Kader Çetintaş / YL-RTS-1304
Dr. Altun
Post-Kolonyal Sinema
10 Haziran 2015
ÜÇÜNCÜ
SİNEMA ÜZERİNE “GÜNEŞE YOLCULUK”
Özet
Bu çalışmada Güneşe Yolculuk (Yeşim Ustaoğlu, 2000) üzerinden Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya
Sineması tartışılacaktır. Bu bağlamda “Güneşe Yolculuk” filmi üzerinden Türkiye
sinemasında Üçüncü Sinema’nın etkisi ve sonuçları değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: Üçüncü Sinema, Üçüncü Dünya
Sineması
Giriş
Türk Sinema’sında Üçüncü Sinema örnekleri daha çok
sisteme karşı, anti-emperyalist, devletin ulus konusuna yaklaşımı ve mahalefet
eden filmlerdir. Güneşe Yolculuk (Yeşim
Ustaoğlu) filmi de Üçümcü Sinema
örneklerinden biridir. Siyasal bir film olan Güneşe Yolculuk, 90’larda
Türkiye’de Kürt olmak konusunu ele almıştır. Batılı olmasına rağmen esmer ve
yoksul oluşuyla Kürt sanılan Tire’li Mehmet ile doğudan Zorduç’tan olan kürt
Berzan’ın hikayesi anlatılır. Film konusu nedeniyle tartışlamalar neden olmuş,
yasaklanmıştır. Bu yönüyle film, devlet politikalarıyla mücadele eden, korsan
çekilen, dağıtımı ve gösterimi de korsan yapılan bir Üçüncü Sinema örneğidir.
Üçüncü
Sinema
Solanas
ve Getino’ya göre; manifestoda Birinci
Sinema temel olarak Amerikan sineması ya da çok bilinen adıyla Hollywood
sineması olarak görülse de, bu sinemanın dünya ölçeğinde bir sinema olduğunu
vurgulanarak bütün ülke sinemalarını egemenliği altına aldığı da belirtilir. Başka
bir deyişle, Birinci Sinema popüler sinemadır ve örnekleri bütün ülkelerde
görülmektedir, hatta 1969’da var olan sosyalist ülkelerin bile bundan
kaçamadığı vurgulanmaktadır. Ülkelerin sinema tarihlerinin ilk evresi hemen
hemen önce Fransız olmak üzere Avrupa, daha sonra da Amerikan sineması
taklitleriyle doludur. Daha sonra ortaya çıkacak olan akımlar ve ulusal sinema
çalışmaları ayrı tutulmak kaydıyla günümüze kadar da bu etki sürmüştür. Dağılan
sosyalist ülke sinemaları da Amerikan sinemasının etkilerine karşı koymak
yerine onun yöntemlerini benimseyip popüler sinemayı tercih ederek, birkaç
örnek dışında ticari filmlere yönelmişlerdir(Odabaş, 2013:16). Birinci
Sinema, Amerikan film endüstrisi tarafından empoze edilmiş modeldir;
Bondarçuk’un Savaş ve Barış(SSCB, 1967) filminde bile egemenliğini ortaya
koyan, İkinci Dünya ülkelerinde de boy göstermeye başlayan Hollywood sineması
aynı teklifleri sunar. Amerikan modelinin değil de dilini taklit etseler bile,
sinemanın sadece seyir olarak algılandığı yerlerde, izleyici ile film arasında
özel bir ilişki oluşturan bir ideolojiya hizmet etmektedir(Chanan’dan Akt.
Odabaş, 2013:17).
Solanas
ve Getino’ya göre; bizim Birinci Sinema
adını verdiğimiz bu sinemaya karşı ilk alternatifler, “auteur sineması”, “ifade
sineması”, “Fransız yeni daldası”, “sinema nova” (yeni sinema) olarak bilinen
sinemalardır, ki bunlara da diğer bir deyimle İkinci sinema diyoruz. Bu
altarnetif çıkışlar sinemacı için standart olmayan bir dille kendini ifade etme
özgürlüğü talep ettiği ve bir kültürel sömürgesizleştirme girişimi olduğu
ölçüde bir adım ilerisi anlamına gelmekteydi. Fakat bu tür girişimler, sistemin
izin verdiği sınırlara zaten ulaştılar ya da ulaşmak üzereler. İkinci Sinema
yönetmenleri, Godart’ın dediği gibi “kalenin içinde tuzağa düşürülmüş” olarak
kaldılar ya da bu yolda ilerliyorlar. Arjantin’de 200 bin izleyiciden oluşan
bir pazarın araştırılması, bu rakamın bağımsız olan yerel bir ürünün
harcamalarını karşılayabileceği hesaplanmaktadır. Sisteme koşut olarak, fakat
onun kendi normalarına göre dağıtımın yapıldığı endüstrüyel bir üretim
mekanizmasının kurulmasına çalışmak, sinemayı koruyan yasaların
iyileştirilmesini ve kötü yöneticileri daha az kötülerle değiştirmeyi
amaçlamak, tutarlı görüşlerden yoksun olmaktır. Eğer tutarlılıktan, yeni
sömürge ya da kapitalist toplumun genç, öfkeli kanadı olarak kurumsallaştırmak
anlaşılmıyorsa. (akt. Odabaş, 2013:19)
Glauber Rocha, 1965 denemesi
“Açlığın Estetiği” (şiddetin estetği): Birçok kişi tarafındna Üçüncü Sinema
manifestolarını başlatan kişi olarak görülür. Rocha’ya göre film geleneksel
kalıpların dışına çıkmalıdır. Açlık ve şiddet sinemada yansıtılmaldır: bunun
için ihtiyaç duyulan tek şey “elde bir kamera ve kafada bir fikirdir”.
Üçüncü Sinemaya Doğru
Üçüncü
sinema terimi ilk defa Solanas ve Getino’nun ünlü “üçüncü sinemaya doğru” manifestolarında
kullanılır. Manifestoda Kızgın fırınların saati (la hora de los
hornos,1968)’nin gösterim sürecinden yola çıkmışlardır. Bu film Grupo Cine
liberacion tarafından gizlilik içinde çekilmiş ve gösterilmiştir ve Peronist
muhalefet desteğiyle yapılmıştır. Yazarlar,
emperyalist güçlerin bilim sanat kültürü sinemayı ekndi ideolojielrini
yaymak için kullandıklarını bunun karşısında Üçüncü Dünya uluslarının devrimci
bilim sanat kültür sineması olması gerektiğini savunurlar.
Getino ve
Solanas Üçüncü Sinema’yı anlatırken, tam olarak birinci, ikinci ve üçüncü dünya
terimleriyle örtüşmeyen Birinci sinema, İkinci sinema ve Üçüncü sinema
terimlerini kullanırlar. Birinci sinemayı oluşturan Hollywood sinemasidır ve
her yönüyle sistemin emrindedir: üretim, dağıtım ve gösterim sadece ticari
odakldır. Seyirci pasif ve tüketici
nesne olarak görülür, bu olguya karşı çıkmak ve seyirciyi aktif bir katılımcı
haline getirmek Üçüncü sinemanın en önemli özelliklerinden biri olacaktır.
İkinci sinemayı oluşturan ise, Yeni Dalga ve Brezilya’daki Yeni Sinema’dır.
Bunlar Hollywood’a göre daha ileri bir adımda olmalarına rağmen üretimi finanse
edebilmek için sistem içinde çabalamaya başlamışlardır yani Hollywood’a karşı
çıksalar da sisteme karşı çıkan ve kitleleri karşı çıkmaya kışkırtan filmler
olamamışlardır. Solanas ve Getino’ya göre bu akımlar “kalenin içinden tuzağa
düşürlmüşlerdir”. Ayrıca Birinci ve
İkinci Sinema deyince bunların birinci dünya ve ikinci dünyayla örtüşmemesi de
Üçüncü Sinemanın da sadece üçüncü dünyayla kısıtlı olmadığını göstermektedir.
Üçüncü Sinema’yı Birinci Sinema’dan ayıran en önemli faktör Birinci Sinema’nın
seyirciyi içinde bulunduğu pasif durumdan çıkarıp aktif hale getirmektir. Birinci
Sinema’nın tüketim odaklı ideolojisi, sinemayı pasif bir seyirlik olarak
konumlar. Oysa Üçüncü Sinema’da seyrici gösterim sürecinin bir parçasıdır.
Solanas ve Getino militan sinemalarını gerilla sineması olarak adlandırırlar ve
üretim, dağıtım şekliyle ticari sinemadan tamamen ayrılırlar. Film yapım grubunun içinde gizlilikle
yürütülmeli ve belli bir disiplin içinde gerçekleşmelidir. Üretim ve dağıtım
koşulları sıkı bir şekilde tanımlanırken filmin estetik boyutu devrimci amaçlar
doğrultusunda olmak dışında bir koşula bağlanmamıştır. Anlatım serbesttir,
yalnızca seyiri aktif hale getirilmedilir. Anlatımda devrim yapılması zorunlu
görülmez yalnız önemli olan seyriciyi mücadelede aktif bir hale getirmektir.
Mükemmel Olmayan Bir Sinema
Küba anti-emperyalist devrimi
yapmayı başaran sayılı ülkelerden biri olarak 1959 ardından Küba Film Sanatı ve
Endüstri Enstitüsü kurulmasıyla daha özgür bir ortam ortaya çıkmıştır, üslupsal
çoğulculuk ve sanatsal özgürlüklerden yana olmaya teşvik edilmiştir. Julio
Garcia Espinosa (1969 – Mükemmel Olmayan Sinema için), Kitleler tarafındna
üretilmesi gereken sinema elit kesim tarafından tüketilmektedir ama sanat,
meslek olmaktan çıkıp kitleler tarafından yartıldığında tam anlamıyla bir
estetik etkinlik olacaktır. Espinosa’ya göre mükemmel olmayan sinema sadece
kötüyü göstermekle kalmayıp bunun sebeplerini de ele almak zorundadır.
Emperyalizmi reddeden, onun kötü olduğunu söylemekle yetinen filmler yeterli
değildir. Bu Solanas ve Getino’nun yaklaşımıyla aynı yöndedir, onlara göre de
sinema görünenin ardındakini ifade etmenin yolunu aramalıdır.
60’lı yılların sonlarına doğru,
aktivizm bir yeni alanlarda ve çoğu ülkede yoğunlaşmaktayken, alternatif bir
sinema inancıyla yola çıkan Fernando Solanas ve Octavio Gettino, hazırladıkları
bir manifestoyla “Üçüncü Sinema” hareketini başlatmışlardır. Arjantin’de 66’da
çıkan darbeden sonra, “Kızgın Fırınların Saati (LeHora de los Hornos-
1968)” belgeselinin ardından manifestolarını yayınlayan ikili; sınıf, dil, ırk,
cinsiyet ve din ayrımlarına karşı toplum bilincini yükseltecek,
anti-emperyalizmi savunan, mutlak güç yapılarını eleştiren filmler yapmayı amaç
edinmiştirler. Üçüncü Sinema hareketinin adı, “Birinci Sinema” olarak da
adlandırılan, ticari amaçlı endüstriyel sinema, yani bir nevi “Hollywood” sinemasına,
ve sanat kaygısını yansıtan ,”İkinci Sinema” olarak adlandırılan Avrupa Sinemasına
karşı, alternatif bir devrimci-politik sinema hareketi düşüncesinden
gelmektedir. Bu akım, yalnızca Solanas ve Gettino’nun manifestoyu yayınladığı
Latin Amerika’da değil, tüm dünyada, özellikle Afrika, Filistin, İran ve Afgan
sinema akımlarında da etki bırakmıştır. Üçüncü Sinema, militan ve politik
tutumuyla liberal Hollywood ve bireysel avrupa sinemasına karşıdır. Maddi
kaygılara meydan okuyan ve kolektif yapının öneminin altını çizen Üçüncü Sinemacılar,
devrimci atmosferi filmlere adeta enjekte etmişlerdir.
Üçüncü Sinema’nı kökleri, Üçüncü Dünya ülkenin İkinci Dünya Savaşı
sonrası gerçekleştirdikleri anti-emperyalist mücadeleye dayanır. Üçüncü
Sinemacılar Hollywood’un pasif izleyiciyi eğlendirmeye dayanan sineması ile
Avrupanın birey odaklı sinemasını içinde bulundukları toplumsal mücadelede
işlevsiz ve hatta zararlı görmüş, bunu yerine daha miltan ve politik bir
sinemayı savunmuştur. Teorilerini çou zaman çektikleri filmlerle destekleyen
Fernando Solanas ve Octavio Getino ya da Garcia Espinosa gibi yönetmenler,
devrimci mücadelenin içinde bu mücadeleye destek olacak bir sinemnın teorisini
oluşturmaya çalışmışlardır. Üçüncü Sinema teorisi, başlanlangiçta Avrupa ve
Amerika merkezli sinemacılar tarafından önemsenmemişse de, 1980’lerden itibaren
sinemanın politik işlevine yaptığı vurgu ile dikkat çeker oluştur. Ne var ki,
yeni yorumlar gerek Üçüncü Sinema’nın coğrafi sınırları ve kapsamı gerek
biçimsel özellikleri konusunda olsunfarklı yaklaşımlar getirmiştir(Çetin-Erus,
2007:19,20). Üçüncü Sinema coğrafyalarla tanımlanan bir sinema değildir;
bu öncelikle kendi sosyalist bakış açısıyla tanımlanan bir sinemadır(Wayne,
2011:9).
Üçüncü Bir Sinemaya doğru isimli
Solanas ve Gettino’nun beraber kaleme aldıkları ‘Üçüncü Sinema Manifestosu’,
Arjantin’in, diğer Latin Amerika ülkelerinin ve genel olarak bütün Üçüncü Dünya
ülkelerinin, sömürgeciliği atlatmış olsalar dahi, kültürel ve ekonomik olarak
yeni-sömürgeciliğin etkisi altında olduğunu savunur. Dünya çapında bir
özgürleşme hareketi Üçüncü Dünya’da şekillenecek, kültürün sömürgecilikten
kurtulması ‘Ernesto Che Guevara’nın sembolü olduğu yeni insanın’ mücadele
içerisinde oluşması sayesinde olacaktır. (Solanas ve Gettino)
Üçüncü
Sinema’yı Üçüncü Sinema ile Üçüncü Dünya Sineması arasınada çizilen
paralellikten kurtarmak için Birinci ve İkinci Sinema’ya ilişkin daha ayrıntılı
ve karmaşık açıklamaya gereksinim duyuyoruz. Üçüncü Sinema, Üçüncü Dünya
denilen alanla sınırlandırılmamalıdır. Birinci, İkinci ve Üçüncü Sinema’lar
coğrafi alanlar değil, ama kuramsal yapılara/çalışma pratiklerine, ilişkili
estetik stratejilere ve onlarla ilişkili kültüeül politikalara işaret eder. Bu
nedenle eğer Birinci ve İkinci Sinema’ları karmaşıkları içinde anlarsak, Üçüncü
Dünya’da Birinci ve İkinci Sinema’lara ve Birinci Dünya’da Üçüncü Sinema’ya
sahip olduğumuzu anlamaya daha fazla hazır oluruz(Wayne, 2011:16).
Kültür,
sanat, bilm ve sinema her zaman birbirine zıt sınıf çıkarlarına yanıt verir.
Yeni-sömürgeci durumda, iki kültür, sanat, bilim ve sinema anlayışı
birbirleriyle ekabet eder: Egemenlerin anlayışı ve ulusun anlayışı. Ve bu
durum, ulusal anlayış egemenlerinkiyle birleşmediği, sömürge ya da yarı sömürge
statüsü zorla sürdürüldüğü sürece daima devam edecektir. Dahası, yalnızca
insanın en iyi değerleri yasaklanmaktan kurtulup eğemenlik sağlayabildiğinde ve
insanın özgürlüğü evrensel olduğunda bu ikiliğin üstesinden gelinecek ve tek ve
evrensel bir kategoriye ulaşılacaktır. Bu arada, bizim kültürümüz, ve onların
kültürü, bizim sinemamız ve onların sineması vardır. Bizim kültürümüz
özgürleşim yönünde bir itici güç olduğu için, özgürlük bir gerçeklik olana dek
var olacaktır: Kendisiyle birlikte bir yıkım sanatını, bilimini ve sinemasını
taşıyacak bir yıkım kültürü(Odabaş, 2013:167).
19.
yüzyıldan bu yana sanat tarihinde defalarca yeniden tanımlanan gerçekçilik
kavramı, Türkiye'de edebiyatta olduğu gibi sinemada da “toplumsal gerçekliğe
uygunluk” yani genel olarak “gerçekte olana sadık” anlamında yüzeysel bir
şekilde algılana gelmiştir. Dünyadaki çeşitli gerçekçi akımlardan beslenen bu
anlayış uzun zamandır hem eleştiride hem de sanatsal üretimde etkilidir. Öyle
ki sinemada gerçekçi örneklerin azlığı ya da üretilen eserlerin gerçekliğe
yeterince sadık olmaması, neredeyse yalnızca piyasa koşulları ve talepleriyle
açıklanmıştır. Türkiye sinemasının bir yüzü, sinema salonlarında ve sonraki
yıllarda televizyon kanallarında görece daha fazla seyirciye ulaşmış olan
melodram türü ise, diğer yüzü de auteur sineması (yönetmen sineması) oldu. Ender
örneklerine sıkı sıkı tutunulan gerçekçi sinema ise Türkiye'de bağımsız bir
sinema arzulayanların hayaleti olageldi.
Üçüncü
Sinema tutkuludur, öfkelidir, mizahidir ve her zaman karmakarışıktır. Yine de
kuram düzeyinde Üçüncü Sinema, azgelişmişliği karşısında gelişmeye gereksinim
duyan; karışıklık ve yanlış anlama karşısında netlik gereksinimi duyan; rekabet
eden ve gerçekten düşman kuramlar ve politikalar karşısında savunma gereksinimi
duyan bir anlayıştır(Wayne,
2011:14).
Üçüncü Sinema başından itibaren,
örneğin Birri tarafından, Birinci ve İkinci Sinema’nın yalnızca reddi değil,
dönüşümü olarak anlaşıldı. “Ticari sinema kendi izleyicisini, işleyen bir
yöntem sayesinde kazanmıştır. Bunu destekleyemeyiz. Dışavurum sineması en iyi
yönetmenleri kullanır ve izleyici kitlesine tepeden bakar. Bunu da
desteleyemeyiz. Bir kez daha, sanat ile endüstri arasındaki karşıtlık çok kötü
bir biçimde çözülür, ancak bu durum, dışavurum sinemasının izleyicisini
oluşturan seçkin azınlık için geçerli değildir, çünkü böylesi bir çözüm onlar
için mükemmel bir biçimde tatmin edicidir(Birri’den Akt. Wayne, 2011:16).
Üçüncü Sinema’yı Birinci ve İkinci
Sinema’nın analizi içinde genişletmek aynı zamanda bir karşı-hegemonya hareketi
olarak görülmelidir(Wayne, 2011:17).
Üçüncü
Sinema, politik olarak egemen sinemaya (ve İkinci Sinema’ya) karşı olduğu
halde, biçim ve sinema dili düzeyinde, ne sinemayı sıfırdan yeniden yaratmaya
çabalar (buna tarihte çok ilgi duyulmuştur); ne de biçim konsunda tam bir
muhalefet konumunu benimser; bunun yerine Birinci ve İkinci Sinema ile ilişkisi
diyalektiktir; yani bu sinemaları yalnızca reddetmek yerine onları dönüştürmeye
çalışır; toplumsal dünyanın bu sinemaların bastığı ya da dolaylı yoldan kabul
ettikleri yanlarını, boğulmuş potansiyellerini ortaya çıkarmak için çabalar;
Üçüncü Sinema pozitif, yaşama onaylayan ve eleştirel olanı, Birinci ve İkinci
Sinema’dan ayırmaya ve onların daha geniş, toplumsal bağlamda bir anlatım
kazandırmaya çalışır kii bu da Üçüncü Sinema’nın büyük avantajıdır(Wayne, 2011:20).
Üçüncü
Sinema’nın modern sanat/aktif izleyici ilişkisinde gerçekleştirdiği dönüşüm,
ikisini de koparılmış oldukları daha büyük toplumsal mücadeleler içine yeniden
yerleştirir, böylece aktif izleyici artık saf olarak estetik bir etkinliğe
dahil olmaz. Daha geniş toplumsal bağlantıları işaret eder(Wayne, 2011:22).
Üçüncü
Sinema için, incelenmesi gereken kilit ilgi alanlarından biri, baskılanan ve
sömürülen insanların bu durumun farkına varmadıkları ve bununla ilgili bir
şeyler yapmaya kara verdikleri süreçtir. Birri’ye göre devrimci bir sinema her
şeyden önce izleyicide politik bilinci uyandırmaya çalışan sinemadır(Wayne, 2011:26).
Üçüncü
Sinema’nın başlıca hedeflerinden biri, izleyicini bilişsel ve entelektüel
güçlerini harekete geçirmektir. Willemen’in bize anımsattığı gibi “kültür
endüstrisi duygusallığı düzenlemede aşırı derecede ustalaşırken, anlama arzusunu
kasıtlı olarak azaltır”
(Willemen’den Akt.Wayne, 2011:29).
Üçüncü
Sinema hem kültürel üretimin özgül anlamında (örneğin şarkı, dans, tiyatro,
ritüeller, sinema, edebiyat) kültüre aşinalığıyla ve yakınlığı ile tanımlanır.
Dahası Üçüncü Sinema, kültürün nasıl politik mücadele alanında bulunduğunu
araştırır. Tarih, sömürgeciliğin ve emperyalizm ekonomik kaynaklarla birlikte
kontrol etmeye çalıştığı ilk alanlardan birinin, değerlerin ve inanışların ve
kimliklerin oluşturduğu ve yeniden-oluşturduğu alan olan kültür olduğunu
göstermiştir. Yine de Üçüncü Sinema yerli kültürün dar görüşlü bir savunusu
değildir: onun sınıfsal farklara ve enternasyonalizme gösterdiği dikkat buna
karşı savunmaya yardım eder. Fanon sömürgecilerin kültürünün eleştirel olmaya
özümsenmesine karşı uyarıda bulunduğu kadar, yerli kültürün eleştirel olmayan
övgüsüne karşı da uyarıda bulunur(Fanon’dan
Akt. Wayne, 2011:34).
Birinci dünya
olarak kabul edilen ülkeler gelişmiş ülkeler olarak nitelendiriliyordu ve Pazar
ekonomisini uyguluyorlardı, ayrıntılı olarak sıralarsak bu batılı dünyada ABD,
Kanada, Batı Avrupa, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve tartışmalı ülkeler
olarak da İsrail ve Güney Afrika vardı. Bu ülkelerin nüfusu dünyanın beşte
birini oluşturuyordu ve dünyanın tüm hâsılasının yaklaşık % 60’ını ellerinde tutuyorlardı.
Bunun dışında o dönemde sosyalist ülkeler yer alıyordu, bu ülkeler planlı
ekonomiyi uyguluyorlardı, Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa, Çin ve Moğolistan,
Kore, Vietnam ve Küba’yı içeriyordu. Dünyanın nüfusunun üçte birini
oluşturuyordu ve dünyanın tüm hâsılasının yaklaşık yüzde otuzunu alıyorlardı.
Geriye de Üçüncü Dünya kalıyordu, bunlara gelişmekte olan ya da azgelişmiş
ülkeler deniyordu ve yine Pazar ekonomisini uyguluyorlardı, Latin Amerika,
Asya’nın geri kalanı ve Güney Afrika hariç bütün Afrika’yı içeriyordu. Bu
ülkeler dünyanın yüz ölçümünün yarısına yerleşmişlerdi dünyanın nüfusunun
yaklaşık yarısını oluşturuyorlardı, tüm hâsılanın ise yalnızca yüzde 12’siyle
yaşamaya çalışıyorlardı. Buradan yola çıkıldığında Üçüncü Dünya ülkelerinin
rejimlerinin bağımlı ve emperyalizmin boyunduruğunda olan ülkeler olarak
nitelenmesi durumu ortaya çıkıyordu. Çünkü büyük çelişkilerin olduğu bu
toplumlarda azgelişmişlik isyanı teşvik ediyor, isyan ise iktidarın şiddetine
maruz kalıyordu. Bunun sonucunda zaten kıt kaynaklarının sömürgeci ülkelerle
işbirliği altındaki iktidarlar tarafından bir kısmı kendilerinde kalmak üzere
bağımlı ekonomik yapılarının sonucu olarak büyük oranda sömürgeci ülkelere
gönderilmesi nedeniyle halk içinde genel memnuniyetsizlik ve aşırı belirgin
eşitsizlik sürekli gerilim üretiyordu. Tam da bu noktada özellikle batılı
eğitim almış ve işbirlikçi (çoğunlukla batılı bir ırktan gelen) yönetici elit
kesim, sömürgeci ülkelerden halkı stabilize etmek ve koşulları sürdürebilmek
için i) zoru uygulayacak insanları nasıl yetiştirecekleri bilgisi (ABD’nin
Latin Amerika’da sömürgeleri devraldığı dönem sonrasında, zor aygıtının
yöneticileri zaten ABD’de yetiştiriliyorlardı) ve zoru uygulayacak silahlar
ithal ediliyordu. Aslında hiçbir zaman merkezi iktidarların şiddeti halkın
itaatiyle, kendiliğinden kabulüyle olmaz, her zaman isyan vardır, merkezi
iktidarın dışa bağımlılığı vardır(Zahit Atam’dan Akt. Odabaş, 2013:10-11)
Üçüncü
Sinema, sömürge sonrası kuramla ve onun melezliğe ilişkin ana anlayışının sınırlarını
sezer ve bunlara değinir. Sömürge sonrası kuram aslında çok az pratik
uygulaması olan ve büyük ölçüde akademi içinde ortaya çıkmış bir kuram,
eleştrel sözlüğünde sınıf bulunmadığı için kendi sınıfsal kökenlerini reddeden
bir söylemdir. Üçüncü Sinema ise tersine bir kuram ve uygulamadır; uygulama
olarak somut politik mücadeleler içinde yaşamları ve özgrlükleri çoğu kez risk
altında olmuş entelektüelleri içermiştir. Bir kuram ve uygulama olarak Üçüncü
Sinema, kendi sınıfsal köklerini şaşırtıcı bir kendini yansıtmayla göstererek
entelektüellerin konumunu hem emperyal metropol kültürü, hem de onların altında
kitleler açısından sorgulamıştır(Wayne,
2011:35).
1950’lerden
başlayarak giderek şiddetlenen isyanlar ve ülkemizin yakından bildiği “Tam
Bağımsızlık” talepleri dünyanın üçte birinin en tartışmalı sloganı haline
gelmişti. Bu ülkelerde mücadeleye koşut olarak güçlü ve etkili bir sinema
doğdu, bu sinemaya genel olarak Üçüncü Dünya Sineması adı verildi. Günümüzde
Üçüncü Dünya haklarının ve onların emperyalist ülkelerdeki yandaşlarının
anti-emperyalist mücadeleleri, dünya devriminin eksenini oluşturuyorlar. Üçüncü
Sinema, bize göre, bu mücadelenin içindeki, zamanımızın en büyük kültürel,
bilimsel ve sanatsal manifestosunu yazmaktadır, yani başlangıç noktası olarak
her insanla özgür bir kişilik yaratma olasılığını, diğer bir deyişle kültürün
sömürgeciliğin-egemenliğinden-kurtarılmasını kendine hedef koyan ve bunun için
mücadele eden sinemadır. Bu yaklaşım içinde olan 20’den fazla ülkede ulusal
sinema inşa edilmeye çalışıldı, batıda ilgiyle karşılandı, ancak kendi
ülkelerinde siyasi iktidarın yoğun baskısıyla karşılaştılar, bu nedenle daha
doğuşundan militan ve yeraltı sineması oldu.
Üçüncü Dünya
sinemasının yükselişi ve duraksamaları, bu ülkelerdeki siyasal mücadelelerle
yakından ilişkilidir, bunun da ötesinde söz konusu ülkelerdeki siyasal
mücadelelerin bir parçasıdır. ABD’ye karşı verilen bağımsızlık mücadeleleri
tekelleşen Hollywood’a karşı mücadeleye ve Hollywood’un batı merkezli ve
üstünlükçü söylemine karşı, kendilerini, yani kendi azgelişmişliklerini veri
alan ve ulusal bir onuru korumak ve bağımsız olarak ayakta kalma mücadelesinin
parçası olmaya sürüklemiştir Üçüncü Dünyayı. Bu anlamda bu tarih siyasidir,
iktisadidir, sosyolojiktir ve tarihsel bir seyir izlemektedir(Armes, 2011:23)
Güneşe Yolculuk
Türk sinemasının kaynağına, tarihsel
gelişimine, toplumsal çalkantılarla birlikte ne gibi değişmeler yaşandığına
bakılması “yeni” olanın ne olduğunun açığa çıkması bakımından önemlidir.
Ülkemizde sinema, son yıllarda genç kuşaklar ve aydınlar arasında artan
bir önem kazandı. Sinemaya olan ilgilinin özellikle 70’li yıllarda son derece
yoğunlaşmasının çeşitli nedenleri vardır. Sinema Türkiye’de uzun yıllar boyunca
egemen siyasal ve toplumsal değerleri yansıtmıştır. Şimdilerde ise sinemanın
düzenin devamı için olduğu kadar, alternatif bir düzenin kurulması amacıyla da
etkin bir araç olarak kullanılabileceği anlaşılmış oluyor. Bu bağlamda,
sinemadan kendi görüşleri doğrultusunda yararlanmak isteyen farklı çevreler,
film üretme konusunda oldukça ciddi girişimlerde bulunuyorlar. Yani sinema,
artık, salt bir eğlendirme aracı görünümünden çıkmıştır. Düşünce iletme aracı
yönü ağırlık kazanmıştır. Anlatım olanakları son derece gelişkin çağdaş bir
sanat olan sinemanın, bir toplumun içindeki çalkantıları yansıtmada ya da çözüm
yollan önermede kullanılmak istenmesi yadırganmamalıdır. Nitekim, Yılmaz
Güney’in değişik içerik ve biçim denemeleri kitlelerden yankı buldu. Yeşilçam’m
içinden ve dışından pek çok kişiyi etkiledi. Onun filmlerinin sinemamıza
kazandırdığı yeni soluğun sürmesi beklenirdi. Ama bu, koşullann elverişliliğine
karşın gerçekleşmedi. Çünkü; sinemaya özgü anlatım olanaklan ve onların etkili
kullanım yolları bilinmeksizin sinemadan beklenen yararlan sağlamak olası
değildir(İri, 2011:25)
Yeşim Ustaoğlu, sinemaya 80’lerin
sonunda kısa filmler yaparak başlar. İlk filmi ‘İz’den sonra çektiği ‘Güneşe Yolculuk’ filmi ile insanı merkeze alır
ve toplumsal konulara eğilir. ‘Güneşe Yolculuk’, toplumsal tarihimizin bir
dönemiyle hesaplaşır, yüzleşir. Bu toprakların en büyük sosyal sıkıntılarından
bir olan türk kimliği- kürt kimliği ve etrafındaki sorunları ele alır. Filminde dışlanan grubun bireyi
olarak Berzan bulunduğu kenti değiştirse bile toplumsal önyargılardan kurtulamamış
ve hayal ettiği özgürlüğe kavuşamamıştır.
Güneşe
Yolculuk’ta (Yeşim Ustaoğlu), sular idaresinde çalışan ve İzmir Tire’li bir
olan Mehmet, sokakta müzik kasetleri satan bir Kürt olan Berzan’ı, İstanbul’da
milliyetçi bir grubun elinden kurtarır. Mehmet ve Berzan arkadaş olurlar.
Mehmet koyu bir ten rengine sahiptir ve bu nedenle Kürt olduğu sanılmaktadır.
Kız arkadaşı Arzu bir çamaşırhanede çalışmaktadır. Berzan’ın Irak sınırı
yakınlarında bir köy olan Zorduç’ta bir sözlüsü vardır. Mehmet otobüsteyken
oturduğu yerin yakınlarında bir silah bulununca polis tarafından yanlışlıkla
gözaltına alınır. Onun bir tür terörist olduğunu düşünen polisler Mehmet’i
döverler. Ellerinde herhangi bir kanıt bulunmadığından Mehmet’i bir hafta sonra
serbest bırakırlar. Ama o şimdi mimlenmiş biridir. İşini kaybeder, yaşadığı
evin kapısının üzerine boyayla bir kırmızı çarpı işareti çizilmesinin ardından
ev arkadaşları evi terk etmesini isterler. Bir sonraki işini de bir kırmızı
çarpı işareti nedeniyle kaybeder. Bu sırada Türkiye’de siyasi durum kötüye
gitmektedir. Kürt mahkûmlar açlık grevi yapmaktadır. Aranmakta olan Berzan tutuklanır.
Polis tarafından gözaltında tutulduğu sırada ölür. Yakın akrabası olmamasına
rağmen Mehmet’e, Berzan’ın cesedini bir tabutun içinde almasına izin verilir.
Mehmet bir kamyon çalar ve Berzan’ı, orada gömülmesi için köyüne götürmek üzere
yola koyulur. Çeşitli zorluklarla karşılaştıktan ve farklı ulaşım araçları
kullandıktan sonra Mehmet tabutla birlikte Zorduç’a ulaşır. Kasaba sular
altındadır, köyün olduğu yere baraj yapılmıştır. Mehmet yalnızca karşısındaki
korkunç manzaraya bakabilir. Resmini yanında taşıdığı Berzan’ın kız arkadaşını
bulamayacaktır. Tabutu suya bırakır ve iter; tabut suda sürüklenip gider.
Kendini başkalarına empoze etmek isteği ve çabası oranında kendini
gerçekleştiri insan. Bu onun başkaları tarafından tanınmasına, başkaları tarafından
kabul eldilmesine yönelik bir istek ve çabadır. Kendini etkili bir biçimde
ötekine tanıtmadığı sürece bu ‘öteki’ onun aksiyonlarını başlıca teması olarak
kalacaktır. Onun insan olarak değeri ve gerçekliği bu öteki varlığa ve bir de
bu öteki varlık nezdinde gördüğü kabule bağlıdır. Bu ‘öteki’ merkezinde
yoğunlaşır onun hayatının anlamı. Beyazla siyah arasında açık bir kavga yoktur
görünüşte. Tarihin bir noktasına gelindi ki, Beyaz Efendi kavgasız, çekişmesiz,
kendi lüftuyla bir insan olarak görmeye başladı zenci kölesini. (Fanon, F. 2014:244). Sömürgecilik halkı
pençesine almakla, yerlinin beynini her tür biçim ve içerikten boşaltmakla
doymaz. Bir tür sapkın mantıkla, o halkın geçmişine de döner o geçmişi
çarpıtır, şekillsizleştirir ve yok eder.Bu nedenle sömürgecilik, yerlinin
bilinçdışında, çocuğunu düşman bir ortamdan koruyan nazik ve sevgi dolu bir
anne sayılmaktan çok, temelde sapkın olan çocuğunu intihardan ve kötü
içgüdülerini kapıp koyvermekten alıkoymaya çalışan bir anne sayılmak çabası olmuştur
(Said, 2010:355).
Sömürge halkının şehri ya da en azından yerli şehir, siyah kölelerin
köyü, eski şehir, rezarvasyon bölgeleri, adları kötüye çıkmış bir yerdir.
Rastgele bir yerde, rastgele bir şekilde doğarsınız. Rastgele bir yerde,
rastgele bir nedenle ölürsünüz. Boş yerin olmadığı bir dünyadır orası; insanlar
üst üste yaşar, kulübeleri birbirinin üstüne inşa edilmştir. Sömürge halkının
şehri aç bir şehirdir; ekmeğin, etin, ayakkabının, kömürün, ışığın açlığının
çekildiği bir yer. Sömürge halkının şehri, büzülmüş, diz çökmüş bir şehirdir,
pisliğe gömülüdür, pis zencilerin ve arapların bölgesidir. Sömürge tebaa
sömürgecinin bölgesine imrenerek şehvetle bakar, sahip olma düşleri kurua.
Sahip olmanın her türü: sömürgecinin masasında oturmak, sömürgecinin yatağında
yatmak, mümkünse de karısıyla. Sömürge halkı kıskançtır. Sömürgeci de bunun
farkındadır ve onların kaçamak bakışlarını yakaladıkça sürekli tetikte durur.
(Fanon, F. 2014:45). (Yeryüzün Lanetlileri)
Şükran Kuyucak Esen’e göre, Türkiye’de Üçüncü Sinema içinde
değerlendirilen filmlerin ortak özellikleri şöyledir:
1- Anti-emperyalist.
2- Ezilenden, sömürülenden, emekçiden ve yoksundan yana.
3- Egemen sisteme (kapitalizme), en azından iktidardaki baskıcı rejime
muhalif.
4- Geri bırakılmışlık, gelişmemişlik ve feodal ilişkiler irdelenip,
eleştiriliyor.
5- Konuların işlenişi ‘militan’ bir yapıda. İzleyicinin rahatsız edilip,
harekete geçirilmesi amaçlanıyor. Hemen, derhal birşeyler yapmaya, aktif olmaya
çağrılıyor.
6- Çarpıklıkları, bozuklukları, sömürüyü, geri kalmışlığı, yoksulluğu
belgelemeyi ve sergilemeyi amaçlıyor. Dolayısıyla da değiştirmeyi…
7- Var olan sinemasal sistem beğenilmiyor. Yeşilçam, uyutucu, afyonlayıcı,
uyuşturucu bulunuyor. Ona karşı çıkılıyor.
8- Filmin finansmanı, var olan sinemanın ekonomik yapısı dışında sağlanıyor.
Gösterim ve dağıtım koşulları yaratılmaya çalışılıyor. (Zaten eleştirel
tavrından ve ticari açıdan karlı olmamasından dolayı, bu filmlere Yeşilçam da
kendi içine almıyor.)
9- İlan edilmiş ya da edilmemiş bir manifestoları var. Bu manifesto
çevresinde hareket ediliyor.
10- Film, belgesel de konulu da olsa gerçekçi yaklaşımla ele alınıp, gerçekçi
sinema dili kullanılıyor.
11- Yönetmenler senaryolarını kendileri yazıyorlar. Yani inandıkları filmi
çekiyorlar. Filmin protest – sosyalist – muhalif yapısı kendi dünya
görüşleriyle çakışıyor. Yaşamdaki duruşları da filmdeki duruşlarıyla örtüşüyor.
Militan ve muhalif… (Biryıldız, Çetin Erus, 2007:315)
Sonuç Yerine
Üçüncü
Sinema teorisi, dönemin anti-emperyalist mücadelesi içinde şekillenmiş ve manifestodaki
şekliyle devrimci ve militan bir sinamanın özelliklerini ele almıştır. Manifeto
ile sinemaya devrimci mücadele içerisinde, aktif bir rol verilmiştir. Özgün
haliyle Üçüncü Sinema, filmi militan güçlerin yönetiminde kitleleri
bilinçlendirmeye ve harekete geçirmeye yarayan bir araç olarak görmektedir. Yeşim
Ustaoğlu Güneşe Yolculuk‘ta 1999 yılında çekmiştir fakat konusu nedeniyle 2000’de
vizyona girmiştir. Yönetmen filmde, 90’larda Türkiye’de Kürtlere yapılan
katliamları değil, o dönemin varoşlarını, yoksullarını ve çocuk yaşta
çalışanları da anlatmaktadır.
Filmde,
Üçüncü Sinema’nın neredeyse bütün yapım ve dağıtım özelliklerini taşımaktadır.
Yeşilçam’ın getirdiği (Dünya’da Hollywood’un) eğlence ve ulus sorunlarına
duyarsızlığı da Ustaoğlu Güneşe Yolculuk’ta yıkmıştır. Gerçekçi bir sinema dili
kullanılmıştır. Çarpıklıkları,
bozuklukları, sömürüyü filmde Tire’li
Mehmet ve Zorduç’lu Berzan üzerinden aktarılmıştır.
Kaynakça
Armes, R. (2011). Üçüncü dünya sineması ve batı.
(Çev. Zahit Atam). İstanbul: Doruk Yayıncılık
Biryıldız, E. Çetin Erus, Z. (2007). Üçüncü sinema
ve üçüncü dünya sineması. İstanbul: Es Yayınları
Fanon, F.
(2007). Yeryüzünün lanetlileri (Çev. Şen Süer). İstanbul: Versus Yayınları.
Fanon, F.
(2009). Siyah deri beyaz maske (Çev. Cahit Koytak). İstanbul: Versus Yayınları.
İri, M. (2011). Sinema araştırmaları: kuramlar,
kavramlar, yaklaşımlar. İstanbul: Derin Yayınları
Odabaş, B. (2013). Üçüncü sinema. İstanbul: Agora
Kitaplığı
Said, E.
W. (2013). Kültür ve emperyalizm (Çev. Necmiye Alpay). İstanbul: Hil Yayınları.
Wayne, M. (2001). Politik film üçüncü sinema
diyalektiği (Çev. Ertan Yılmaz). İstanbul: Yordam Kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder