğe ilk karşı çıkan rahipler Bartolome de las Casas ve Antonio Montestinos'un hayatını çekip bir an önce ülkelerine dönmek istemektedir. Ancak  bütçeleri çok kısıtlı olduğu için Costa normalde vinç vb. gibi araçların ve makinelerin yardımı ile yapması gereken işleri yerlilere yaptırır, figüranlara günlük 2 dolar gibi çok düşük ücretler öder ve çevresindekilere de bu durumu gururla anlatır. Cochabamba’da çekilen bu filmde Kızıyla beraber rol alan Daniel, aynı zamanda bölgede su sıkıntısı yaşayan halka gösterilerde liderlik etmektedir. Daniel, bu gösterilerden birinde tutuklanınca Costa rüşvet karşılığında onu hapisten çıkartır ve bir miktar para vererek film bitene kadar olaylardan uzak durmasını ister. Film bitiminde tekrar hapse döneceği üzerine de hapishane müdürüne söz verir. Çekimler bitince Daniel kaçar ve gösterilerde yaralanan kızını kurtarmak için karısı gelip Costa'dan yardım ister. Filmin başında yerlilere karşı daha duyarlı olan Sebastian, yükselen gerilim yüzünden bölgeden ayrılıp başka bir yerde kalan çekimleri tamamlamak için ısrar ederken, başlarda duyarsız olan ve paradan başka bir şeyi önemsemeyen Costa, Daniel'in kızını kurtarmak için isyancı halk tarafından kapatılan ve polisle çatışmaların yaşandığı mahallelere gider. Bir zamanlar altın için sömürülen insanlar şimdi su için sömürülmektedir. Filmin sonunda Costa hissettiği suçluluk duygusuyla Daniel’in kızının hayatını kurtarır.

Filmin Ana Karakterleri

Luis Tosar (Costa)
Kristof Kolomb’un Bolivya’yı işgalini anlatan bir film çekmek için Cochabamba’ya gelen set ekibinin yapımcısıdır. Filmin en başından beri bölgeye gelmesinin tek amacının para olduğunu söyleyen Costa, faydacı bir karaktere sahiptir. Kar elde etmek amacıyla yerlileri sette makinelerin yapması gereken işlerde bile kullanmaktadır. Hatta daha fazla para kazanabilmek adına  film dilinin İngilizce olmasını bile savunmaktadır. Ancak filmin çekimleri sırasında Cochabamba halkının direnişine şahitlik eden Costa yerlilere ve özellikle de Daniel’e tutumu nedeniyle vicdan azabı çekmektedir. Bu nedenle halk ve polis arasındaki gerginliğin artması ve çatışmaların yoğunlaşması sonucunda filmi yarıda bırakıp Cochhabamba’yı terk etmek üzereyken, Daniel’in eşinin, eylemler esnasında yaralanan kızı için yardım istemesi üzerine, bölgede kalıp küçük kızın hayatını kurtarmıştır. Filmde Costa karakteri hem yerli halkın emeğini ucuza alan bir emek sömürücüsü hem de son sahnede ‘kurtarıcı’ beyaz insanı temsil etmektedir.

Gael Garcia Bernal (Sebastian)
Sebastian filmin yönetmenidir. Para konusunda Costa’ya göre daha ılımlı görünmekte, ve Costa’yla filmin başından beri figüran olarak seçtikleri yerlilere daha insani koşullar sağlanması hususunda sıklıkla çatışmaktadır. Ama bunun yanı sıra filmin konusunu belirleyen tarihi olaylarla ilgili bilgisini sorgulamamakta ısrarcı davranmaktadır. Bu nedenle filmin senaryosundaki yanlışlıkları ve de eksiklikleri görmezden gelmektedir. Bu nedenle de setin ‘doğrucu’ kişisi Anton tarafından eleştirilmektedir.

Juan Carlos Aduviri(Hatuey-Daniel)
Filmin kişisi olarak Daniel çalıştığı filmdeki Hatuey rolüyle çatışır durumda değildir. Hem filmde 500 yıl önce yaşayan bir isyancıyı bir direnişçiyi canlandırmakta hem de kendi yaşamında Cochabamba’daki direnişin sözcülüğünü yapmaktadır. Bir dönem Amerika’da işçi olarak çalıştığı için sömürüyü ve sömürgeciyi yakından tanımaktadır. Bu nedenle film ekibinin faydacı davranışlarının nedeninin de farkındadır. Haklarını elde etmek hususunda kararlı duruş sergilemektedir. İnatçı bir yapısı vardır.

Karra Elejalde(Anton-Kolomb)
Anton filmin ilgi çeken karakterlerinden biridir. Kristof Kolomb’u canlandıran Anton çekmekte oldukları filmde hem Kolomb'un hem de din adamlarının diyaloglarındaki eksiklikleri eleştirmektedir. Doğruları söyleyen ve sürekli içen bir insan temsilidir. Hem film ekibinin figüranlara uyguladığı sömürünün hem de Cochabamba’da yerli halka yapılmaya çalışılanların en başından beri farkındadır.

‘Yağmuru Bile’ Film Çözümlemesi
Cochambamba’da Kristof Kolomb’un toprakları İsa adına ele geçirmesi kadar görünür bir sömürge sistemi olmasa da artık Daniel’in de ifade ettiği gibi sahipleri ülke dışında olan şirketler tarafından gerçekleştirilen hatta çoğu zaman ülke yönetimine ve yasalara da müdahil olabilen bir sömürge tahakkümü mevcuttur. Film, saati 2 dolara filmde yer almak amacıyla sırada bekleyen Cochabamba halkının görüntüsüyle açılmaktadır. Sonraki sahnede film ekibi arabada ilerlerken “ Costa’nın bildiği şey bu yerin karnı aç bir sürü yerliyle dolu olduğu ve bunun bir sürü figüran anlamına geleceği... Burada her şey için pazarlık yapabiliyorsun. Otel ulaşım yemek her şey için.  Hepsinin amacı para” cümleleri aslında sömürgecinin zihnindeki ‘yerli’ imgesinin, filmdeki bir ifadesi şeklinde yorumlanabilmektedir.


Kristof Kolomb’u canlandıran Anton “ Ben Kristof Kolomb Kral Aragon’lu Ferdinant’ın ve Castille’li Kraliçe Izabel’in sağ kolu ve sadık uşağı olarak ve İsa Mesih adına, ki o Tanrı’nın gerçek oğludur, bu topraklara ve denize ve içindeki her şeye el koyuyorum. Birlikte bizi bu zafer anına sağlıklı ve güven içinde getiren bakire anamıza teşekkür ederim” repliğine çalışmaktadır. Bu replik o dönemin Bolivyası’nda yerli halka sömürünün ve tahakküm altına alınmanın kabullendirilmesi aşamasında dinin, sömürüyü meşrulaştırmakta nasıl kullanıldığının bir tezahürü olarak aktarılmaktadır.  Filmin ilk sahnelerinde ilk iş olarak, devasa bir hacın, film çekiminde dekor olarak kullanılmak üzere helikopterle getirilmesi de bu duruma örnek teşkil etmektedir. Hatuey’in ve sömürüye karşı gelen, diğer isyancı yerlilerin yakılma sahnesinde “Sizden nefret ediyorum. Tanrınızdan nefret ediyorum. Hırsınızdan nefret ediyorum” şeklindeki repliği sömürgeciliği meşru kılacak hiçbir şeye tahammül edemediklerinin bir göstergesidir. Filmde canlandırılan Bartolomeo De Las Casas yerlilerin hem sömürgeyi Hristiyanlığın yerlilere kabul ettirilmesi hususunda şu açıklamaları yapmıştır:
“Bu halklar, kentleşmiş ve aklıselim sahibi olmakla övülen dünyadaki pek çok ulusa eşdeğer, hatta onlardan üstündürler, düzeyleri hiçbirinin altında değildir. Yunanlara ve Romalılara eşdeğerdirler, hatta kimi gelenekleri bakınından onlardan üstündürler bile.  Dolayısıylai içlerinden çoğu kimi bölgelerde iyi yönetilen bir cumhuriyetin siyasal mükemmelliğine heüz erişmemiş olsalar da ve bazı kötü görenekleri bulunsa da, yalnızca ahlaki doktrinimizi değil, Hristiyan dinimizi de benimsemeye son derece açıktırlar. Kızılderili uluslarda rastlayabileceğimiz kusurlardan, barbar ve ölçüsüz göreneklerden dolayı, onları küçümsememeliyiz. Ne kadar çok kötü yanı olursa olsun, hiçbir ulus İncil’e katılmaktan alıkonamaz. Dünyadaki ulusların çoğu hatta tümü, çok daha tutarsız, mantıksız ve yoldan çıkmış durumda olmuştur. Bizler bile putlara tapan atalarımız zamanında, İspanyamızın her yerinde yaşam biçimimizin barbarlığı ve göreneklerimizin sapkınlığıyla daha çok beterdik.” (Ferro, 2011:283-284)
Bu açıklamayla Bartolomeo De Las Casas Hristiyanlığı yaymak adına  gerçekleştirilen yayılmacılığın meşru olabileceği fikrini ileri sürmektedir. Ancak Hristiyanlık adına gerçekleştirilen bu yayılmacı hareketin insana zarar verme boyutuna gelmesine karşı çıkmaktadır. Bu hisleriniyse; Kızılderililere barış getirmeli ve onlara kutsal öğretiyi bildirmeliyiz. Ancak asla onlara zarar vermeden(2011:285) sözleriyle ifade etmektedir.
 Filmde, Kolomb, 14 yaşına girmiş her yerliden yuvarlak bir kolyenin içerisine altın doldurarak getirmesini istemektedir. Bu Kolomb’un ifadesiyle yerlilerin ödemek zorunda olduğu vergi yerine geçecektir.İlerleyen sahnelerde sıraya girmiş esmer tenli yerlileri görürüz. Sömürgeciler onlara altın doldurmaları için verdikleri bu kolyeleri istemektedir. Ancak kolyelerin kum dolu olduğunu gören sömürgeci, bir yerlinin kolunu kesmek üzere ağaç gövdesine yerliyi yatırır ve Kolomb’un emretmesi üzerine kolunu keser. Fanon sömürgecinin bu davranışlarının sebebini şöyle ifade etmektedir.


“Sömürgeciyle sömürülen arasındaki ilişki fiziksel kütle ilişkisidir. Sömürgeci sayı olarak fazla olan hasmına karşı kendi gücünü öne sürer. Sömürgeci teşhircidir. Güvenlik endişeleriyle sömürge halkına, “ Burada efendi benim” i yüksek sesle hatırlatır. Sömürgeci, sömürge halkında dışarıya çıkmasına izin vermediği öfkeyi canlı tutar. Sömürge halkı sömürgeciliğin sık dokunmuş örümcek ağı içine sıkışmıştır. Ama sömürgecinin içsel olarak sahte bir duyarsızlaşmaya ulaşabildiğini görmüştük(2007: 59).

Film ekibi de figüran olarak seçtiği yerli halkı kendi topraklarında köleleştirmesi ve düşük ücretlerle çalıştırması dolayısıyla karnı tok sırtı pek sömürgeci görünümündedir. Yemek masasındaki “İstersen masadaki yemeklerden artanları toplayıp plastik bir poşete koyup onları o zayıf çocuğa vermek için götürebilirsin. Bu yemeği bir aylık maaşlarıyla bile yiyemezler. Söylesene suyun ‘yaku’ demek olduğunu ne kadar hatırlayabilirsin?”
Sömürgecinin şehri insanın karnının tok sırtının pek olduğu bir yerdir, tembellik yeridir, karnı her zaman iyi şeylerle tıka basa doludur. Sömürgenin yaşadığı yer beyaz insanların yabancıların bölgesidir(Fanon, 2007: 45) diyaloğu bu görüşü destekler niteliktedir.


Bolivya: Cochabamba Su Savaşları ve “Yağmuru Bile”filmindeki Temsili
Bolivya’da 1990’ların sonunda suyun ticarileştirilmesi için somut adımlar atıldı. 1997-2001 döneminde Dünya Bankası ile yapılan çeşitli anlaşmaların gereği olarak ülkede çeşitli özelleştirme uygulamaları başlatıldı. 1999’da ilk su özelleştirmesi Cochabamba kentinde uygulamaya konuldu. Hemen ardından kent içinde ciddi bir toplumsal muhalefet örgütlenmeye başladı. 2000 Nisanında ise Cochabamba halkının isyanı tüm Bolivya’ya yayılarak büyüdü. “Cochabamba Su Savaşları” olarak tarihe geçen bu isyan döneminin hükümetin devrilmesine giden bir süreci başlattığı söylenebilir. 2006’da ülkenin ilk yerli başbakanı olan Evo Morales iktidara gelmiştir. Hareketin bir hukuksal kazanımı olarak, 2009 Bolivya  Anayasası’nına şöyle bir madde eklendi: “Herkes evrensel nitelikteki su hizmetlerine eşit olarak sahip olmalıdır. Su ve hıfzıssıhhaya erişim bir insan hakkıdır, imtiyaz veya özelleştirme konusu olamaz”
Dünyanın en büyük küresel su şirketlerinden ABD menşeli Bechtel 1999’da Cochabamba belediyesiyle su hizmetlerini yürütmek üzere bir anlaşma imzalamıştı. Özelleştirmeden kısa süre sonra suyun fiyatı %300 artmış, çoğunluğunu yoksul kesimin oluşturduğu insanlar kısıtlı bütçelerinde suya ayrılan kalem büyüdüğü için, hastaneye gitmek, beslenmek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmişti. Öyle ki  günde 2 dolar kazanan ailelerin aylık gelirlerinin dörtte biri su faturasına gidiyordu. Daha da kötüsü, bu artışın esas nedeni şirketin altyapı hizmetleri için gereken masrafları en başından vatandaşlardan çıkarmaya çalışmasıydı. Çaresiz kalan halk şebeke suyu dışında su kaynakları bulmak arayışına girdi. Yağmur suyu toplarayak ihtiyaçlarını gidermeye çalıştılar. Ancak Bechtel halkın topladığı yağmur suyuna bile gözünü dikerek, o suyun da kendi mülkü olduğunu iddia edip yağmur hasadını yasakladı(http://www.suhakki.org/2012/12/bolivya-ve-guney-afrikada-su-hakki-mucadeleleri/). İciar Bollain bu filmde yağmur sularının biriktirildiği kanalların ülke yönetimince yabancı bir şirkete satışının gerçekleşmesi olayını konu edinmiştir. Harvey’in ifadelerine göre; şimdiye kadar kamu hizmeti gören varlıkların şirketleşmesi ve özelleştirmesi (örneğin üniversiteler), her türden kamu hizmetinin (su, elektrik, telefon vs) özelleştirilmesi akımının dünyayı sarması, “ortak mülkiyetin” yeni bir “çerçevelenme “ akımına maruz kaldığının göstergesidir. Çevrenin bozulmasını  engellemeye ve emeğin korunmasına yönelik düzenleyici kurallar tek tek yok edilmiş ve bu da kimi hakların yitirilmesine yol açmıştır(2004 :132). Filmde, yerlilerin bu hakların ellerinden alınmasına rıza göstermediklerini ve canları pahasına yaşam gereksinimleri olan su için şavaştıklarına tanıklık ederiz. Harvey’in Roy’dan aktardığı üzere, özelleştirme esasen üretken kamu varlıklarının devletten özel sektöre  geçmesidir. Üretken varlıklar arasında doğal kaynaklar da bulunmaktadır. Toprak, orman, su, hava. Bunlar temsil ettiği insanların devlete emanet ettiği varlıklardır. Bunların yağmalanması ve özel şirketlere satılması tarihte benzeri görülmemiş barbarlıkta bir el koyma sürecinden başka bir şey değildir(2004:134). Suyun özelleştirilmesine karşı çıkan halk sokaklara dökülür ve hakkını aramaya başlar. Ancak her koşulda sömürgeciyi koruyan baskı unsurlarıyla karşı karşıya gelir. Sokaklar savaş alanına döner ve şiddetli çatışmalar yaşanır. “Sömürge dünyası ikiye bölünmüş bir dünyadır. Ayrım çizgisi, hudut, kışla ve karakollarla temsil edilir. Sömürgelerde, sömürgeleştirilenin resmi ve kurumsal muhatabı, sömürgecinin ve baskı rejiminin sözcüsü, polis ve ordudur” (Fanon, 2013: 44)
İciar Bollain bu filmde, halkın; bedel ödemeden kullanma hakkına sahip olduğu yağmur suyunun bile özelleştirilmesi ve yabancı şirketlerce aylık geliri 40 dolar olan yerli halka satılacak olması dolayısıyla topyekûn bir direnişin başladığı sahnelere geniş yer vermiştir. Yağmuru Bile’de,  filmin içerisindeki diğer kurmacada, Kolomb ve yardımcılarının zalim tutumlarına ve içinde bulundukları sömürü durumuna başkaldıran yerlilerle, yakın tarihte doğal bir yaşam hakkı olan su kullanımı için direnişe geçen yerlilerin kendini savunma görüntüleri birbiriyle paralel bir şekilde gösterilmektedir. Filmin son sahnelerinde, kurmacada 1511 yılında Küba'da isyan hareketi oluşturma suçuyla tutuklanmış ve yakılarak idama mahkûm edilmiş bir kızılderili reisi canlandıran ve gerçek yaşamında da direnişin sözcüsü olan Daniel’i tutuklamak üzere sete gelen polislere figüranların zihinlerdeki ‘kızılderili imgesine’ benzetilmek amacıyla koyu renge boyanmış tenleriyle ve geleneksel kostümleriyle saldırmaları ve polis aracını tersine çevirmeleri geçmiş ve yakın tarih arasındaki paralelliğin filmdeki yansımasıdır.
Hem rol gereği hem de gerçek yaşamında direnişin sözcüsü olarak resmedilen Daniel’in meydanda yaptığı konuşma metni şöyledir: “Bize rağmen nehirlerimizi satmaya devam ediyorlar. Kuyularımızı satıyorlar, göllerimizi satıyorlar. Hatta başımızın üstüne yağan yağmuru bile satıyorlar. Hem de kanunla! Yağmurumuzu satan kim! Hepsi Londra ve Kaliforniya’da olan şirketler. Bundan sonra neyimizi alacaklar? Nefesimizdeki buharı mı? Alnımızdaki teri mi? “ Vahruşev’in ifadesiyle Emperyalist dönemde sömürgeler, yalnızca avantajlı meta pazarları haline gelmekle kalmayıp, başlıca emperyalist güçler bakımından muazzam bir ucuz emek ve maddi rezervler kaynağı olduklarından sömürgelerde ve yarı-sömürgelerde yaşayan halkların köleleştirilmesi ve sistemli bir şekilde talan edilmesi, emperyalizmin en tipik belirtilerinden biri olmuştur (1978: 17). Bu düşünceden hareketle sömürgeci ve onun ulusal sınırlar içerisindeki temsilcileri  tahakküm uygulamakta onlara yardımcı olabilecek ve çıkarlarını sürdürmelerine engel olmayacak şekilde yasalar çıkartarak kendilerini korurlar ve halkı daha da fakirleştirip kendilerine muhtaç bir hale getirirler. Ayrıca; her yerdeki emperyalist idareciler, ulus tarafından kontrol edilmenin yükünü dayanılmaz bulmakta ve tahakküme yönelik bir tehdit olarak görmekteydiler(Arendt, 2014:29) Bu durum filmde bir yöneticinin şu diyaloglarında vücut bulmuştur: “Bazı fanatiklerin çaresiz insanları kışkırtıp kendilerine nam yapmak için kullandıkları bir mazeret. Kaynakları kısıtlı bir ülkeyiz. Yabancı yatırımlar olmadan su dağıtımını idame ettirmek çok zor. Halkımız, hükümetin parayı ağaçta yetiştirdiğini sanıyor. Geçmişlerindeki sömürücülük de göz önüne alınınca güvensizlik genlerine yerleşmiş bir durumda. Karşılıklı sonuca varmak epey güç. Özellikle böylesine cahillerken. İşte globalleşmiş bu dünyada yerliler su faturalarını yakıp, polise taş atıyorlar. Çağdaşlığa karşı mağduriyet inancı…”
Filmin sonunda halkın öfkesi giderek tırmanmaktadır. Artık bu sömürü zulmüne başkaldırmak için sokaktadır. Film ekibi Cochabamba’da kalmanın tehlikeli olduğu düşüncesiyle bölgeden ayrılmak üzereyken  Daniel’in karısı Costa’ya kızının eylemlerde yaralandığını söyler ve yardım ister. Bunun üzerine Costa Cochabamba sokaklarında ilerlerken görüntülerde çatışmaların yaşandığı anlara tanıklık ederiz. Bu yolculuk sonunda Costa küçük kıza ulaşır. Ve son sahnede ‘emperyalizmin her türlüsünün artık bu bölgeden çekilmesi gerektiğini’ vurgular.


Sonuç


Bu film aynı topraklarda farklı zamanlarda yaşamış yerli halkların, 500 yıllık bir zaman diliminde, farklı sömürge biçimleriyle mağdur edilmesini konu edinmektedir. Filmde değerli madenleri ele geçirmek amacıyla Cochabamba’ya gelen sömürgeci günümüze gelindiğinde en temel ihtiyaç olan suyun bile yerli halkın elinden alınmasında ve ona tekrar satılmasındaki cürettin ifadesi mevcuttur.
Bu çalışmada yerlilerin yaşadığı ve sinemaya temsilen yansıtılan eski-yeni sömürgecilik biçimleri postkolonyal teori bağlamında incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmada ayrıca sömürgeci ve sömürülen arasındaki tahakküm ilişkisi irdelenmeye çalışılmıştır.

Kaynakça:


Arendt, H. (2014). “Emperyalizm”. (Çev. B.S. Şener). İstanbul: İletişim Yayınları


Ferro, M. (2002). “Sömürgecilik Tarihi (Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine 13. Yüzyıl-20. Yüzyıl)”. (Çev. M. Cedden). Ankara: İmge Kitapevi  


Franz, F. (2007). “Yeryüzünün Lanetlileri”. (Çev. Ş. Süer). İstanbul: Versus Yayınları.


Franz. F. (2014). “Siyah Deri Beyaz Maske”. (Çev. C. Koytak) Ankara: Versus Yayınları.


Harvey, D. (2004). “Yeni Emperyalizm”. (Çev. H. Güldü). İstanbul: Everest Yayınları.


Loomba, Ania. (2000). “Kolonyalizm Postkolonyalizm. (Çev. M. Küçük). İstanbul: Ayrıntı Yayınları


Said,E. (2010). “Kültür ve Emperyalizm”. (Çev. N. Alpay). İstanbul: Hil Yayınları.


Vahruşev, V. (1978). “Yöntemleriyle ve Manevralarıyla Yeni Sömürgecilik”. (Çev. C. Aslan). İstanbul: Konuk Yayınları.


Güngör, F. (2006). “Sömürgeciliğin Evrimi”. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Dumlupınar Üniversitesi. Kütahya


Tatar.T (2011). “Sömürgecilik ve Kızıl-Kara Katliam”. İstanbul: Sosyoloji Konferansları Dergisi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder