ÜÇÜNCÜ SİNEMANIN BİRİNCİ VE İKİNCİ SİNEMAYLA İLİŞKİSİ: LEYLEĞİN ÇOCUKLARI FİLMİ VE ÜÇÜNCÜ SİNEMANIN YAPIM PRATİKLERİ
Şivan Benek
Giriş
Sinemanın ortaya çıkışından çok
kısa bir süre sonra filmler belli izleyici kitlelerine hitap edebilecek türlere
ayrılmışlardı. Bu durum 1960’lara kadar keskin bir biçimde devam etti.
1990’larla birlikle artık net bir tür farkını ortaya koymak biraz daha
zorlaştı. Biz de bu çalışma da bir “tür” (janr) olmayan, ancak yapım pratikleri
ve sinemasal yaklaşımları bağlamında kendine özgü bir perspektif çizen Üçüncü
Sinema kavramını, Birinci Sinema olarak adlandırılan konvansiyonel ve tamamen
ticari olan Hollywood, ve daha çok sanatsal ve estetik kaygıları ön plana
koyan, yönetmenin bireysel arzularının daha net görüldüğü, İkinci Sinema olarak
adlandırılan Avrupa sanat sineması ile bir karşılaştırmasını tartışmaya
çalışacağız. Çalışma bağlamında, Tony Gatlif’in 1999 yapımı Leyleğin Çocukları (je Suis n d’une Cigogne)
filmi üzerinden Üçüncü Sinema kavramı ve yapım pratikleri, “Birinci” ve “İkinci”
sinemalarla olan ilişkisi tartışılacaktır. “Üçüncü”, “İkinci” ve “Birinci”
sinemaların ne olduğuna, neyi işaret ettiğine ve bunların kesiştiği alanlara
değinilecektir.
Bir Kavram
Olarak Üçüncü Sinema
İlk
olarak “Üçüncü Sinema” kavramını ortaya koyan Fernando Solanas ve Octavio
Gettino, yaşadıkları coğrafyanın (Latin Amerika) siyasal, kültürel ve
sosyo-ekonomik ikliminden hareketle bizlere farklı bir noktayı işaret
etmekteydiler. Bu salt bir sinemasal yönelim olarak okunamayacak ya da film
yapım pratiğini sorunsallaştırmayacak bir işaretti. Solanas ve Gettino’nun
öncelikle deşifre ettikleri alan, Latin Amerika coğrafyasındaki sömürü
düzeniydi. Yıllarca, Batı’nın arka bahçesi olarak gördüğü bu coğrafya ikinci
dünya savaşından sonra yavaş yavaş içsel bir silkinme yaşayarak toplumsal
hareketlere yerini bırakmaktaydı. Ancak, özellikle kapitalizmin yarattığı
krizler, ABD destekli askeri müdahaleler, açlık, yoksulluk vs bu coğrafyanın
kaderiymişçesine kabullendirilmeye çalışılmaktaydı. İşte Solanas ve Gettino
böyle bir olgudan hareketle siyasal ve ekonomik olanın sinemadaki tezahürü
olabilecek bir kavram olan “Üçüncü” kavramıyla aslında sömürgeciliğin ve
kapitalizmin yarattığı güç tekeliyle boğuşan uluslara/ülkelere göndermede
bulunmaktaydılar. Eğer bir “üçüncü” varsa muhakkak bir “ikinci” ve “birinci” de
olmak zorundaydı. Bu durumda bu benzetmeyi sinemasal yönelimlere ve
yaklaşımlara benzetmeye çalışacak olursak; birinciyle kastedilen Hollywood,
ikinciyle kastedilen Avrupa sineması olmalıydı.
Üçüncü Sinema’ya değinmeden önce Latin
Amerika’da Solanas ve Gettino’yu etkilemiş olan Cinema Novo’ ya değinmekte
fayda var. Cinema Novo hareketi 1950’lerde Brezilya’da, kapitalizme,
sömürgeciliğe, yoksulluğa ve en önemlisi ticari sinemaya karşı bir sinemasal
hareket olarak doğmuştur. Cinema Novo örneklerine bakıldığında sömürgecilik
sonrası Latin Amerika coğrafyasında Batı’nın yarattığı hegemonik siyasal ve
ekonomik yapılara bir karşı çıkış söz konusudur. Sınıfsal eşitsizliklerin
irdelendiği filmlerde açlık ve yoksulluk en somut haliyle sunulur. Cinema
Novo’nun önemli isimlerinden Glauber Rocha, Latin Amerika’nın en büyük
sorununun “açlık” olduğunu söylemekteydi. 1965’te kaleme aldığı “Açlığın
Estetiği” adlı çalışmasında şiddeti açlığın doğurduğunu, dolayısıyla da
sinemada açlığın ve şiddetin estetiğini vermeye çalıştıklarını söylemekteydi.
“Ahlaki duruş açısından bu şiddet, nefret ve hınçla tamamlanamaz. Bu şiddetin
kaynaklık ettiği sevgi, aşk şiddetin kendisi kadar acımasızdır. Çünkü bu ne bir
kendi kendinden hoşnut olma sevgisidir ne de derin bir düşünme halidir, aksine
daha çok bir eylem ve dönüştürme anıdır”(Odabaş, 2013). “Fanon'un belirttiği gibi; bireyler düzeyindeki şiddet arındırıcı bir
güçtür, onu kendi aşağılık kompleksinden, ümitsizliğinden ve eylemsizliğinden
kurtarır; onu korkusuz yapar ve kendine saygısını yeniden sağlar”(1990, akt,
Wayne, 2009:31). Bundan hareketle Novo örneklerinde
Brezilya’daki yoksulluğun ve sınıfsal eşitsizliğin yarattığı şiddet en temelde
Latin Amerika’nın ortak sorunuydu. Şimdi de Üçüncü sinema kavramına bakmakta
yarar var.
Fernando Solanas ve Octavio
Gettino “üçüncü Bir Sinemaya Doğru” adlı bildirilerinde “Üçüncü Sinemanın”
sınırlarını, olanaklarını, yapım koşullarını, ideolojik arka planlarını birinci
ve ikinci dünya sinemalarını ve birinci ve ikinci dünyayı tanımlayarak
açıklamaya çalışmışlardır. Bu bir manifesto olarak da okunmuştur/okunabilir.
Solanas ve Gettino’ya göre, Birinci sinema ticaridir ve sömürü düzenini
Hollywood estetiği ile devam ettirmektedir. İkinci sinema ise daha çok
bireyseldir ve toplumsal olana ancak dolaylı olarak bakabilmektedir. İkinci ile
kastedilen Avrupa sanat sinemasıdır. Üçüncü sinema en nihayetinde sömürgecilik
sonrası ortaya çıkmış ve bulunduğu coğrafyanın siyasal dinamiklerinden gücünü
almaktaydı. Wayne’e (2009) göre üçüncü sinema, tarihi süreç, değişim, çelişki,
mücadele gibi kavramları tarihin diyalektiği olarak kavramanın araçlarını
geliştirmeye çalışmıştır. Tarihin büyük açıklayıcı olduğunu; niye biziz?
Neredeyiz? Ve kimiz? Gibi soruları sorunsallaştırdıklarını belirtmişlerdir.
Odabaş’a (2013) göre, “Üçüncü Sinemayı belirleyen ne türü ne de belirgin
siyasal yaklaşımıdır; onun dünyayı algılayış biçimidir. Herhangi bir konu, öykü
üçüncü sinema tarafından işlenebilir. Sömürülen ülkelerde, üçüncü sinema
söylence karşıtı, ırkçılık karşıtı, burjuva karşıtı ve sömürge karşıtıdır”.
Bunun için Üçüncü sinema egemen olanın dilini ve söylemini terk edip yeni bir
direniş dili ve biçimi oluşturmalıydı. Daha çok Marksist bir itkiyle hareket
eden Üçüncü sinemacılar toplumsal düzeyde makro ve mikro eşitsizlik üzerine
kurulu yapıları ifşa etmeye çalışmışlardır. Birinci ve ikinci sinemanın
seyirciyi harekete geçirmeyen, aksine uyutan yapıtlarına karşı çıkarak,
izleyici katılımcı bir yol izlemişlerdir. Onlara göre sinema toplumsal
muhalefetin önemli araçlarından biri olmalıdır. Ve gerektiğinde bir eylem
aracına dönüşmelidir. Garcia Espinosa “Mükemmel Olmayan Bir Sinemaya Doğru”
çalışmasında popüler ve ticari sinemanın haz ve estetik üzerinden izleyiciyi
pasifleştirdiklerini vurgulamaya çalışmıştır. Yine Arjantin’de ortaya çıkan
Cinema Liberation (Kurtuluş Sineması) izleyicinin edilgenliğinden kurtulup,
mücadeleye katılmasını amaçlamıştır. Bu sinemasal hareketlerle üçüncü
sinemacılar, sinemanın toplumsal olarak dönüştürücü ve uyandırıcı bir etkisinin
olabileceğini belirtmeye çalışmışlardır.
Üçüncü Sinema örneklerine
bakıldığında sinemanın daha demokratik bir alan olarak kullanımının söz konusu
olduğunu söyleyebiliriz. Toplumsal bir düşünüşle aktifleştirici ve katılımı ön
planda tutmaya çalışan bir sinemanın varlığından söz edilebilir.“Üçüncü sinema rekabete, emek üzerinde
hiyerarşik yapısal kontrole, sorumsuz seçkin kontrolünde ve hepsinden önemlisi
değişim değerine dayanan bir sistemin reddi olan işbirliğine, demokrasiye,
sorumluluğa ve kullanım değerine dayanan çalışma pratikleri geliştirmiştir”
(Burton, 1997 akt Wayne, 2009:101). Üçüncü sinema izleyici temellidir, fakat bu
istenilen ya da düşlenen izleyici, bir eylem olarak görülen film üretiminin ve
tüketiminin bilinçli üyeleri olmalıdır. “Üçüncü Sinemanın başlıca hedeflerinden
biri, izleyicinin bilişsel ve entelektüel güçlerini harekete geçirmektir”(Wayne,2009:29).
Film salt, eğlencelik bir araç olarak okunmamalı, gerektiğinde film izleme
edimini gerçekleştirenler filmin sorunsallaştırdığı olguya eğilip eyleme dahil
olmalıdır. “Bir kuram ve uygulama olarak üçüncü sinema, kendi sınıfsal
köklerini şaşırtıcı bir kendini yansıtmayla göstererek entelektüellerin
konumunu hem emperyal metropol kültürü, hem de onların altındaki kitleler
açısından sorgulamıştır” (Wayne,2009:35)
Üçüncü İkinci ve Birinci Sinemalar: Bir
Etkileşim olarak “Leyleğin Çocukları”
Leyleğin
Çocukları (Je Suis ne d’une Cicogne) 1999 yılında Tony Gatlif tarafından çekilen, oyuncu kadrosunda Romain
Duris (Otto), Rona Hartner (Louna) ve Ouassini Embarek (Ali) gibi oyuncuları
bulunduran 84 dakikalık bir filmdir. Yirmi iki yaşındayken bir kamyonun altında
Fas’tan Fransa’ya geçen Cezayirli Muhammed’e adanmıştır film.
Otto, annesiyle yaşayan yirmili yaşlarda bir
işsizdir. Louna, Fransa’da yaşayan, yirmili yaşlarda işsiz bir Alman
vatandaşıdır. Ali ise Cezayir asıllı, onsekiz-ondokuz yaşlarında, işsiz bir
Marksisttir. Bu üçlünün kesişme noktaları işsizliktir. Otto, kamusal alanlarda
gazete satarak geçinmeye çalışır fakat kazandığı para hayatını idame etmesine
yetmez. Louna bir kuaför salonunda çalışır fakat sürekli işe geç kaldığından ve
elit müşterilerin beklentilerini karşılayamadığından işten kovulur. Ali ise
asimile olduğunu kabul eden babasının domuz eti yemesini dayatması üzerine
evini terk eder.
Leyleğin Çocukları Fransa’daki işsizliği, kapitalizmi, burjuvaziyi,
göçmenlik sorununu, ekolojik sorunları perdeye taşıyarak belgesele yakın bir anlatı
sunar. Film, birinci dünyada üretilmiş, ikinci sinemanın özelliklerini
barındıran, üçüncü dünyayı sorunsallaştıran ve üçüncü sinemanın diline yakın
bir üslup takınmaktadır. Bu filmi incelerken Mike Wayne’nin Üçüncü sinemanın
diyalektiği üzerine fikirlerinden hareketle, artık girift kesişmeler barındıran
Üçüncü, İkinci ve Birinci sinemaların kesiştikleri noktalar üzerinden hareket
etmeye çalışacağız. Dediğimiz gibi film en nihayetinde birinci dünyada
üretilmiş fakat üçüncü sinema anlatısına ve yapım-çekim pratiklerine yakındır. “Üçüncü
Sinema, üçüncü dünya denilen alanla sınırlandırılmamalıdır. Birinci, İkinci ve
Üçüncü Sinema’lar coğrafi alanlara değil, ama kuramsal yapılara/çalışma
pratiklerine, ilişkili estetik stratejilere ve onlarla ilişkili kültürel
politikalara işaret eder. Bu nedenle eğer Birinci ve İkinci sinemaları
karmaşıklıkları içinde anlarsak, Üçüncü Dünya’da Birinci ve İkinci Sinema’lara
ve Birinci Dünya’da Üçüncü Sinema’ya sahip olduğumuzu anlamaya daha fazla hazır
oluruz” (Wayne, 2009:16). Wayne’nin de belirttiği gibi artık üçüncü dünyada
birinci ve ikinci sinema örneklerine ya da birinci dünyada üçüncü sinema
örneklerine rastlamaktayız. En temelde Wayne’nin ve üçüncü sinema
kuramcılarının da belirttiği gibi üçüncü sinema örnekleri yalnızca üçüncü dünyayla
sınırlandırılamayacak denli karmaşıklıklar barındırmaktadır.
Film, işsizlik karşıtı bir eylem
sahnesiyle açılır. Daha en başından üçüncü sinemanın temel eleştiri alanı
haline getirdiği kapitalizm sorunsallaştırılmaktadır. Üçüncü sinema
örneklerinde alışık olduğumuz sinemasal üslubu bu filmde de görmekteyiz. Yöneten-yönetilen,
işçi-patron, göçmen-yerli, alt sınıf-üst sınıf vs gibi diyalektik konular
filmin tematik çoğunluğunu oluşturmaktadır. Film, mizahi bir tonda ilerler,
ancak temel derdini daha çok doğrudan eyleme dönüştürmeyi amaç edinir. Otto’nun
da katıldığı eylemde “yönetenlerin
ceplerinde harcayacak paraları var” sloganı ile kapitalizmin yarattığı
krizlerden etkilenen insanların ya da toplumların yaşamına göndermeler
bulunmaktadır. Yine üçüncü sinemanın temel hareket noktalarından olan eyleme
geçirme ya da aktifleştirme Leyleğin
Çocukları’nda sıkça başvurulmuş bir durumdur. Çeşitli duvar yazılarıyla
toplumsal, ekonomik eşitsizlikler deşifre edilmeye çalışılmıştır. “tak-yık dedi o, çal-çırp dedi o” gibi
duvar yazılarıyla film muhalif bir alan açmaya çalışmaktadır. Filmin dili ve
üslubu muhalif bir yaklaşımı benimseyerek çeşitli sorunlara değinmeye
çalışılır. Otto, Louna ve Ali’nin hayatına tesadüfen giren bir leylek üzerinden
özelde Fransa’daki genelde ise Avrupa’daki göçmenlik ve mültecilik
sorunsallaştırılmaktadır. İç ses olarak duyduğumuz leyleğin sesi, bir kamyonun
altında Cezayir’den Fransa’ya gitmeye çalışırken hayatını kaybeden Muhammed
adlı göçmene atfedilmiştir. Bu olgu üzerinden sömürgecilik sonrası hareketlere
değinilmiştir. Cezayir’in bağımsızlığını savunan ve sömürgeciliği deşifre
etmeye çalışan Mourice Joyeux radyodan bağımsızlık üzerine konuşurken
karakterlerimiz pür dikkat onu dinlerler.
Filmde bol miktarda yabancılaştırma
efekti kullanılarak ana akım, ticari sinemaya bir karşı çıkış söz konusudur. Claude
ön isimli Fransız yönetmenler sayılırken endüstriyel sinemaya yapılan eleştiri
dış sesle şöyle der: “tüm endüstri
rehberini ezberlemiş”. Karakterler bir anda filmden silinebilmekteler ya da
Otto kameranın varlığını izleyiciye hissettirebilmek için bolca kamerayla
oynar. Filmde aynı zamanda sinema tarihine de bir gönderme bulunmaktadır. Sinemadaki
yıldız sistemine yapılan eleştiri Louna’nın Madonna ve Marlyn Monroe’yu
eleştirdiği sahnede filmden silinmesiyle eleştirilmektedir.
Üçüncü sinema belgeselin farklı
biçimleriyle ve imgesel filmlerin tarzında çalışılabilir. Hem sinemanın
geleneksel olarak yapılış tarzına (örneğin, kolektif ve demokratik yapım
yöntemlerine öncülük etmiştir) hem de tüketilme tarzına karşı çıkar. Salt
eğlenceyi reddeder, ancak sıkıcı bir sinemayı ya da basit polemikler sinemasını
kendine yasaklar (Wayne, 2009:14). Leyleğin
Çocukları, üçüncü sinemanın başat temalarını mizahi bir dille ve eğlencenin
sınırlarını aşmayacak bir biçimde irdeler. Toplumsal adaletsizliğin, gelir
dağılımındaki eşitsizlik, kapitalizm vs ancak bireyler silaha başvurduklarında
dize gelirler. Bir silah edindikten sonra Otto, özgüvenini kazanır ve
adaletsizliğe uğradığı tüm durumları kendi lehine çevirmeye çalışır. Bira içtiği
barda para ödemez. Bar sahibi “parayı kim
ödeyecek?” diye sorduğunda Otto, silahını göstererek “işsizlik” der. Ve parayı ödemeden çıkar.
Üçüncü sinema ya da üçüncü
sinema özelliği taşıyan filmlerin yalnızca üçüncü dünyada üretilmediğini,
aksine üçüncü sinemanın birinci dünyada da üretilebildiğini söylemiştik. Leyleğin Çocukları bu bakımdan ele alınması
gereken önemli filmlerdendir. “ Üçüncü sinema sadece Üçüncü dünya ülkelerinde
işlevini yerine getirmez; baskı altında olan ve sinemasal egemenliği ve
kurallarının geçerli olduğu Batı’ya karşı koyan toplulukların bulunduğu her
yerde yapılabilir”(Selfridge, 1995’den aktaran, Odabaş, 2013:15). Filmin çekildiği
ülke Fransa, yani birinci dünya diyebileceğimiz bir yer. Filmin yönetmeni
Gatlif Tunus asıllı bir Çingene. Filmin oyuncularından R.Hartner (Louna)
Romanyalı bir Çingene. Bu bakımdan film Odabaş’ın belirttiği üzere Üçüncü
sinemanın yalnızca Üçüncü dünya ile sınırlandırılamayacağının iyi bir örneği
durumunda. Filmin ilerlediği temel düzlemler; göçmenlik, kapitalist düzenin
yarattığı çatlaklar, mültecilik, işsizlik, post-kolonyalizm olarak karşımıza
çıkmaktadır. Aslında Solanas ve Gettino’nun sınırlarını belirledikleri Üçüncü
sinema manifestosunun içine tamamen dahil edebileceğimiz alanlar filmin temel
sorunsalını oluşturmaktadır. Filmin biçem özelliklerine baktığımızda da aynı
itkiyi görmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Espinosa’nın Mükemmel Olmayan Bir Sinema bildirisinde
belirttiği gibi üçüncü sinema sanatsal-estetik değerleri yüceltmez. Espinosa,
teknik ve sanatsal olarak kusursuzca gerçekleştirilen bir sinemanın gerici bir
sinema olduğunu söyler. “İdeal olarak kitleler tarafından üretilmesi gereken
sinemanın halihazırda elit bir kitle tarafından üretildiğine dikkat çekerek bu
sistemde sinemacının nasıl hareket etmesi gerektiğini tartışmıştır”(Biryıldız
ve Erus, 2007:31-32).Leyleğin Çocukları’na
baktığımızda aynı şekilde teknik bir mükemmeliyetçilikten kaçınıldığını
rahatlıkla görebiliriz. Hatta elitist sinema üretimine film festivalleri üzerinden
bir eleştiri yapıldığını filmde görmekteyiz. Farklılıklar Festivali isimli film festivalinin ödül törenine rastgele
giren Otto ve Louna okunan isimlerin ardından sahneye fırlayarak verilen
ödüllerle alay ederek ayrılırlar. Ardından salonda bir karmaşa yaşanır
ödüllerin çalındığı belirtilir ve bir hareketlilik yaşanır .
Film, bir başka düzlemde
Fransa’daki göçmen sorununu ırkçılık üzerinden sorunsallaştırır. Karınlarını doyurmak
için girdikleri evde Otto, Louna ve Ali, ırkçı söylemler öğretilen bir
papağanla karşılaşırlar. Papağan Arap olan Ali’nin varlığını kastederek Fransa’nın
aşırı sağcı liderlerinden olan Le Pen’i anarak “çok yaşa Le Pen! göçmenler evine” diyerek bağırır. Louna tarafından çöpe atılan
papağan hala bağırarak Le Pen’i anmaya devam eder. Louna onu vurmak zorunda
kalır. Filmin de sorunlaştırdığı gibi özelde Fransa’nın genelde ise Avrupa’nın
hala ırkçılıkla yüzleşmediği vurgulanmaktadır.
Sonuç
İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlıklarına kavuşan birçok ülkede olduğu gibi
Latin Amerika’da da sömürgecilik, sömürgecilik sonrası faaliyetlerle
irdelenmeye çalışıldı. 1960’larda özellikle toplumsal solun yükselişiyle
birlikte Batı’ya karşı muhalif alanlar yaratılmaya çalışıldı. Sinema da bu
alanlardan birisi oldu. Batı’nın dünyaya dikte ettiği değerler artık
sorgulanmaya başlanmıştı. Üçüncü Sinema kavramı da bunun sinemadaki
görünürlüğünü karşılamaktaydı. Özellikle Latin Amerika coğrafyasında baş
gösteren alternatif sinema hareketleri kısa bir zamanda Batı dışındaki
toplumlarda da karşılık bulmaya başladı. Fakat zamanla sinemadaki üretim
pratiklerinin de sınırların dışına çıkmaya başlamasıyla artık saf bir akımdan
söz etmek ya da onu bir coğrafyayla sınırlandırmak mümkün olmamaktaydı. Bizim de
ele almaya çalıştığımız “Leyleğin
Çocukları” filmi bu itkiyi içinde barındırdığı
için Üçüncü Sinema bağlamında filmi tartışarak, Birinci ve İkinci sinemayla
olan ilişkisini Üçüncü-İkinci-Birinci sinema kavramlarını tartışarak ele almaya
çalıştık. Ayrıca Wayne’den referans alarak sinemasal bir hareket olan Üçüncü
Sinema kavramının Birinci dünyadaki karşılığına ve üçüncü dünyada yapıldığı
gibi bir itkiyle yapılıp yapılmadığına bakmaya çalıştık. Sonuç olarak Wayne’nin
de belirttiği gibi Üçüncü sinema coğrafyalarla sınırlandırılmamalıdır. Leyleğin Çocukları da birinci dünyada
üretilen ağırlıklı olarak Üçüncü sinema özelliği taşıyan fakat mikro düzeyde
içerisinde Birinci ve İkinci sinemanın da nüvelerini barındıran bir filmdir.
Kaynakça
Biryıldız.
E, Erus. Z.Ç (2007) Üçüncü Sinema ve
Üçüncü Dünya Sineması. Es Yayınları. İstanbul
Wayne.
M. (2009) Politik Film Üçüncü Sinemanın
Diyalektiği. Yordam Yayınları. İstanbul.
Odabaş.
B.(2013) Üçüncü Sinema. Agora Yayıncılık.
İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder