ARJANTİN PANORAMASININ ARKASI
Beril Kızıltuğ*
‘Kamera, görüntü silahının yorulmak bilmez
alıcısıdır; projektör, saniyede 24
kare ateş edebilen bir silahtir’*
Giriş
Üçüncü Dünya kavramı siyasal sistemi
anlatmak için kullanılmakta ve siyasal rejimi klasik demokrasi olan kapitalist
ülkelerle, siyasal rejimi Marksist Demokrasi olan sosyalist ülkeler dışında
kalan ülkeleri ifade etmektedir. Bu tanıma göre Üçüncü Dünya ülkeleri ABD ve
Sovyet yörüngesinde ‘olmayan’ ülkelerdir. Rejimleri, klasik demokrasi ile
Marksist demokrasi arasında olan askeri diktatörlük ve tek parti yönetimi gibi
denemelere sık sık rastlanılan ülkeler, bu gruba girmektedirler. Üçüncü Dünya Ülkeleri
kavramı üç ayrı anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan biri gelişmiş sanayi ülkeleriyle
sosyalist ülkeler dışında kalan ülkeler anlamındaki kullanımdır. Buna
göre gelişmişlik düzeyi olarak oldukça geride bulunan ve nüfusları hızla
artan, fert başına gelir düzeyleri düşük, iktisadi sıkıntılarla sık sık yüz yüze
gelen ülkeler üçüncü dünya ülkeleridir. İkinci
bir tanım ise bağlantılar dikkate alınarak yapılmakta ve daha politik bir yaklaşımla
ifade edilmektedir. Buna göre de üçüncü dünya ülkeleri ABD ve
Sovyet yörüngesinde olmayan ülkelerdir. Politik eğilimleri, dünyaya
bakış tarzları; ABD ve uydularıyla Sovyetler Birliği ve uydularından daha
farklı olan ülkeler bu gruba girmektedir. üçüncü
dünya kavramı siyasal sistemi anlatmak için de kullanılmakta ve siyasal rejimi
klasik demokrasi olan gelişmiş kapitalist ülkelerle siyasal rejimi Marksist Demokrasi
olan gelişmiş sosyalist ülkeler dışında kalan ülkeleri ifade
etmektedir. Buna göre de Üçüncü Dünya Ülkeleri, rejimleri, klasik
demokrasi ile marksist demokrasi arasında olan askeri diktatörlük ve tek parti
yönetimi gibi denemelere sık sık rastlanılan ülkeleri ifade etmektedir (Üçüncü
dünya ülkeleri, 2010).
*Mersin üniversitesi radyo sinema ve televizyon
bölümü yüksek lisans öğrencisi.
*Solanas, Fernando.’Gettino Octavia, Grupo Cine
Liberacion’ aktaran Odabaş.
Üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımlanan ülkeler yine ben ve
öteki kavramından hareketle bir kategori içine hapsedilmiş, mevcut düzen ve
rejim içinde olmayan fakat çeşitli yollarla oldurulmaya çalışılan ülkelerdir.
Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki pek çok ülke ikinci dünya savaşıyla birlikte
sömürgecilikle bağlarını koparmakla birlikte sanayileşmiş ülkelere karşı tam bir
siyasal bağımsızlık kazanamamıştır. Ekonomik anlamda yeterli olmadıkça da tam
bir bağımsızlıktan söz edilmesi pek mümkün olmamıştır. Kuzey
Amerika, Batı Avrupa, Japonya ve Yeni Zelanda'nın oluşturduğu gelişmiş
kapitalist ülkeleri Birinci Dünya, Sovyet Bloku'na bağlı ülkeleri İkinci
Dünya, bunların dışında kalan ülkeler de Üçüncü Dünya'yı oluşturmuşlardır. İki
kategoriye de uymayan belli standartlara ulaşamamış ki bu standartlar da
birinci dünya ülkeleri tarafından belirlenmektedir. Üçüncü dünya ülkelerinin
büyük çoğunluğu siyasi bağımsızlıklarını ikinci dünya savaşından sonra kazanmışlardır. Hemen hepsi gelişmekte olan ülkedir. Nüfuslarının büyük kısmı tarım
sektöründe bulunmakta, iş gücünün de büyük kısmı bu sektörde istihdam edilmektedir.
Buna bağlı olarak tarım sektöründe gizli işsizlik çok yaygındır. Nüfus yapısı bakımından da üçüncü dünya'nın belirgin özellikleri vardır.
Doğum oranı çok yüksektir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda nüfus artışı çok
yavaşlamış ve hatta durma noktasına gelmişken Üçüncü Dünya Ülkelerindeki hızlı
nüfus artışı bu ülkelerin kapılarını zorlamaktadır. Fakat yüksek ölüm
oranı ortalama ömrün kısa olması ile birleşince fren unsuru olmaktadır. Gelir
düzeyinin düşüklüğü beslenme yetersizliğini getirmekte, sağlık şartlan da iyi
olmadığından kitle halinde ölümler ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeyi kırdan
kente yoğun göç ağırlaştırmaktadır. Üçüncü
Dünya ülkelerinde eğitim seviyesi ve okullaşma oranı düşük olduğundan
okur-yazar oranı da düşüktür. Toplum davranışlarına gelenekler hakimdir. Politik
hayat olarak istikrarsızlık arz ederler. İç politikaları devamlı dalgalanma
gösterir, istikrarlı bir politik çizgileri olmadığı gibi ordu ile politika
arasında çok yakın bir ilişki vardır. Geleneksel yapılan hızla değişme
gösterdiği için toplum kesimleri arasında bölünme ve çatışmalar yaygındır
(Üçüncü Dünya Ülkeleri, 2010). Üçüncü dünya ile ilgili tüm kalıp yargılar bu
bilgilerden hareketle adeta birer çip gibi beynimize yerleşmektedir. Ötekileştirmeyi,
ırkçılığı, sömürgeyi, hak yemeyi, işkenceyi, öldürmeyi içinde barındıran üçüncü
dünya sineması kavramak için önce üçüncü dünya kavramından hareket etmek
gerekliydi.
İkinci
Dünya Savaşı sonrası Üçüncü Dünya ülkelerinin emperyalizme karşı mücadelelerine
dayanan Üçüncü Sinema, 1960’lardan bu yana dünya sinemasında önemli bir tür
olarak kabul görmektedir. Üçüncü sinemayı belirleyen şey, tür ya da açık bir
politik yaklaşım değil, Dünya’yı anlama biçimidir. Herhangi bir öykü ya da bir
konu üçüncü sinemacı tarafından ele alınabilir. Üçüncü sinema burjuva karşıtı
ulusal kurtuluş özlemini dile getiren, anti sömürgeci bir sinemadır. (Chanan
aktaran Odabaş, 2013). Batı sömürgeciliğinin çökmeye başladığı yirminci
yüzyılın ikinci yarısında anti-emperyalist direnişlerden ilham alan ve bu
direniş öykülerini sıkça konu edinen Üçüncü Sinema bugün, küreselleşmeye karşı
gelişen direniş dalgasıyla birlikte yeniden hatırlanmaktadır.
Günümüzde Üçüncü Dünya halklarının ve onların emperyalist ülkelerdeki
benzerlerinin anti-emperyalist mücadeleleri, dünya devriminin eksenini
oluşturuyor. Üçüncü sinema bize göre, bu mücadelenin içindeki, zamanımızın en
büyük kültürel, bilimsel ve sanatsal manifestosunu, başlangıç noktası olarak
her insanla özgür bir kişilik yaratma olasılığını- başka bir deyişle, kültürün
anti-kolonileştirilmesini (sömürgecilikten arındırılmasını)- kabul eden
sinemadır. (Solanas,
F.,Gettino, O aktaran Armes, 2011:207)
Üçüncü Sinema teorisi, Hollywood’un pasif izleyici
yaratma durumuna karşı izleyicinin aktive edileceği bir sinema anlayışı üzerine
kurulmuştur. Bu teori çerçevesinde, Amerika’nın eğlenceye dayalı sineması ve
Avrupa’nın birey odaklı sineması zararlı görülmüş; yeni bir alternatifin
yaratılması için çaba harcanmıştır. Sinemayı toplumsal mücadelenin bir parçası
olarak gören Üçüncü Sinemacılar diğer iki türü, toplumsal mücadeleyi
işlevsizleştiren yönleri olduğu gerekçesiyle eleştirmişlerdir. Bunların yerine
devrimci mücadeleye katkı sunan, militan sinemayı savunan yönetmenler,
teorileriyle tutarlı çalışmalar ortaya koymuşlardır (Biryıldız, Çetin-Erus,
2007). Üçüncü sinemaya salt politik sinema demek yanlış olur çünkü baktığımızda
hemen hemen her film politiktir ve içinde bir ideoloji barındırır.
Üçüncü sinema bir
gerilla sineması da olabilir, militan bir sinema da, bir kuruluş sineması da.
Şiirsel de olabilir romantik de. Herhangi bir konuyu alıp işleyebilir, belirli
bir süresi ve belirlenmiş ortak biçimi yoktur; büyük sinema salonlarında
gösterilmesi zorunlu değildir, ama gösterilirse bir sakınca oluşturmaz. (Odabaş, B. 2013).
Gerek Hollywood merkezli endüstriyel birinci
sinemanın da gerek ikinci dünya savaşından sonra teknolojik gelişmenin de bir
yandan sağladığı imkanlar doğrultusunda bağımsızlaşmanın sağladığı olanakları
kullanarak sokağa inen, savaşın yarattığı acıları, yıkımları resmeden, sıradan
insanın günlük yaşantısına eğilen Auteur,
seçkinci sanat sineması olan ikinci sinemanın da politik bir duruşu vardır. Bu düşünceden
hareketle görülecek şey Üçüncü sinemanın sadece politik film üretimi
olmadığıdır. Üçüncü Sinema bu noktada bir benzetmeyle; Tekelci kapitalist
endüstriyel sinemanın – Ben-, bağımsızlaşmaya çalışan ya da bağımsız
olduğunu iddia eden ve tema olarak da örneğin; sıradan insanın sıradan
hayatlarını resmeden orta sınıf aydının sanat Sinemasının –Sen-
olarak tabir edilebileceği koşullarda –O-‘dur. ‘Ben’ ile ‘Sen’‘in ise her
zaman aralarında bir ilişki diyalektiği vardır. Kimlikleri, kültürleri, düşünce
yapıları farklılıklar bile gösterse aralarında bir ilişki vardır. Ve
Üçüncü Sinema tam da bu noktada daha uzakta, bir nevi ‘öteki’ konumunda olan ve
toplamda –Onlar-‘ı ifade eden yoksul sınıfların, ezilen, sömürge, yarı sömürge
veya yeni-sömürge ulusların, proletaryanın sineması’dır (Başkavak, 2012).
Üçüncü sinemada önemli olan düzen dışına çıkabilmek, düzene karşı
savaşabilmektir. Üçüncü sinemanın en önemli işlevi izleyiciyi de aktive
edebilmesidir. Filmleri izlediğimiz zaman içimizde bir yerlerde bir sıkıntı,
öfke ve sızı duyarız. Yapılan karşı saldırıların haklı olduğunu kabullenme hali
içine gireriz. Ezenlerin direnişiyle, ezilenlerin direnişinin aynı kefeye
koyulmaması gerektiği lafını bir kez daha hatırlatır bu filmler bize. Üçüncü
sinema izleyicisini gösterim boyunca filmin içine çeker fakat gizliliğini de
koruyarak izleyiciyi sürükler. Üçüncü sinemaya emek verenler devrimci bir
üslubun gereğini yerine getirirler. Bu filmlerde acı, işkence, cinayet,
kayboluşlar vardır. Karşılığında suikastlar, gizli örgütlenmeler, saklı verilen
eğitimler, bilinçlendirme çabası, var olana direnme ve bunu halka gösterebilme
vardır. Filmlerde, ticari sinemada olduğu gibi seyirciyi pasifize etme yoktur,
mutlak bir mutluluk, kaçınılmaz bir mutlu son yoktur. İnsanın içini sızlatırcasına
gerçek olaylardan yola çıkar ve film bittiğinde iyi bir zaman geçirdim
duygusuyla koltuğunuza yayılamazsınız. Sinema keyfi adı altında
gerçekleştirilebilecek bir etkinlikte üçüncü sinema filmleri izlemek yoktur
kuşkusuz. Sinemada üçüncü bir estetik türü olarak üçüncü sinema biçim konusunda
serbestlikten yanadır. Devrimci amaçların gereklerini karşılanmak kaydıyla
anlatımda özgün bir tarza ihtiyaç duyulmamaktadır. Bu doğrultuda çekilecek
filmde anlatım serbesttir. ‘Dolayısıyla
devrimci filmin ille de devrimci bir biçimi olması beklenmez, önemli olan
seyirciyi mücadelede aktif hale sokmaktır’ (Biryıldız, Çetin-Erus, 2007;
31). Üçüncü Sinema perspektifinden üçüncü sinema
yönetmeninin görevi; halkı elitist, seçkinci bir tavırla gözlemleyen ve görselleştiren
bir tavırla değil, halkıyla bütünleşen ve beraber anti-emperyalist mücadeleye
katılan, ekonomik ve kültürel etkilerin politik yansımalarının yeterince
farkında olarak ve gerekirse onları yeniden işleyerek, örgütlenmenin ve hem
kendinde hem de kitlelerde yeni-insanı; sömürünün baskının farkında olmakla
kalmayıp bunlara karşı aktif mücadeleye geçen yeni-insanın oluşumuna katkıda
bulunmaktır. Ve bu süreç bizzat yönetmenin kendi kendisini de yeniden ve
yeniden üretmesini kapsar. Bu yeniden üretim için kilit nokta ise halkla
beraber tüm film sürecini kapsayan kolektivizmdir. Bu bağlamda Marco Bechis’in
Garage Olimpo filmi inelenmeye çalışılacaktır.
ARJANTİN
25
Mayıs 1810 yılında bağımsızlığını ilan eden Arjantin, Latin Amerika’nın en
gelişmiş ülkesidir. İkinci dünya savaşından sonra general olan Juan Domingo
Peron kendine kuvvetli bir pozisyon hazırlamayı başarmış ve 1946 Şubatında
Arjantin Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Eşi Eva Duvarte de Peron’un yardımıyla
enerjik ve sert bir idare kurmayı başararak, zamanında, siyasi desteğini
silahlı kuvvetlerden almaya çalışan sınıflara sözünü geçirmesini bilmiştir.
Basını bir devlet organı haline getirmiş ve totaliter bir rejimin başkanı
olarak kendisine daha büyük yetki vermesi için anayasayı değiştirmiştir.
İşçi sınıfları arasında çok sevilmiş ve hatta kahraman olarak tanınmıştır. Fakat askeri bir darbe ile 1955’te devrilmiş, uzun seneler sürgünde yaşamış ve bilahare dönerek 1973’te devlet başkanı olmuştur. Bir yıl sonra ölmesi üzerine İsabel Peron olarak tanınan üçüncü karısı devlet başkanı olmuştur. Ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayamayınca 1976 yılında ordu tarafından devrilmiştir. Darbenin ardından Arjantin genelinde 650 tutuklama merkezi oluşturulmuş ve 30 bin kişi yaratılan bu hayâsız kan gölünde katledilir. Askeri yönetim, muhalif bellediklerini, sonsuz işkencelerin ardından aşı yaparak uyuşturup kargo uçakları ve helikoptere bindirir ve denize atarlar. 1976 ve 1982 yılları arasında, Arjantin'de darbe sonucu ülke yönetimini ele geçiren generaller, "Ulusal Uzlaşma Süreci" adı verilen, ve hapishaneye atılanlar hariç olmak üzere en az 30.000 insanın ortadan kaybedildiği bir döneme imza attılar. Ülkede her şey Hristiyan değerleri korumak ve komünizmi engellemek adı altında yasaklanmıştı, iki kişiden fazlasının yan yana gelmesi ve konuşması suçtu. Ancak 1977'de bir grup anne ve büyükanne hükümet binası önünde bulunan Plaza del Mayo'da (Mayıs Meydanı) her şeyi göze alarak bir araya gelmeye başladı. Kayıp olan oğullarını, kardeşlerini ve torunlarını seslerini hiç çıkarmadan sadece hükümet binasının karşısında durarak talep ediyorlardı. Sayıları giderek arttı, bir çok soruşturmaya ve dayağa maruz kaldılar, ancak başlarına beyaz başörtülerini takıp meydana çıkmaktan vazgeçmediler ve tüm dünya da onları bu şekilde tanıdı. Ülke normal yönetimine kavuştuktan sonra yapılan araştırmalar kayıpların çoktan öldüğünü ve cesetlerinin yok edildiğini ortaya çıkardı, ancak bu anneler generallerden hesap sorulması için eylemlerine devam etmektedirler.(Arjantin tarihi, 2009). Plaza de Mayo annelerinin gözyaşlarıyla izlediği ‘Olimpo Garajı’ (Garage Olimpo/1999) son soluğunu azgın dalgalara bırakanları anlatır.
İşçi sınıfları arasında çok sevilmiş ve hatta kahraman olarak tanınmıştır. Fakat askeri bir darbe ile 1955’te devrilmiş, uzun seneler sürgünde yaşamış ve bilahare dönerek 1973’te devlet başkanı olmuştur. Bir yıl sonra ölmesi üzerine İsabel Peron olarak tanınan üçüncü karısı devlet başkanı olmuştur. Ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayamayınca 1976 yılında ordu tarafından devrilmiştir. Darbenin ardından Arjantin genelinde 650 tutuklama merkezi oluşturulmuş ve 30 bin kişi yaratılan bu hayâsız kan gölünde katledilir. Askeri yönetim, muhalif bellediklerini, sonsuz işkencelerin ardından aşı yaparak uyuşturup kargo uçakları ve helikoptere bindirir ve denize atarlar. 1976 ve 1982 yılları arasında, Arjantin'de darbe sonucu ülke yönetimini ele geçiren generaller, "Ulusal Uzlaşma Süreci" adı verilen, ve hapishaneye atılanlar hariç olmak üzere en az 30.000 insanın ortadan kaybedildiği bir döneme imza attılar. Ülkede her şey Hristiyan değerleri korumak ve komünizmi engellemek adı altında yasaklanmıştı, iki kişiden fazlasının yan yana gelmesi ve konuşması suçtu. Ancak 1977'de bir grup anne ve büyükanne hükümet binası önünde bulunan Plaza del Mayo'da (Mayıs Meydanı) her şeyi göze alarak bir araya gelmeye başladı. Kayıp olan oğullarını, kardeşlerini ve torunlarını seslerini hiç çıkarmadan sadece hükümet binasının karşısında durarak talep ediyorlardı. Sayıları giderek arttı, bir çok soruşturmaya ve dayağa maruz kaldılar, ancak başlarına beyaz başörtülerini takıp meydana çıkmaktan vazgeçmediler ve tüm dünya da onları bu şekilde tanıdı. Ülke normal yönetimine kavuştuktan sonra yapılan araştırmalar kayıpların çoktan öldüğünü ve cesetlerinin yok edildiğini ortaya çıkardı, ancak bu anneler generallerden hesap sorulması için eylemlerine devam etmektedirler.(Arjantin tarihi, 2009). Plaza de Mayo annelerinin gözyaşlarıyla izlediği ‘Olimpo Garajı’ (Garage Olimpo/1999) son soluğunu azgın dalgalara bırakanları anlatır.
MARCO
BECHIS’IN GARAGE OLİMPO FİLMİ
FİLMİN KÜNYESİ
Garage Olimpo:
Senaryo: Lara Fremder, Marco Bechis Yönetmen: Marco Bechis Görüntü Yönetmeni: Ramiro Civita Müzik: Jacques Lederlin Yapım: Arjantin, İtalya Yıl: 1999 Süre: 98 dk. Oyuncular:
Antonella Costa( Maria), Carlos Echeverria(Felix), Dominique Sanda(Diane),
Enrique Pineyro(Tigre), Pablo Razuk(Texas).
KARAKTERLER
MARİA: Maria
on sekiz yaşında, Fransız annesiyle birlikte Buenos Aires’te yaşayan, bir örgüt
altında politize olmuş ve varoş mahallesinde fakirlere okuma yazma dersleri
veren bir kızdır. Annesiyle beraber yaşadıkları büyük evde odaları birkaç
kişiye kiralayarak geçimlerini sağlarlar. Maria yönetime, devlete başkaldıran
bir kadındır. Gizliden gizliye öğretmenlik yapması da bundandır. Kimsenin el
uzatmadığı insanlara yardım eder. Kiracılarından biri olan Felix Maria’ya
aşıktır.
FELİX: Maria
ve annesinin evindeki kiracılardan biridir. Zaman zaman elinde bir koliyle eve
gelir ve çalıştığı şirketteki zengin insanların verdiğini söyler. Oysa Felix
bir yalancıdır çünkü aslında o bir işkencecidir. Maria’ya aşık olan bu adam
Maria kaçırıldığında onun işkencecilerinden biri olur. Kimi zaman aşk dolu kimi
zaman işkenceci oluşunun verdiği soğukkanlılıkla Maria’ya çıkış yolu olmadığını
ve konuşması gerektiğini vurgular. Felix’i diğer işkencecilerden ayıran nokta
onlar kadar zalim ve kendini kaybetmiş durumda olmamasıdır. Fakat o da
diğerleri gibi diktanın ona emrettiği her şeyi yapar bu uğurda sevdiği kadını
kaybedecektir.
El TIGRE(Kaplan) : İşkence merkezinin başındaki generaldir. Filmin baş sahnesinde
gördüğümüz evdeki kızın babasıdır. Yatağın altına koyulan bomba düzeneği onun
içindir. İşinde soğukkanlı, duygusuz ve insanlar bir bir öldürüldüğünde bunu
bir görev gibi olağan olarak karşılayan ve hiçbir şekilde başka alternatiflere
gitmeyen bir karakterdir. Ölüm uçuşları, işkenceler ve göz altılar onun
yönetimi altında gerçekleşmektedir. Evde kızına sevecen ve onun isteklerine
boyun eğen bir baba olarak gösterilir.
TEXAS: Cunta
yönetiminin işkencecilerinden biridir. Maria’yı evinden yaka paça götürenlerin
arasında Texas’ta vardır. Maria’ya işkence eder, bunun yanında ona tecavüz
edeceğine dair hep rahatsız edici söylemlerde bulunur. Evlidir ve karısıyla
yaptığı telefon görüşmelerinde karısına işkenceci kimliğinin dışında bambaşka
bir adam gibi konuşur. Tıpkı Tigre’nin kızıyla yaptığı konuşma gibi. Maria’nın
annesiyle görüştüğünde ona kızının iyi olduğunu ve ikisini görüştürmesi
karşılığında evini kendi üzerine yapması gerektiğini söyler. Evin tapusunu
aldığı gün Maria’nın annesi Diane’i öldürür. Texas olimpo garajı işkencecileri
gibi soğukkanlı bir katildir.
ÖZET
Maria, 70'li yıllarda
on sekizinde Buenos Aires'te Fransız annesi ile yaşayan, bir örgüt
altında politize olmuş ve varoş mahallelerinde fakirlere okuma yazma
dersleri veren bir kızdır. Büyük ama eski bir evde, kendisine aşık
olan kiracıları Felix ile birlikte yaşamaktadırlar. Maria onun aşkına
karşılık vermez. O sıralar askeri dikta yönetimdedir. Bir gün Arjantin ordusundan
askerler eve gelir ve Maria'yı tutuklarlar. Annesi onu nereye götürdüklerini
sorduğunda 23. No'lu Polis Karakolu'nu söylerler ama oraya kızını aramaya
gittiğinde "orada olmadığını" ve "isyancıların" kızı
kaçırmış olduğunu söylerler. Oysa kız Olimpo Garajı denilen garaj
görünümünde ama gözaltındakilere işkence yapılan bir yere götürülmüştür.
Maria'yı konuşturmak için yapılan işkenceler sonuç vermeyince, komiser bu
konuda uzman olan birini görevlendirir ki bu, bir garajda çalıştığını
sandıkları kiracıları Felix'ten başkası değildir. Felix onu nispeten korumaya
çalışır ama diğer taraftan da Maria'nın dışarıda onunla birlikte olmadığını
unutmaz. Uyum sağlayan mahkumlar garajda çalıştırılırlar, arabaları tamir eder
ve temizlerler. Felix ve diğerleri gözaltına aldıkları insanların
kıyafetlerine, ayakkabılarına ve saatlerine el koymaktadırlar. Hatta anne-kızın
evine göz diken Texas (askerlerden biri) Maria ile görüştüreceğini söyleyerek
evi kendi üstüne geçirir ve anneyi şehrin dışında bir yerde öldürür. Bir gün Felix
Maria'yı gizlice dışarı çıkarır. Parka giderler ve Maria salıncağa biner.
İşkence görmüş insanların belki de özledikleri en önemli şeydir masumiyet.
Kötülük insanın doğasında olan bir kavramdır, iktidar sahiplerince göz yumulduğu ve ayrıcalık tanındığı durumda, okulda öğrencilerin alt sınıflara zorbalığına, ailede büyük kardeşin küçüğüne, toplumda erkeğin kadına şiddetine ve devlet güçlerinin halka eziyet etmesine dönmesi çok kolaydır. Filmde de böyle olur. Kötülüklerine bir amacı kılıf edinen ve kendilerini bu denklemde "iyi" çıkaran "güçler" hayatlarına mutlu devam ederler.
Zamanı gelen tutuklulara "aşı" yapılarak, cezaevlerine gönderilmek üzere askeri uçaklara bindirilirler. Biliriz ki onlar hiçbir zaman hapishanelere ulaşamayacaklardır, bize de yabancı bir olay değildir bu. Arjantin'de 1976-1982 yılları arasında 10.000-30.000 arasında kişinin gözaltında öldüğü tahmin edilmektedir ve suçlular hâlâ dışarıda dolaşmaktadır. Bu film tüm dünyadaki Cumartesi Anneleri'ne adanmıştır.
Kötülük insanın doğasında olan bir kavramdır, iktidar sahiplerince göz yumulduğu ve ayrıcalık tanındığı durumda, okulda öğrencilerin alt sınıflara zorbalığına, ailede büyük kardeşin küçüğüne, toplumda erkeğin kadına şiddetine ve devlet güçlerinin halka eziyet etmesine dönmesi çok kolaydır. Filmde de böyle olur. Kötülüklerine bir amacı kılıf edinen ve kendilerini bu denklemde "iyi" çıkaran "güçler" hayatlarına mutlu devam ederler.
Zamanı gelen tutuklulara "aşı" yapılarak, cezaevlerine gönderilmek üzere askeri uçaklara bindirilirler. Biliriz ki onlar hiçbir zaman hapishanelere ulaşamayacaklardır, bize de yabancı bir olay değildir bu. Arjantin'de 1976-1982 yılları arasında 10.000-30.000 arasında kişinin gözaltında öldüğü tahmin edilmektedir ve suçlular hâlâ dışarıda dolaşmaktadır. Bu film tüm dünyadaki Cumartesi Anneleri'ne adanmıştır.
FİLMİN ANLATI
YAPISI
Film,
denizin üzerinden Buenos Aires’in geniş bir panoramasıyla açılır. Bir otobüs
içindeki iki kişiye odaklanır kamera. Kız yanına oturan adamın ona verdiği
çantayı tedirgin bir şekilde alarak, silahlı adamların koruduğu bir eve girer.
Girdiği bu evde bir kıza ders vermektedir. Lavaboya gitmek için kalktığında
amacının ne olduğunu öğreniriz. Bir yatağın altına bomba düzeneği koyar. Kızı
da evden çıkarmak ister ve kapı çaldığında suikastin yapılacağı kişiyi
göremeden film başka bir hikaye üzerinden devam eder. Bu kez kamera Buenos Aires’in
getto sokaklarına döner. Her yer yıkık dökük, bakımsızdır. Bir yanda bu
gecekondu mahallesi, karşısında da iş kuleleri büyük binalar vardır.
Küreselleşmenin çarpıcı bir örneğini verir sahne bize. Bir yerde kuleler bir
yerde ise ilkokula bile gitmemiş insanlar vardır. Maria ile tanışmamız bu
sayede olur. Maria burada evsizlere, okuma yazma bilmeyenlere ders vermektedir.
Maria,
Fransız annesi Diane ile birlikte büyük bir evde yaşamaktadır ve odalarını
bikaç kişiye kiralayarak para kazanmaktadırlar. Kiracılarından biri olan Felix
eve büyük kolilerle gelir ve Diane bunların ne olduğunu sorduğunda iş yerindeki
zengin insanların bahışladıkları cevabını verir. Diane bazıları bolluk bazıları
yokluk içinde şirketin sağolsun diyerek bir göndermede bulunur. Felix Maria eve
geldiğinde onunla sohbet eder, cüzdanında resmini saklıyordur. Maria’ya aşık
olduğunu belli eder fakat Maria karşılık vermez. Felix gece yarısı elinde bir
çantayla evden ayrılır. Ertesi gün Maria’nın evini ordudan olduklarını
söyledikleri bir grup adam basar, aralarında Texas da vardır. Maria kaçar fakat
bahçede yakalanır. Bir başka kiracıyı daha odasından çıkarırlar ve bir yağmacı
gibi odalardan beğendikleri eşyaları alırlar. 23 nolu polis karakoluna
götürdüklerini söylerler. Olimpo garajındaki işkence operasyonu Maria için
başlamıştır. İşkence merkezi soğuk görüntüsü, loş ışığı ve paslı demir
kapılarıyla korkutucu bir görünümdedir. Odada her kime işkenceye başlarlarsa
dışarıdaki sandalyenin üstünde duran radyodan coşkulu, eğlenceli müzikler
çalmaktadırlar. Aşağıdaki ping pong masasında oynanan oyunlar, izlenen maçlar,
yenen yemeklerle işkenceciler normal hayatlarına devam etmekte, işkence
görenlerse günden güne insanlıktan çıkmaktadırlar. Maria’ya fazla dozda
elektrik şoku verilen bir gün nabzı durur ve işkence merkezinin komutanı Tigre,
soğukkanlı bir tavırla ona elektro şok vererek nabzının atmasını sağlar ve
askere devam etmesini emreder. İşkence görenlerin çıplak bedenleri, izlemenin
korkunç olduğu vahşet sahneleri film bize sansürlemeden aktarır. İşkence
görenler intihar girişimlerinde bulunur, fakat işkenceciler onların ne zaman
öleceklerine kendileri karar veriyordur ve burada Tanrı biziz derler. Maria’ın Felix’in aslında bir işkenceci
olduğunu anlaması, onu konuşturmak için operasyon odasına girmesiyle olur.
Felix, Maria’nın işkence merkezindeki hem işkencecisi hem de koruyucusudur. Ona
aşıktır. Maria bunu bilir ve her fırsatta onu öldüreceklerini buradan gitmesi
gerektiğini söyler. Maria hep fırsat kollar. Felix’in ona olan duyguları
Maria’yı bir açık yakalamaya itmektedir. İşkence görenler garajda araba tamir
ediyor ve temizliyorlardır. O günlerden birinde Maria garaj kapısından çıkan
askerin ardından koşar, dışarı çıkar fakat yakalanır. Filmde kadın bedenlerinin
segilenişi erkek egemenliğinin altında olan bir meta gibidir. Tecavüz,
işkencenin bir parçasıdır. Maria’ya tecavüz girişimlerini Felix engeller ve
arkadaşları Maria’yı onun sevgilisi olarak kabul eder. Maria’nın annesi sürekli
kızını aramaktadır. 23 nolu karakol bir paravandır. Aslında hiç kimse oraya
götürülmemektedir. Diane karakolda bir kadınla tanışır ve onunla birlikte bir
çıkış yolu bir iz peşine düşerler. Texas, Diane’in kızını aradığını biliyordur.
Evi karşılığında onu kızını götüreceğini söyler fakat bu bir yalandır. O bir
yağmalamacıdır. Evin tapusunu aldıktan sonra Diane’i öldürür. Felix’i evden
kovar ve karısıyla oraya yerleşir. Felix, Diane’in öldüğünü biliyordur fakat
Maria’ya söylemez. Birkaç kez evi aramayı başaran Maria cevapsız kalan telefonlarla
annesinin öldüğünü tahmin eder. Olimpo garajında bazı mahkumlar sevk
edilecekleri sandıkları hapishanelere gitmeden evvel aşılanırlar ve bir otobüse
bindirilirler. Ailelerinin haberdar edileceği söyleniyordur. Fakat filmde bu
insanların nereye götürüldüğünü bilmeyiz. Maria’nın ara sıra sohbet ettiği
mahkum, bu insanların aslında hapishaneye gitmediklerini söyler fakat nereye
gittikleri hakkında bir fikri yoktur. Alıkoyulan ve onca işkenceye maruz
bırakılan bu insanlar doktorlar, akademisyenler, avukatlar, genç öğrenciler,
kadın, erkek, yaşlı, genç fark etmeksizin düşünceleri yüzünden, verdikleri
eğitim ya da bir gruba ait oldukları yüzünden, yönetimle ilgili düşüncelerini
başkalarına da aktarabileceği düşüncesi yüzünden, evsizlere okuma yazma bilmeyenlere
okuma yazma öğrettikleri yüzünden işkence görüyorlardır. Yönetim o kadar
canavarlaşmıştır ki insanların sığındığı din adamı aslında bir rahip değil,
insanların yakınlarının isimlerini almaya çalışan bir yalancıdır. Film
sırasında geçişlerde sıklıkla Arjantin’in geniş, nizami, düzgün bir şehir
olarak panoraması gösterilir. Ama derinlere yeraltına indiğinde, çirkin, kirli,
korkutucu yüzüyle karşılaşırız. Felix, Texas yüzünden evinden ayrıldığı için
işkence merkezinde küçük bir odada kalmaktadır. Maria da zaman zaman onun
yanında yatmaktadır. Hep annesini sorar fakat Felix iyi olduğunu söyleyerek
kaçamak cevaplar verir. Maria gördüğü işkencelere bir son gelmesi adına birkaç
arkadaşının ismini vermek zorunda kalmıştır. Felix elinden geldiğince Maria’nın
insan gibi hissetmesini sağlıyordur. Ona güzel yiyecekler getiriyor, kıyafet
veriyor ve duş yapmasını sağlıyordur. Felix, bir gün Maria’yı işkence
merkezinden kaçırır. Maria’nın dışarıda ilk yaptığı şey salıncağa binerek
çocukluğuna sığınmasıdır. Daha sonra bir otele gidip sevişirler. Maria bir çok
duyguyu aynı anda yaşamaktadır. Bedeni Felix’in ellerinde gözü ise hep
kapıdadır. Maria dönmemekte ısrar eder. Felix ise kabul etmez ve Garaja geri
döndüklerinde toplama yapıyorlardır. Yine nakledeceklerdir. Maria bu kez ne
olacağını biliyordur. Maria ve Felix’in dışarıda vakit geçirdikleri gün komutan
Tigre evinde ilk sahnede bize gösterilen yatağın altına konulan bombanın
devreye girmesiyle ölür. Maria ve Felix garaja döndüklerinde ortalık
karışıktır. Texas kendinden memnun bir şekilde parti bitti der. Maria’yı
izinsiz çıkardığı ortaya çıkmıştır. Maria’nın da nakil edileceğini söyler.
Felix teleşlanır, Tigre’nin bundan haberi var mı diye sorar ve öldüğünün
haberini alır. Emri veren generaldir. Felix, hiç bir şey yapamaz. Maria,
aşılanır ve Felix’e son bir kez bakar. O bakışlarının ardında çok şey gizlidir.
Maria her şeyin farkındadır, öleceğinin de. Son sahnede kargo uçağı binlerce
insanı yutan dalgaların üzerinde uçar, gider. Sahnenin üzerinde yazılanlar ise
şöyledir; ‘1976 ile 1982 yılları
arasında, Arjantin’de askeri diktatörlük hüküm sürerken binlerce Arjantin
vatandaşı iğne ile uyuşturulup, canlı olarak uçaklardan atıldı Bugün, bu
suçların sorumlusu olan kişiler, serbestçe sokaklarda dolaşıyor.’
SONUÇ
“Üçüncü sinema” terimi Fernando Solanas
ve Octavio Getino’nun öne sürdüğü bir kavramdır. Onların kavramlaştırmasına
göre “birinci sinema” Hollywood merkezli ticari sinema, “ikinci sinema” Avrupa
merkezli Auteur sinemasıdır, ancak bu sinemaların temsilcileri diğer
bölgelerde de bulunabilir. “Üçüncü sinema” ise Üçüncü Dünya ülkelerinde oluşması
muhtemel, politik ve aydınlatıcı sinemadır. Bu politikliğinin sonucunda halkı
aydınlatma, harekete geçirme gibi niyetleri vardır. Üçüncü sinema filmleri
izleyicide bir üzüntü, huzursuzluk, sinirsel bir boşalma ve harekete geçme
isteği uyandırır. Ticari bir kaygısı yoktur bu filmlerin. İzleyiciye kendini
beğendirmeyi amaçlamaz, izleyiciyi belli konularda bilinçlendirmeye çalışır.
Hangi film izlenirse izlensin insanın yüreğinde bir yerler sızlar. Bu filmlerde
abartılı bir anlatımdan, süslü sahnelerden ziyade yalın bir anlatım vardır. Üçüncü
sinema kapsamında olan Latin Amerikan sineması içinden çıktığı toplumla karşılıklı
ilişki içindedir. Öncelikle toplumsal gelişmeler sinemayı çok yakından
etkilemektedir. Sinema üretimi toplumsal ve politik gelişmelere paralel
seyretmek zorunda kalmaktadır. Ekonomik, politik ve ideolojik olarak sinema
üretimi içinden çıktığı toplumla paralellikler barındırmaktadır. Diğer yandan,
tematik olarak Latin Amerika sineması içinden çıktığı toplumu yansıtmaktadır.
Latin Amerika sineması ana hatlarıyla toplumsal bir sinemadır. İncelemeye
çalıştığımız Olimpo Garajı filminde bizlere yani izleyicilere anlatılmak
istenen bir şey vardır. 1976-82 yılları arasında o insanlara neler olmuştur. Bu
insanların yaptığı tek şey haklarını aramak ya da insanlara yardım etmektir.
Devlete karşı çıkanlar, yönetime karşı çıkanlar ve bunun için bir şeyler
yapanlar tek tek alınıp götürülüyor, vahşice işkencelerden geçiriliyor ve
insanca bir sorgulama yaşamıyorlardır. O kayıp yıllarda işkence görenlerin
ailelerine hiçbir şekilde bilgi verilmiyordur. Üstelik hakkını arayanları da
öldürüyorlardır. Filmde yönetmenin bunu göstermesi belki belli bir kesimi
rahatsız edecekti, ama o yılları hatırlayanları, yaşayanları, işkence
görenlerin ailelerini, evlatlarından, eşlerinden bir daha haber alamayanları
derin bir acıya sürüklese de bir nebze rahatlatmıştır. Çünkü insanlar bu konuda
en azından artık bir şeyler biliyorlardır. İşte üçüncü sinemanın sağladığı en
iyi şey hiç bir şeyden haberi olmayan bizleri bir şeyler öğrenmeye sevk
etmesidir. Askeri cuntanın yok ettiği 30 bin kayıp evlat Arjantin’in başkenti
Buenos Aires’de uyuşturulup denize atıldılar, fakat bu unutulmadı ve unutturulmayacak.
Gerek filmlerle gerek Plaza de Mayo annelerinin protestolarıyla hatırlatılacak.
Filmin başındaki bomba düzeneğinin işkence merkezindeki komutan için
kurulduğunu anladığımızda ve bu bomba patladığında, bir oh çekiyorsak bu filmin
bizi manipüle etmesinden değil ezileninin direnişinin yanında olduğumuzdandır.
KAYNAKÇA
1) Üçüncü dünya ülkeleri. (2010). Erişim tarihi: 10.06.2015, http://tarihdersnotlari.blogcu.com
2) Biryıldız, E., Çetin-Erus, Z. (2007). Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması. Es Yayınları.
3) Başkavak, T (2012). Üçüncü Sinema Üzerine.
4) Armes, R. (2011). Üçüncü Dünya Sineması ve Batı. İstanbul: Doruk Yayınları.
5) Odabaş, B. (2013). Üçüncü Sinema. İstanbul: Agora Kitaplığı.
6) Arjantin Tarihi. (2009). Erişim Tarihi: 11.06.2015, http://tarihlervekulturler.blogcu.com/arjantinin-kurulusu-ve-tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder