KOLONYAL
VE ÜÇÜNCÜ SİNEMA BAKIŞI ÜZERİNDEN “EMİTAΔ FİLMİ
Arafat Kalkan[1]
Bu çalışma, Ousmane Sembene’nin EMİTAÎ
(1972) filmini sömürgecilik ve Üçüncü Sinema kavramı çerçevesinde
inceleyecektir. Çalışma da öncelikle sömürgecilik ve Üçüncü Sinema kavramanı
açıklayarak, sömürgenin tahakküm altına aldığı topraklarda kendi çıkarları
doğrultusunda neler yaptığını, filmden örneklerle açıklayarak daha sonra filmin
Üçüncü Sinema örneği olup olmadığını tartışacaktır
E.W. Said Şarkiyatçılık/Batının Şark Anlayışları, kitabında söylediği
“Şarkiyatçılık Düşüncesi” sömürgecilik
açısından önemli bir yerde durmaktadır. Batı ve Doğu’yu icat eden bu düşünce,
Doğu’yu her zaman keşfedilmesi gereken, gizemli, tahakküm altına alınması
gereken bir yer olarak betimler. Şark’ın
hareketsiz bir doğa olgusu olmadığını, nasıl Garp’ın belli yer değilse Şark’ta
belli bir yer değildir, diyor ve tarihsel varlıkları bir yana “Şark” ya da
“Garp” çeşidinden coğrafi ve kültürel bölünmelerin insan yapımı olduğunu
söyler. Dolayısıyla, Batı kadar Şark da
kendisine Batı’da ve Batı için gerçeklik ve mevcudiyet kazandıran bir tarih ile
düşünme geleneğine, bir ortak imge ve sözcük dağarcığı geleneğine sahip bir
fikirdir. Böylelikle bu iki coğrafi varlık birbirini destekler, bir ölçüde
birbirini yansıtır. Dolasıyla Şarkiyatçılık ortaya çıkan Şark, Şark’ı Batı
bilgisine, Batı bilincine, sonra da Batı egemenliğine taşıyan bir güçler öbeği
bütünü tarafından şekillendirilmiş bir temsil biçimleri dizgesidir( Said, 2012).
Loomba’ya göre (2000, 65) Şarkiyatçılık’
ın kolonyalizm hakkında yeni türde bir çalışmayı başlattığı söylenebilir. Said,
Avrupa kökenli edebi metinlerin, seyahatnamelerin ve öbür yazıların Avrupa ile
onun “ötekiler”i arasında bir ikilik (dichotomy) yarattığını ve bu ikiliğin hem
Avrupa kültürünün yaratılmasında hem de Avrupa’nın başka ülkeler üzerine
kurduğu hegemonyanın sürdürülmesi ve genişletilmesinde merkezi bir yer
tuttuğunu savunur. Said’in projesi, Avrupalı olmayan halklara ilişkin “bilgi”nin
nasıl da bu halklar üzerinde uygulanan iktidarın muhafaza edilmesinin bir
parçası olduğunu göstermeyi amaçlar; böylelikle “bilgi” statüsünün gizemi bozulmuş
ve bilgideki ideoloji öğesi ile nesnellik öğesi arasındaki çizgiler
bulanıklaştırılmış olur…Said, kolonyal tarih ve ilişkiler içerisinde zorunlu
olarak yer alan insanlar tarafından üretildiği için, Doğu hakkındaki bilginin
asla masum ya da “nesnel” olamayacağını savunmuştur…Kolonileştirilmiş halklar
irrasyoneldir ama Avrupalılar rasyonellerdir; birinciler barbar, şehevi ve
tembel, Avrupa ise cinsel iştahların denetim altında tutulduğu ve başat etiği
sıkı çalışma etiği olan medeniyetin kendisidir; Şark durağandır, Avrupa ise
gelişir ve ileri yürür; Avrupa’nın erkeksi olabilmesi için Şark’ın kadınsı olması
gerekir( Loomba, 2000; 65-69)
Kolonyalizm ve Emperyalizm sıklıkla
birbirinin yerine kullanılabilmektedir. Oxford English Dictionary’ye ( OED)
göre, kolonyalizm sözcüğü, “çiftlik” ya da “yerleşke” anlamına gelen ve başka
topraklarda yerleşseler de Roma yurttaşı sayılmaya devam eden Romalılar’a
gönderme yapan Latince “colonia” sözcüğünden gelir. Buna göre OED kolonyalizmi
şöyle tarif eder:
Yeni
bir ülkedeki bir yerleşke…yeni bir yöreye yerleşen, anayurtlarına tabi halde ya
da onunla bağlantısını koruyarak bir topluluk oluşturan bir grup insan;
yerleşimi ilk olarak gerçekleştirenlerin soyu ve ardılları tarafından bu
şekilde oluşturulan topluluk anayurtla bağlantıyı koruduğu sürece bu yerleşime
“colonia” denir.
Loomba’ya
göre bu tanımlamada daha önce orada yaşıyor olabilecek insanlardan söz
etmemesi, fetih ve tahakkümü çağrıştıracak herhangi bir imayı “kolonyalizm”
sözcüğünden boşaltmış olur. Kolonyalizm dünyanın farklı yerlerinde aynı
özellikleri sergileyen özdeş bir süreç
değildi; tersine, gerçekleştiği her yerde o yörenin asıl sakinleri ile yeni
gelenlere insanlık tarihindeki en karmaşık ve travmatik ilişkiler içine
fırlattı…O nedenle, kolonyalizm, başka insanların toprakları ve mallarının
fethedilmesi ve denetlenmesi olarak tanımlanabilir…Yeni topraklarda bir
“topluluk olışturma” süreci zorunlu olarak, orada daha önce zaten bulunan
toplulukları bozma ya da yenidenoluşturma süreci anlamına gelir ve ticaret,
pazarlık, savaş, soykırım, köleleştirme ve isyanlar dahil olmak üzere kapsamlı
bir pratikler silsilesini içerir(Lommba,2000;18-19).
Çetin-Erus’a göre (2007), Üçüncü Sinema’nın
kökleri, Üçüncü Dünya ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası
gerçekleştirdikleri anti-emperyalist mücadeleye dayanır ve Üçüncü Dünya
terimini anlayabilmek için İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda
gerçekleşen köklü değişimlere bakmamız gerektiğini söyler. Bu yıllara
baktığımızda Avrupa sömürgeciliğinin çöküşte olduğu yıllardır, eski sömürgeler
birer ikişer bağımsızlık kazanmaya başlamışlardır. Bolivya ve Küba’da toplumsal
devrimler meydana gelmiş ve bunlar Üçünü Dünya coğrafyasında devrim umut ve
coşkusunu körüklemiştir. Ancak daha sonraki süreçlerde yaşanan, emperyal
sermaye krizleri ve özellikle ABD ‘nin yeni emperyal süreçte kendini
güçlendirmek ve “merkezde” konumlandırmak için özellikle Latin Amerika’da desteklediği
askeri darbeler ve ambargolar sonucunda yaşanan; açlık, yoksulluk ve toplumsal
eşitsizlikler düş kırıklığı yaratmıştır.
Bu süreçte Brezilya’da ortaya çıkan
Cinema Novo(Yeni Sinema Hareketi) “Üçüncü Sinema” kavramının öncüsü
sayılabilir. Yeni Dalga’dan etkilenen bu hareket, sömürgeciliğin yarattığı
sosyo-ekonomik sorunları dert edinmekte ve ticari sinemaya karşıdır. Bu akımın
önemli temsilcilerinden Glauber Rocha, 1965 denemesi “ Açlığın Estetiği”(“Şiddetin
Estetiği”) ile birçok kişi tarafından Üçüncü Sinema manifestolarını başlatan
kişi olarak görülmüştür. Rocha’ya göre film, gerek ele aldığı konu gerek bunu
işleyişinde geleneksel kalıpların dışına çıkmalıdır. Latin Amerika’nın
özgünlüğü, onun açlığıdır ve açlığın en soylu kültürel bildirgesi şiddettir. Bu
doğrultuda açlık ile şiddet filmi noktasını oluşturur. Şiddet, açların normal
davranışıdır, şiddet anı sömürgecinin sömürgeleştirenin varlığının farkına
vardığı andır( Chanan’dan akt; Biryıldız, Erus, 2007; 25). Bu açlığın sadece
bir tema olarak kalmayıp, kısıtlı üretim araçları kullanmasıyla kendisi de “aç”
olmalıdır. Açlığı ve şiddeti sinemada yansıtmak için ihtiyaç duyulan tek şeyin
“elde bir kamera ve kafada bir fikirdir.” Üçüncü Sinema terimi, ilk olarak
Solanas ve Gettino’nun ünlü “Üçüncü Bir Sinemaya Doğru” manifestolarında
kullanılır. Somut bir film çekme deneyimine dayanan manifestoda, Solanas ve
Gettino henüz yeni tamamladıkları Kızgın
Fırınların Saati( La Hora de los hornos,1968) filminin üretim dağıtım ve
gösterim sürecinden yola çıkmışlardır( Biryıldız, Erus; 2007: 26). Solanas ve
Gettino Üçüncü Sinema tanımlarken, Birinci Sinema’yı Hollywood sineması olarak
görür, her yönüyle sistemin emrinde olan, üretim, dağıtım ve gösterimin sadece
ticari çıkar odaklı olan bu sinema politiktir ve sistemin ideolojisinin sözcüsü
olarak görür. İkinci Sinemayı, Yeni Dalga ( Nouvelle Vague) ve Brezilya’daki
Yeni Sinema Hareketi ( Cinema Novo) olarak tanımlar. Solanas ve Gettino İkinci
Sinemayı, Hollywood’a göre ileri bir adım olarak görür. Sisteme muhalefet eder
ancak bu muhalefet sınırlarına yaklaşmıştır. Bireyin sorunlarına odaklanan bu
sinema toplumsal muhalefetten uzaklaşmışlardır. Evrensel olduğunu iddia
ettikleri sanat ve modellerin peşinde koşarken ulusallıktan kopmuşlardır. Bu da
sisteme karşı ve kitleleri kışkırtan filmler olmamalarını sağlamıştır. Solanas
ve Gettino’ya göre, halktan ve gerçeklikten kopmuş, sözde ilerici bir yola
sapmış olan entelektüellerin, ortak savaşın gereklerine inanıp devrimci
mücadelenin hizmetine girmeleri ile sinema devrimci güçler tarafından
kullanılabilir hale gelecek, gerçek bir anlam kazanacaktır. Solanas ve
Gettino’nun manifestosu, 1960’ların devrimci hareketleri içinde,
anti-emperyalist mücadelede, ulusal kültürün bir parçası olarak sinemanın
önemli rolü olduğunu iddia eder ve bu sinemanın özelliklerini tanımlar.
Emperyalist güçlerin bilim, kültür, sanat ve sinemayı kendi ideolojilerini
yaymak için kullandıklarına dikkat çeken yazarlar, bunun karşısında Üçüncü
Dünya uluslarının da devrimci bir bilim, kültür, sanat ve sineması olması
gerektiğini savunurlar.( Biryıldız, Erus;2007 :26-32).
Julio Garcia Espinosa, 1969 yılında kaleme
aldığı “ Mükemmel Olmayan Bir Sinema İçin” adlı manifestosunda, ideal olarak
kitleler tarafından üretilmesi gereken sinemanın hâlihazırda elit bir kitle
tarafından üretildiğine dikkate çekerek bu sistemde sinemacının nasıl hareket etmesi
gerektiğini tartışmıştır(Biryıldız, Erus; 2007: 31). Mükemmellikten uzak sinema
için ana karakterler “sağduyulu” yani değiştirebilecekleri bir dünyada,
düşünen, hisseden ve var olan insanlardır. Tüm sorunlara ve zorluklara karşın,
dünyayı devrimci bir şekilde değiştirebileceklerine inanmışlardır. Sonuçların ve elde edilenlerin kutlanmasıyla
ilgilenen Batı sinemasının aksine, mükemmellikten uzak sinema “her şeyden önce,
sorunların nedenlerinin oluşumunu göstermelidir(Armes,2011; 222).Üçüncü Sinema
dair söyleyebileceğimiz, kavramın ortaya çıktığı dönemdeki politik atmosfer
belirleyici olmuştur, seyircisinin pasif değil aktif olmasını ister ve rahatsız
etmek ister, filmlerin Üretim aşamasında, gösterim aşamasında hiyerarşik ve ticari
bir düzlemde değil de kolektif bir düzlemde olmasını savunur. Batı’nın dayattığı
haz ve estetiğe karşı çıkarak devrimci mücadelede seyircinin eylemliliğini
kışkırtan bir sinema olmalıdır, hatta Solanas ve Gettino “projektörü saniyede
24 kare ateş eden bir silah “ olarak görür. Emperyalizm yarattığı
sosyo-ekonomik sorunları nedenleri ile beraber tüm çıplaklığı ile göstermelidir.
Wayne’ye göre (2009; 29) Üçüncü Sinema’nın başlıca hedeflerinden biri,
izleyicinin bilişsel ve entelektüel güçlerini harekete geçirmelidir. Willemen’in
bize anımsattığı gibi “kültür endüstrisi duygusallığı düzenlemede aşırı derece
ustalaşırken, anlama arzusunu kasıtlı olarak köreltir.” (1989: 13) Günümüz
üzerinden düşündüğümüzde kitlelerin 1960’lardan çok daha farklı olması, dağıtım
olanaklarının çok daha fazla olması ancak bir yandan sistemle iç içe olması,
teknolojik gelişmeler, yeni emperyal ilişkiler, değişen toplumsal tabakalar,
tekrardan Üçüncü Sinema kavramı ve pratiği üzerine düşünülmesini gerekli
kılmaktadır.
“EMİTAΔ FİLMİ
Film Adı:
EMİTAÎ
Filmin Yönetmeni:
OUSMANE SEMBENE
Yapım yılı:
1972
Film;
İkinci Dünya Savaş’ı sürecinde Fransız otoritesinin, Senegal’in Casamence
bölgesinde yaşayan Diola halkı ile arasında yaşananları anlatır. Fransız
sömürgeci birliklerin Diola’daki genç erkekleri zorla askere almak için
uyguladığı baskı ve otoriteyi anlatan film, Diola halkının bu baskı ve otoriteye
karşı gösterdikleri direniş sonucu, “Fransız” birlikleri köy halkının hasadı olan
pirince el koymak ve almak için şiddet kullanır.
Sömürgecilik
bağlamında filmi düşündüğümüzde;
Filmin giriş sahnesinde ellerinde silah
Fransız sömürgesine bağlı iki askerin yoldan geçen Diola’lı erkeği zorla alarak
sonra yine çalılıklara saklanarak bisiklette gelen başka bir Diola’lıyı zorla
ellerindeki silahlarla tehdit ederek alıkoymaları ve diğer alıkoydukları
erkeklerin yanına götürerek başlar. Sömürgecilik tam da bu noktada başka bir toprak
üzerine kurulan tahakküm, baskı ve kendi çıkarları doğrultusunda bunu
şekillendirmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Orada yaşayan herkesin de bu
ideolojik belirlenimler üzerinden şekillendirilmesine dayanır. Denetim altına
aldığı topraklarda, orada yaşayanların bir kısmını da kendi rızası ile kolonyal
rejimin içinde dâhil eder. Filmde bu anlamda, genç erkekleri toplayan askeri
birliklerin “orada” yaşayanlardan oluşması bize bunu gösterir. Fakat bu
askerler, Fransız üniforması giymiştir, Fransızca konuşmak için çabalar. Filmde
oğlu kaçtığı (veya bu duruma karşı çıktığı için, bir direniş pratiği olarak da düşünebiliriz) için babayı köy meydanında,
herkesin gözleri önünde aşağılanması ve ceza olarak güneşin altında tutulması,
sömürgeciliğin beden üzerinden de bir tahakküm ilişkisi kuruduğunu söyleyebiliriz(
ki zorunlu askerlik bu anlamda tam da iktidarın beden üzerine kurduğu
tahakkümün somut hallerinden biridir.) Sömürgecinin göstermek istediği şey
kendi iktidarı ve gücüdür. Bunun
pratiği, herkesin gözü önünde babaya yaptığıdır
–itaat etmezseniz nelerin olacağını gösterir, bir direniş pratiği olarak da görebileceğimiz
genç erkeğin kaçması ve sonrasında kız kardeşlerinin, babalarına yapılan şeyi
kardeşlerine anlatması üzerine zorunlu olarak köye dönen genç erkeğin askere
alınması, sömürgecinin bir direnişe karşı neler yapabileceğini aslında köy
meydanında, herkese göstermiştir. Filmin girişinde gördüğümüz bu sahneler,
aslında filmin sonrasında olacak, direniş pratiklerinin de sömürgeci tarafından
nasıl bitireceğini kısmen gösterir bize. Bu bağlamda yukarıda yazdığım,
Loomba’nın kolonyalizm tanımına baktığımızda, sömürgecilik; travmatik
ilişkiler, köleleştirme ve isyanlar dâhil olmak üzere kapsamlı bir pratikler
silsilesini içerir. Filmde iki Fransız rütbelinin birbirleriyle konuştukları
sahnede, – Teğmen, nasıl Diola’ların sırlarını öğrenebildin mi? Sorusuna Teğmenin – Bilmiyorum, efendim. Zencilerin gizli şifresini bilmiyorum.
Diyalogları, E.W.Said’in Şarkiyatçılık düşüncesi üzerinde düşündüğümüzde,
Batı-Doğu olarak, ayrımlanan coğrafyada Doğu’nun her zaman egzotik doğu,
gizemli doğu, tehlikeli doğu, şehvetli doğu, keşfedilmesi, medenileştirilmesi,
benden saklanan şey nedir? ve peçenin
ardında ne var? Düşüncesi ile icat edilir. Bu düşünce sömürgeciliğin ana
hatlarından birini oluşturur. Çünkü Batı’nın Doğu’da gizli olanı bulması
gerekir, tahakküm altına alması gerekir. Sömürülecek bir alandır Doğu artık, Batı
için. O yüzden filmde Diola’ların hasadı olan pirinç, sömürgeci için alınması gereken
bir ganimettir. Buna kaşı direniş gösteren Diola’lı erkekler ile Fransız sömürge
birlikleri arasında çıkan çatışmada ölen
köyün şeflerinden bir olan Djimeko’nun ölüm törenine izin vermeyen sömürgeci,
pirinci almadan buna izin vermeyeceklerini söylemesi ve aynı
zamanda Fransa sömürge birlikleri ceza olarak, köyün tüm kadınlarını meydan da
toplayarak, pirinci almadan serbest bırakmayacaklarını söylemesi, sömürgeciliğin
kendi iktidar ve gücünü göstermesi olarak da düşünebiliriz. Ölü beden üzerinden
kurduğu ilişki ,Diola’lı halkın kültürü üzerine de kurmak istediği bir
tahakkümdür. Ölü bedenin açıkta bırakılması ve gömülmesine izin verilmemesi,
sömürgeciliğin ganimeti almak için Diola’lı halkını cezalandırmak ve kendi
otoriter yapısını, halkın üzerinde göstermek için kullandığı bir şiddet biçimi
olarak gösterir kendini. Sonrasında Djimeko’ya ve ölen diğer çocuğa kendi
kültürleri ile tören yapan kadınların direnişi önemli bir yerde durmaktadır.
Filmin finalinde sömürgecilerin pirinci almalarına rağmen köyün tüm erkeklerini
sıraya dizip kurşuna dizmesi, sömürgeciliğin, sömürdüğü topraklardaki
pratiklerini açık bir şekilde göstermektedir.
Üçüncü
Sinema bağlamında filmi düşündüğümüzde
Üçüncü Sinema’yı politik bir mücadelenin
pratikleri olarak düşündüğümüzde, filmde Diola halkı üzerinde sömürgeciliğin,
sömürdüğü alanlarda aslında nasıl bir pratik şiddet uyguladığını açık bir
şekilde göstermektedir. Yönetmenin, filmin girişinde yazdığı “Ben bu filmi Afrika’nın tüm militanlarının
haklı davalarına adıyorum” yazısı filmin politikliğini net bir şekilde
göstermektedir. Filmdeki oyuncuların büyük bir bölümünün profesyonel olmaması,
kullanılan mekânların gerçekliği ve kullanılan dilin yerelliği, tam da Üçüncü
Sinema’nın istediği şeydir. Armes’e göre (2011;514) Semben’e bu filminde,
yanlış kadın kahramanlar yaratmaktan ve bir batılı yaklaşımın tipik biçimi olan
psikolojik bir sürece indirgemekten kaçınmayı başarmıştır…Sembene’nin köylülerin
fetişist inançlarına yönelik tavrı aynı zamanda çok kazanmaktadır: kendisi bir
Marksist ve ateist olmasına rağmen, böylesi inançlara karşı saygılı
yaklaşmaktadır, aynı şekilde ne onları romantize eder ne de onları ilkel bir
folklorun pitoresk örneklerine basit bir şekilde indirger. Filmin üretim
aşamasında herhangi ticari bir kaygının olmaması ve ticari üretim ilişkileri
içerisinde olmaması, filmi Üçüncü Sinema manifestoları bağlamı içerisinde doğru
yerde konumlandırıyor. Filmin anti-sömürgeci yaklaşımı ve eleştirel bakışı yine
Üçüncü Sinema manifestoları bağlamında doğru yerde konumlandırır
Sonuç olarak;
Ousmane Sembene’nin “EMİTAΔ filmi, Fransız Sömürgeciliğin pratiklerini açık bir
şekilde gösterdiğini söyleyebiliriz. Politik mücadelede, keskin eleştirel
tavrıyla ve sömürgecilik üzerine düşünmemizi sağlayan filmi, Üçüncü Sinema manifestoları üzerinden
düşündüğümüzde, Üçüncü Sinema’ya dahil edebileceğimiz bir filmdir.
Kaynakça
·
Armes.
R .(2011) Üçüncü Dünya Sineması ve Batı, Doruk Yayıncılık, İstanbul
·
Biryıldız.
E, Erus. Z.Ç. (2007) Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması,
Es Yayınları, İstanbul
·
Said.
W. E. (2012) Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, İstanbul
·
Wayne.
M. (2009) Politik Film Üçüncü Sinemanın Diyalektiği, Yordam
Kitap, İstanbul
·
Loomba.
A. (2000) Kolonyalizm postkolonyalizm, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul
[1] Mersin
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Sinema Ve Televizyon Bölümü
Yüksek Lisans Öğrencisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder