Sömürgecilik ve Melezleşme
Bağlamında: ‘Çit’ (Rabbit- Proof
Fence)
Kader
Çetintaş[1]
Özet
Bu
çalışmada Çit (Phillip Noyce, 2002) üzerinden sömürgecilik ve melezlik kavramları tartışılacaktır.
Çalışmanın temel problemi, sömürge sonrası Avusralya’da İngilizler’in Aborjin
halkı üzerindeki etkisi ve sonuçladır. Bu problem çerçevesinde sömürgecilik
(kolonyalizm), emperyalizm, melezlik kavramları ele alınacaktır.
Anahtar
Sözcükler: Melezlik, Sümürgecilik, Aborjin
Giriş
Aborjinler kabile hayatı
yaşayan bir sosyal yapıya sahiptirler. İngiliz istilasından önce Avustralya'da
bir milyona yakın sayıda Aborjin'in yaşadığı tahmin edilmektedir. İstilacılara
karşı direnen Aborjinlere uygulanan soykırımlar ve Aborjin halkının haklarının
tanınmaması sebebiyle ellerinden topraklarının alınması sonucu, yerli halkın
nüfusu azalmıştır. Ellerinde mızrak ve bumeranglarından başka savunma silahı
olmayan Aborjinler, isyanlarına karşı barutlu silahlarla karşılık veren
Avrupalıların elinde yok olmanın eşiğine gelmişlerdir.
Çit (Phillip Noyce, 2002), 1930’lu yıllarda Batı Avusturalya’da İngiliz sömürgesine karşı direnen
Aborjin halkının gerçek hikayesini anlatmaktadır. Aborjinler yaklaşık bir asırdır İngiliz’lerin topraklarını istilasına karşı direnmektedirler.
Yürülükte Aborjinlerin uyması gereken, hayatlarının tamamını kontrol eden bir
yasa vardır. Aborjinlerin baş koruyucusu bay Neville Batı Avustralyadaki
Aborjinlerin resmi koruyucusudur. Ülkenin tamamı tüm alt sınıf çocukları
ailelerinden ayırmaya tam yetkilidir. Bu yasaya dayanarak Jigalong’da yaşayan
melez aborjin çocuklar polis zoruyla Moore River kampına götürülürler. Fimde
Molly, kardeşi Daisy ve kuzenleri Gracie de polis zoruyla kampa götürülen melez
çocuklar arasındadırlar. Moore River da Molly'ler gibi yüzlerce yarı melez
vardır. Hepsi askeri disiplinle yetiştirilirler. Nevilli Moore River'a gelir
aralarında akıllı olduğunu düşündüğü çocukları seçer. Onların uygun okullara
gideceği söylenir. Biz sizin için burdayız. Görev, hizmet ve sorumluluk. Bunlar
bizim parolamız. Filme adını veren ‘Tavşan Geçirmez Çit’, yerli halk aborjinlerle sömürgeciler arasına bir engel
olarak konulmuşken, Molly, küçük kız kardeşi Daisy ve kuzenleri Gracie için
annelerine ulaşabilecekleri bir haritadır. Küçük yaştaki bu kızların annelerine
ulaşmak için gittikleri bu uzun yola birçok yetişkin dayanamaz. Ama onlar
anneleriyle birlikte herhangi bir biçimde herhangi bir koşula bağlı olmayan
yaşamlarına yani özgürlüklerine yol almaktadırlar.
Sömürgecilik (Kolonyalizm)
Kolonyalizm, bir ulusun başka ulusları, toplulukları,
siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılmasıdır. Sömürgeci uluslar
egemenlikleri altına aldıkları ulusların, kaynaklarına, iş gücüne, pazarlarına
el koyar ve egemenlikleri altına aldıkları halkın kültürel ve dini değerlerini
baskı altına alır. Sömürgeci uluslar, yayılmacı politikalarını meşrulaştırmak
ve yaymak için kendilerine bir zemin oluştururlar. Sömürgeciler, sömürdükleri
uluslardan sosyo-kültürel ve ekonomik olarak daha üstün olduğuna inandırırlar.
Ania Loomba sömürgeciliğin şöyle tanımlıyor;
Kolonyalizm
ve emperyalizm sıklıkla birbirini yerine kullanılabilmektedir. Oxfort English Dictionary'ye (OED) göre,
kolonyalizm sözcüğü, ‘çiftlik’ ya da ‘yerleşke’ anlamına gelen ve başka
topraklarda yerleşseler de Roma yurttaşı sayılmaya devam eden Romalılar’a
gönderme yapan Latince ‘colonia’ sözcüğünden gelir. Buna göre OED kolonyalizmi
şöyle tarif eder: Yeni bir ülkedeki bir yerleşke... yeni bir yöreye yerleşen,
anayurtlarına tabi halde ya da onunla bağlantısını koyarak bir topluluk oluşturan
bir grup insan; yerleşimi ilk olarak gerçekleştirenlerin soyu ve ardılları
tarafından bu şekilde oluşturulan topluluk anayurtla bağlantıyı koruduğu sürece
bu yerleşime ''colonia'' denir (Loomba, 2000: 18).
Yeni
topraklarda bir topluluk oluşturma süreci zorunlu olarak, orada daha önce zaten
bulunan toplulukları bozma ya da yeniden oluşturma süreci anlamına gelir ve
ticaret, pazarlık, savaş, soykırım, köleleştirme ve isyanlar dâhil olmak üzere
kapsamlı bir pratikler silsilesini içerir. Kolonyalizmin tek gayesi olan şey
başkasına ait olan toprağı ele geçirip ve denetlemektir (Loomba, 2000: 19). ‘Çit’ (Rabbit- Proof Fence) de
bahsettiği sömürgecilerin gittikleri toprakları istila etmesindeki amaç sadece
o toprakların, yer altı zenginlikleri ve toprak parçasını ele geçirmek
olmadığını asıl amaçlarının ticaret ve o topraklarda yaşayan halkı bağımlı
kılmaktır.
Modern
kolonyalizm fethettiği ülkelerden haraç, mal ve zenginlik toplamaktan daha
fazlasını yaptı, fethettiği ülkelerin ekonomilerini yeniden yapılandırdı, kendi
ekonomileriyle karmaşık ilişkiler içerisine soktu, böylelikle kolonileştirilmiş
ülkeler ile kolonileştirenler arasında insan ve doğa kaynakları akışı başladı.
Bu akış iki yönlü olarak cereyan etti, köleler ve sözleşmeli emeğin yanı sıra
hammaddeler de metropolde yapılan ya da metropoldeki talebi karşılamak için
başka bölgelerde yapılan mal imalatına aktarıldı ve aynı zamanda, koloniler de
Avrupa mallarının alıcısı olan birer pazar sunmuş oldu. İnsanlar ve malzemeler
hangi yönde akarsa aksın, kârlar daima anayurda akıyordu (Loomba, 2000: 21).
Sömürgeciler gelişmemiş toplumları refaha
kavuşturmak ve gelişmelerine katkıda bulunmak amacıyla yaptıkları baskı ve
hegemonyayı normalleştirirler.
Çit (Phillip
Noyce, 2002) bir İngiliz sömürgesi
olan Avusturalya’nın Jigalon bölgesinde geçmektedir.
Avustralya’nın bir İngiliz sömürgesi olduğunu
biliyoruz. Ada ülkesi olarak Avustralya, ilk defa Yeni Zelanda’da olduğu gibi
Kaptan James Cook tarafından keşfedilmiştir. Cook Britanya hükümetine
Avustralya’nın tarımsal faaliyetler açısından uygun bir yapıya sahip olduğunu
raporla bildirmiştir. Bu rapor doğrultusunda İngiliz hükümeti, Britanya’daki
hükümlülerin Cook’un isim babalığını yaptığı New South Wales sahil bölgesine
yerleştirilmesini uygun bulmuştur.
Avustralya bir dönem, ceza çekilen uzaktaki yer anlamına gelmiştir. Yine
bu kıta, Britanya’da ekonomik anlamda kapitalist sınıf açısından kabul görmeyen
mevcut alt sınıfların kalıcı olarak ülke dışına sürgün edilmesi için uygun bir
yer olmuştur. Alt sınıfların kıtaya gönderilmesi ile birlikte bir sömürge
kıtası haline dönüştürülen Avustralya’nın ekonomik gereksinimlerinin sağlayabilmesi
amaçlı serbest işgücü kaynağı sağlanmıştır. Bu türden bir serbest iş gücü
kaynağı, Büyük Britanya mahkemelerince suçlu bulunanların kıtaya gönderilerek-
ki bu süreç 7 ile 14 yıl boyunca sürmüştür-sömürge idareleri adına çalışması
ile olanaklıydı. Bu durum hem ucuz iş gücü hem de serbest iş gücü olarak
gönderilen mahkumların kullanılabilme kolaylığına imkan tanımıştır (Yanık, 2012:19)
Sanki daha önce Avustralya da yaşayan
bir aborjin halkı yokmuş gibi keşfeldilmiş ve sömürge toprağı haline
getirilmiştir. Shiva’nın da dediği gibi: Avrupalı sömürgecilerin
sömürgeciliklerini anlaşılır kılmak ve haklı çıkarmak için sömürgeleştirdikleri
ötekileri aslında adam ettiklerini, uygarlaştırdıklarını, kalkındırdıklarını,
tarihin rayına oturttuklarını savunurken başvurdukları “beyaz adamın yük(ümlülüğ)ü”
(white man’s burden) açıklaması bunun bir örneği (Shiva, 1993).
Filmin başında Molly şunları söyler:
‘Halkımız yani Jigalong Kabilesi… O
zamanlar biz çöllerde yaşardık. Kendi topraklarımızda. Annem bana, beyaz
adamların topraklarımıza nasıl geldiklerini anlatırdı. Jigalong'a dükkanlar
açıp, giysiler ve başka şeyler getirmişler. Un, tütün ve çay. Bizlere günlük
paylar vermişler. Biz oraya gidip yakınlara kamp kurmuşuz.’
Aborjin’lerin
hayatını anlatan Marlo Morgan’ın ‘Bir Çift Yürek’ kitaplarında yazar,
Aborjinler’le çöllerde geçirdiği dört aylık süreci anlatmaktadır. Amerikalı
bir tıp doktoru olan Marlo Morgan gerçek bir olaya dayanan Avustralya’da
yaşadığı ruhsal bir yolculuktan bahsetmektedir. Yazar, göçebe bir kültüre sahip
Avustralya yerlileri olan Aborijinler eşliğinde, kabilenin kendilerini
adlandırdıkları şekliyle ” Gerçek İnsanlarla” birlikte çölü boydan boya
katettikleri uzun bir yürüyüşe çıkar. Bu süre boyunca, çölün çorak
coğrafyasındaki bitkiler ve hayvanlarla uyum içinde yaşamayı öğrenir.
Morgan’dan da anlaşılacağı gibi, ki kitabın tamamında da, Aborjinlerin aslında çay, un gibi istiladan
topraklarına getirilen bu ticaret ürünlerini bilmezler bile. Fakat İngilizler’in
topraklarını istilasıyla birilikte hayatta kalan Aborjin kabileleri birazda
zorla belli alanlara çekilmişlerdir. Burada sömürgecilerin işlerinde
çalıştırılıp, karşılığında da çay, un ve giysi gibi ticari ürünleri edinmeye
başlamışlar.
Filme
adını veren ‘Çit’ de aslında Aborjinlerin yaşadığı bölgelerle, Aborjin
topraklarını işgal eden ‘çok önemli keşifler’ sonrası orayı bulan Beyaz adamlar
arasına çekilmiştir. Çit’in çekilmesindeki amaç: Aborjin halkıyla teması
önlemektir. Fakat çit yapımında çalışan beyaz adamların, Aborjin halkının yaşadığı bölgelerde oradaki
insanlar teması sonrası Aborjin kadınlarından çocukları olmuştur. Büyük Beyaz
adamın korkularından biri gerçek olmuştur. Bu çocukların yani ‘melez’lerin bir
şekilde Beyaz ırk içinde kaybolması sağlanmaydı. Aksi takdirde üçüncü bir ırkla
karşı karşıya kalacaklardı. Yani yılanın başını küçükken ezmeliydirler. Ve
öylede yapıyorlar. Filmde de gördüğümüz gibi;
Bay
Nevilli '' bildiğiniz gibi
burada doğan her aborjin ben kontrolüm altındadır. Dikkatinizi yarı melezlere
çekmek istiyorum. Ve sayıları her geçen gün artıyor. Pekala, onlara ne olacak?
Istemediğimiz bir üçüncü ırkın oluşumuna izin mi vereceğiz? Insanların
zencileşmesini mi teşvik etmeliyiz? Yoksa onların daha ileri düzeyde olan beyaz
ırka yakınlaşmalarını ve beyaz ırk içinde yok olmalarını mı? Eğer ben şu kişiyle
evlenirsem çocugum zenci mi olur? Aborjinleri koyuyucusu olarak bu evlilikleri
kabul etmemek benim sorumluluğumda bulunuyor. Yarı melezlerin üç nesil sonra
beyaz ırk içinde kaybolacagını söylüyor. Aborjinlerin nesli tükeniyor. Moore
River'a gelecek olursak; burada yapmaya çalıştığımızın farkındasınızdır. Yerel
çiftçlerin ve hizmetçilerin eğitimini sağlıyoruz. Buraya yüzlerce yarı melez
çocuğu bizim kültürümüzün sunduğu şeylerden yararlansın diye topladık. Bu
çocukları gelecek için iyi bir şekilde eğitirsek şu andaki durumlarından
kurtarmış oluruz. Yerel halka mutlaka yardım etmeliyiz. ''
Sömürgeciliğin asıl meselesi
ekonomiktir. 1870’lerden sonra endüstrinin gelişmesiyle bir takım problemler
ortaya çıkmıştır. Bunlar en başında hammadde sorunu gelmektedir. Çünkü endüstri
geliştikçe üretim artmış, üretim artıkça da hammadde sorunu ve üretimin
tüketilememesi sorunu ortaya çıkmıştır. Hem hammadde sağlamak hem de üretim
fazlası için bir çok Avrupa ülkesi pazar arayışında girmiştir. Edwerd Said’in
de söylediği gibi;
Toplumsal alanın altında, ülke toprakları, araziler,
coğrafi alanlar, yani emperyal ve kültürel çekişmenin somut coğrafi dayaakları
yatmaktadır. Uzak yerleri düşünmek, sömürgeleştirmek, onlar insanlar
yerleştirmek ya da yerleşmiş olanları tüketmek: Tüm bunlar toprak üzerinde,
toprakla ilgili olarak ya da toprak nedeniyle olup bitiyor. Hem toprağı ele
geçiren batılılar için, hem de sömürgeciliğe son verildiği sıralarda, toprağı
geri isteyen, direniş içindeki yerliler için geçerli olan mantığa oluşturmaktadır.
(Said, E. 2010:137)
Tıpkı Avusturalya da olduğu gibi dünyanın
heryerinde bütün tekeller batılıların elindedir, çünkü özgürlüğe sahip olmak
batılının ayrıcalığıydır, çünkü batılının kültürü güçlüydür.
Emperyalizmin olabildiğince kısa bir tanımı istenseydi,
emperyalizmin, kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylemek gerekirdi. Böyle
bir tanım meselenin özünü içerirdi; çünkü bir yandan mali sermaye, tekelci
sanayi birliklerinin sermayesiyle iç içe geçip kaynaşmış az sayıdaki tekelci
büyük bankanın sermayesini ifade eder; öte yandan ‘dünyanın paylaşılması da,
henüz hiçbir kapitalist güç tarafından ele geçirilmemiş bölgelere rahatça
yayılan bir sömürge politikasından, tümüyle paylaşılmış yeryüzü topraklarını
tekelci egemenlik altına alan sömürge politikasına geçişi ifade eder (Lenin, 2005:118).
Emperyal inanç, bir yasa yapımı kuramına dayanıyor.
Johnson gibi çığıtkan küreselcilerle Nixon gibi sesi kısık küreselcilere göre,
ABD’nin dış politikasında hedef, yasaya gitgide daha çok tabi bir dünya
gerçekleşmktedir. Ancak, Devlet Bakanı Rusk’ın sözcükleriyle ‘barışı
düzenleyecek’ olan, ABD’dir. ABD, iktisadi kalkınmanın ve gezegen düzeyinde
askersel düzenin temel kurallarını saptayarak ‘uluslararası çıkar’ kabul
ettirir (Said, E. 2010:420).
Sömürgecilik halkı pençesine almakla, yerlinin beynini
her tür biçim ve içerikten boşaltmakla doymaz. Bir tür sapkın mantıkla, o
halkın geçmişine de döner o geçmişi çarpıtır, şekillsizleştirir ve yok eder.Bu
nedenle sömürgecilik, yerlinin bilinçdışında, çocuğunu düşman bir ortamdan
koruyan nazik ve sevgi dolu bir anne sayılmaktan çok, temelde sapkın olan
çocuğunu intihardan ve kötü içgüdülerini kapıp koyvermekten alıkoymaya çalışan
bir anne sayılmak çabası olmuştur (Said, E. 2010:355)
Filme
dönecek olursak. Çit (Phillip
Noyce, 2002), Batı’lı ideolojisini Avustraltyada yaşayan
Aborjinler üzerinde uygulayan Bay Nevilli;
‘Polis müdürüne; senin
bu insanlar için ne yapmaya çalıştığımı anlamanı beklemiyorum. Ve kendi
planlarımı tehlikeye atmayacağım. Insanlar yarı melez olanlarla ilgili
problemlerin bir anda ortadan kalkmayacağını anlamıyorlar. Bu sorunla şimdi
ilgilenilmezse yıllarca sorun olacaktır. Ve sorun da bu çocuklar.’
''Sömürge halkı her zaman tetiktedir: Sömürge
dünyasının birçok simgesinden dolayı kafası karıştığından sınırı geçip
geçmediğinden emin olamaz. Sömürgeci teşircidir. Güvenlik endişeleriyle,
sömürge halkına ‘burada efendi benim’i yüksek sesle hatırlatır (Fanon, F. 2014:58-59).
(Yeryüzün Lanetlileri)
‘Biz’
kurtuluyoruz, çünkü her şeyden önce, yaptıklarımızın sonuçlarına doğrudan
bakmamız gerekiyor; toprakları ve insanları tam olarak kullanmaya yarayan
verimlilik uygulamasıyla ünlüyüz ve kendimizi öyle sunuyoruz; ülke, toprakları
ve sakinleri, tümüyle bizim hükümranlığımız altına alınmıştır ve bu sakinleri,
tümüyle bizim hükümranlığımız altına alınmıştır ve bu hükümranlık, gereklerini
getirdikçe, bizi de tümüyle içine almaktadır.
(Said, 2010:125) Biz tahakküm ederiz, çünkü sınai, teknolojik, askersel
ve törel bakımından güçlü olan biziz, onlar değil, bu nedenle de onlar tahakküm
edemez; onlar aşağı, biz üstünüs… ve benzeri. Bu totolojinin daha on altıncı
yüzyılda İrlanda’ya ve İrlandalılara ilişkin İngiliz görüşlerinde özel bir
inatla kullanıldığı görülür; on sekizinci yüzyılda ise Avustralya ve Amerika
kıtalarındaki sömürgecilere ilişkin görüşlerde aynı totoloji iş başında olacak
(Avustralyalılar ta yirminci yüzyıla değin aşağı bir ırk olarak kalmıştır),
hemen hemen İngiliz kıyıları ötesindeki bütün bir dünyayı kapsayacak biçimde
azar azar genişleyecektir. Fransız kültüründe de Fransa sınıları ötesinde,
denizaşırı olan her şey konusunda buna benzer bir yinelemecilik ve kuşatıcılık
ortaya çıkacaktır. Avrupa olmayan, sakinleri, toplumları, tarihleri ve
varlıklarıyla Avrupalı olmayan bir özü temsil eden tüm bölgeler, Batı toplumun
kıyılarında Avrupa’nın köleleri yapılmış, Avrupa ise, kendinden olmayan her
şeyi denetimi altında tutmayı kanıtlanabilir bir biçimde sürdürerek, Avrupalı
olmayanı, bu denetimi ayakta tutan destek olarak etmiştir.
Emperyalizmin birbirinden oldukça farklı, ancak yakın
ilişki içinde olan iki yönünü bir arada verir: Toprak elde etme gücüne dayanan
ve gerek gücü gerekse apaçık sonuçları bakımından tümüyle net olan fikir yönü;
ve emperyalizmin kurbanıyla faili arasına yerleştirilen, kendi kendine büyüten,
kendi kendinin kaynağı olan bir otorieye dayalı bir haklı çıka rejimi
geliştrerek söz konusu fikri gizleyen ya da karanlıkta bırakan, uygulama yönü. (Said,
E. 2010:125)
Kendini başkalarına empoze etmek isteği ve çabası
oranında kendini gerçekleştiri insan. Bu onun başkaları tarafından tanınmasına,
başkaları tarafından kabul eldilmesine yönelik bir istek ve çabadır. Kendini
etkili bir biçimde ötekine tanıtmadığı sürece bu ‘öteki’ onun aksiyonlarını
başlıca teması olarak kalacaktır. Onun insan olarak değeri ve gerçekliği bu
öteki varlığa ve bir de bu öteki varlık nezdinde gördüğü kabule bağlıdır. Bu
‘öteki’ merkezinde yoğunlaşır onun hayatının anlamı. Beyazla siyah arasında
açık bir kavga yoktur görünüşte. Tarihin bir noktasına gelindi ki, Beyaz Efendi
kavgasız, çekişmesiz, kendi lüftuyla bir insan olarak görmeye başladı zenci
kölesini. (Fanon, F. 2014:244).
Emperyal
tavırlar hem kapsamlı ve hem de otorite sahibi olmuş, ancak, ülke dışında
yayılma, ülke içinde ise toplumsal bozulma yaşanan bir dönemde, büyük bir
yaratıcı güç de içermiştir. Bundan kastım, yalnızca genelde ‘geleneğin icat
edilmesi’ değil, aynı zamanda tuhaf bir biçimde özerkliği olan düşünsel ve
estetik imgeler üretme yetisidir. (Said, E. 2010:180).
Çit
(Phillip
Noyce, 2002)’de izci Moodoo da bir aborjindir. Onun kızı da Moore
River dadır. Kendisi ordan kaçan aborjinleri geri getiriyor. Çok iyi iz
sürüyor. Şimdiye kadar elinden kaçan olmamıştır. Filmin sonuna doğru
Molly’lerin kaçmalarına göz yumarak tavır değiştirse de Moodoo kendi halkının
lehine değil de sömürgenin lehine çalışmıştır. Böylece sömürgeci yerli halkın
kendi içindeki çatlaklardan sızmıştır.
Sömürgesizleştirme her
zaman şiddet içeren bir olgudur. Sömürgesizleştirme en basit tanımıyla
insanlığın bir türünün yerini bir başkasının almasıdır. Geçiş yoktur;
bütünüyle, eksiksiz ve mutlak bir ikame vardır. (Fanon, F. 2014:41). (Yeryüzün
Lanetlileri)
Sömürge dünyası ikiye
bölünmüş bir dünyadır. Ayrım çizgisi, hudut, kışla ve karakollarla temsil
edilir. Sömürgelerde, sömürgeleştirilenin resmi ve kurumsal muhattabı,
sömürgecinin ve baskı rejiminin sözcüsü, polis ve ordudur. Kapitalist
toplumlardaki dini ya da seküler eğitim, babadan oğula aktarılan ahlaki
reflekslerin öğretilmesi, elli yıl boyunca düzgün ve sadık hizmet verdiği için
madalya takılan işçilerin örnek dürüstlüğü, uyum ve bilgeliğin teşfik ettiği
sevgi, yani kurulu düzene saygının bu estetik biçimleri sömürülen kişinin
çevresinde bir itaat ve yasaklama atmosferinin oluşturulmasına hizmet eder; bu
da düzen güçlerinin işini hatırı sayılır ölçüde kolaylaştırır. Kapitalist ülkelerde,
sömürülenler ile iktidar arasına çok sayıda ahlak hocası, danışman ve ‘kafa
karıştırıcı’ girer. Sömürge bölgelerde ise, tam tersine, sömürge halkıyla
teması olan polis ve ordunun sürekli varlığı, sık sık ve dolaysız müdahaleleri
sağlar ve dipçik darbeleri ve napalmlarla ona yerinden kıpırdamamasını öğütler.
Iktidar aracısının saf şiddet dilini kullandığını gördük. Aracı, baskıyı
hafifletmez, tahakkümü gizlemeye de çalışmaz. Bunları yasa uygulayıcının temiz
vicdanıyla sergiler ve uygular. Aracı, şiddeti sömürge tebeanın evlerine ve
zihinlerine taşır. Fanon, F. 2014:44). (Yeryüzün Lanetlileri)
Yeni doğan etnoğrafya biliminin gözlemci yazarları
Afrika, Asya ve Avustralya’ya giderken beraberinde titiz çözümleme araçlarının
yanı sıra, barbarlık, ilkellik ve uygarlık üstüne bir dizi imge, düşünce ve
yarı bilimsel kavram da götürüyorlar; doğmakta olan antropolojinin içinde,
Darvincilik, hıristiyanlık, yaracılık, idealizm, ırk kuramı, hukuk tarihi,
dilbilim ve korkusuz gezginlerin eski bilgileri, şaşırtıcı bir bileşimle
birbirine karışıyor, ancak, iş beyaz uygarlığın üstün değerlerini olumlamaya
geldiğinde, hiçbiri duraksamıyordu. (Said, E. 2010:168)
Çit
filminde Bay Nevilli aborjin halkının melez çoçuklarının koruyucusu olarak
tanımlar kendini.
Sömürgecinin yaşadığı şehir, dayanıklı olması için
taştan ve çelikten yapılmıştır. Işıklar içerisinde, asfalt bir şehirdir; çöp
kutuları her zaman meçhul artıklarla doludur, hiç görülmemiş, hayal bile
edilemeyecek şeylerle dolup taşar. Sömürgecinin ayakları asla görülemez, belki
denizde görülebilir, ama orada da yakınına kadar gidemezsiniz.oturduğu yerin
sokakları temiz ve düzgün olmasına, taş ve çukur bulunmamasına karşın
sömürgecinin ayakları sağlam ayakkabılarla korunur. Sömürgecinin şehri insanın
karnının tok, sırtının pek olduğu yerdir, tembellik yeridir, karnı her zaman
tıka basa doludur. Sömürgecinin yaşadığı yer beyaz insanların yaşadığı yerdir. (Fanon,
F. 2014:45). (Yeryüzün Lanetlileri)
Sömürge
halkının şehri ya da en azından yerli şehir, siyah kölelerin köyü, eski şehir,
rezarvasyon bölgeleri, adları kötüye çıkmış bir yerdir. Rastgele bir yerde,
rastgele bir şekilde doğarsınız. Rastgele bir yerde, rastgele bir nedenle
ölürsünüz. Boş yerin olmadığı bir dünyadır orası; insanlar üst üste yaşar, kulübeleri
birbirinin üstüne inşa edilmştir. Sömürge halkının şehri aç bir şehirdir;
ekmeğin, etin, ayakkabının, kömürün, ışığın açlığının çekildiği bir yer.
Sömürge halkının şehri, büzülmüş, diz çökmüş bir şehirdir, pisliğe gömülüdür,
pis zencilerin ve arapların bölgesidir. Sömürge tebaa sömürgecinin bölgesine
imrenerek şehvetle bakar, sahip olma düşleri kurua. Sahip olmanın her türü:
sömürgecinin masasında oturmak, sömürgecinin yatağında yatmak, mümkünse de
karısıyla. Sömürge halkı kıskançtır. Sömürgeci de bunun farkındadır ve onların
kaçamak bakışlarını yakaladıkça sürekli tetikte durur. (Fanon, F. 2014:45).
(Yeryüzün Lanetlileri)
Sömürgeci
tarih yapar ve yaptığını da bilir. Sürekli metropolün tarihine değindiği için,
kendisinin bu metropolün bir uzantısı olduğunu açıkça gösterir. Dolayısyla
yazdığı tarih yalnızca yağmaladığı ülkenin tarihi değil, bütün yağmaları,
tecavüzleri ve açlıktan öldürmeleriyle kendi ulusunun da tarihidir (Fanon, F.
2014:57). (Yeryüzün Lanetlileri)
Milliyetçilikle
emperyalizm, ırkçılığa başvurulmadan birleştirilemez (Harvey, D. 2008:163)
Melezlik
Çit (Phillip
Noyce, 2002), Moore River da Molly'ler gibi yüzlerce yarı melez
vardır. Hepsi askeri disiplinle yetiştirilirler. Molly'ler yemekleri,
kıyafetleri oradaki hiçbirseyden mutlu değildirler. Yine onlar gibi yarı melez
olan adam olara bağırarak ingilizce konuşacaksınız der. Ve masaya elindeki
sopayla vurur. Çocuklara banyo yaptırılır, saçlar taranır ve ilahiler
öğretilir.
Bugün ‘melezlik’ terimi, Edward Said’in eseri gibi,
sömürgecilik sonrasıyla ilgili çalışmalarda yeniden ortaya çıkan bir terim
konumunda. Said, günümüzdeki durumla ilgili olarak ‘Bütün kültürler birbirine
karışmıştır. Hiçbirisi tek ve saf değil, hepsi melez, heterojen’ diye yazıyordu
(Burke, P. 2011:112).
Melezlik kavramı kültürel dinamikler nedeniyle
geçmişte olduğu gibi günümüzde de saf, otantik hiçbir şeyin olmayacağı, saf
olandan söz etmenin saf ve bozulmuş arasındaki hiyerarşiyi yeniden üretmek
anlamında olacağı belirtilmektedir. Melez kültürler, insanların etkin bir
biçimde kendi sentezlerini oluşturmaya çalışmalarının bir sonucu olarak
değerlendirilmektedir. Kültür, sınıf, ulus, cinsiyet, etnik vb. alanlardaki
melez formlar alanlar arasındaki sınırları ortadan kaldırmakta, bunları tersine
çevirmektedir (Bhabha 1998, Davis 1997).
Melezleştirme ya da kreolizasyon kavramının küresel
ile yerel arasındaki ilişkiyi açıklamak üzere kullanılmasına Friedman karşı ç
ıkmaktadır. Her iki kavramın da kültürü bir süreç olarak değil, bir ürün olarak
gören dolayısıyla diğer kültürlerle karışarak yeni bir form ortaya çıkaracak öz
olarak gören anlayıştan yola çıktıklarını iddia etmektedir (1995:82). Friedman
küresel ile yerel arasındaki ilişkiyi, eklemlenme ile açıklamayı tercih
etmektedir (İçli, G. 2001:170).
Filmde Bay Nevilli kızları bulamaklarını ve para
olmadığı için aramaları ertelediğini söyler. Ve der ki “Bu insanlarla aramızda
gerçekten bir savaş yaşandı. Özellikle de kendi insanlarını onlara karşı
korunması gereken yerli halktan dolayı. Onlar için yapmaya çalıştığımızı
anlayabilmiş olsalardı keske”.
Söz
konusu melez bireylerin, ya anne ve babalarının farklı kültürden gelmelerinin
bir sonucu olarak bu durumda dünyaya geldiklerini ya da örneğin ihtida etme ya
da tutsak düşme nedeniyle bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde, daha sonradan
bu konuma geldiklerini unutmamamız gerekiyor (Burke, P. 2011:55)
Kolonyal
‘melezlik’, kültürel arılığa yaslanan ve statükoya istikar kazandırmayı amaçlayan
bir stratejidir (Loomba, A. 2000: 199).
Filmin sonunda dış ses “1970 yılına kadar
Avustralya'nın her yanında Aborjin çocukları ailelerinden zorla ayırıldı.
Günümzde hala bir çok Aborjin ailesi bu kimlik, aile ve kültür yıkımına maruz
kalmaktadır. Onalra ' Çalınmış Kuşak' diyoruz”.
Tomlinson, küreselleşme modernliğin bizzat bir sonucu
olarak da ortaya çıkan bir gelişme olarak değerlendirir. Karşı durduğu bir sav,
modernliği Batı kültürünün egemenliğinin kurulmasının ve sürdürülmesinin bir
yolu olarak tanımlamaktadır.
Küreselleşme her istediğinizi kolayca elde etmekte özgür olduğumuz koca bir
sermaye, teknoloji ve emtia karnavalı değildir. Kimin neye ne kadar sahip
olacağı, küresel değişimler ağının neresinde kendine bir yer edineceği ya da
gerçekten kendine bir yer edinip edinemeyeceği bir takım ekonomik ve siyasal
koşullara bağlıdır (Chatterjee, P. 2006:139)
Küresel süreçlerin kendisini oluşturan yerel yapılarla diyalektik biçimde
eklemlenerek dönüştüğünü ileri sürmektedir. Benzer şekilde Hall’da eklemlenme
ilişkisini destekler bir görüşe sahiptir. Bu terminolojide batılı olanın,
ötekilerin melezleştiğini varsayma durumuna yol açabileceği ileri
sürülmektedir. Ayrıca üçüncü dünya entellektüellerinin bu kavramı kullanma
yoluyla kendilerini ayrıcalıklı konumda tutacaklarını, yereller içinse bunun
güçsüzleşmek anlamını koruyacağı iddia edilmektedir (Friedman 1997, Bauman
1999, Spivak 1993). Dildeki melezleşmeyi çalışan Bakhtin de dilin
çoksesliliğini anlatmak üzere aynı kavramı kullanmaktadır. Dilde organik
melezleşme ve iradi melezleşme biçiminde ikili bir ayrıma gitmektedir. Organik
melezleşmenin tarihsel gelişim içinde kendiliğinden oluştuğunu, dilin anlam ve
sürekliliğine müdahale etmediğini, ancak iradi melezleşmenin mevcut düzeni
bozulmaya uğrattığını belirtmektedir (akt. Werbner 1997:4-5).
Kültür, bir toplumu bir başka toplum üstinde
denizaşırı tahakküm kurmaya yakınlaştırıp etkin bir biçimde hazırlayabildiği
gibi, aynı toplumu denizaşırı tahakküm fikrini terk etmeye ya da değiştirmeye
de hazırlayabiliyor. Söz konusu değişiklikler, son kavga öncesinde sömürgeci
yönetimin baskılarına direnme, silaha sarılma, kurtuluş fikirlerini tasarlama
ve yeni bir ulusal topluluk düşleme isteği olmadan gerçekleşemediği gibi, ülke
içinde imparatorluk iktisadi ya da siyasal açıdan tükenmeye yüz tutmadan,
emperyalizm fikrine ve sömürgeci yönetimin maliyetine açıkça meydan okunmadan
emperyalizm tasavvurları haklılık ve meşruluklarını yitirmeye başlamadan, ve
son olarak da isyan ‘yerliler’, kendi kültürlerinin sömürgeci tasalluttan
arınmış, bağımsız ve bütünsel damgasını metropol kültürüne basmadan
gerçekleştiremiyor(Said, E. 2010:303).
Sonuç
Yerine
Sömürge devleti İngiltere
Avusturalyadaki Aborjinleri evcilleştirmek ve uygarlaştırmak istemiştir. Bir nevi hasta olduğunu düşündüğü Aborjin
çocukları tedavi edip, beyaz ırk içinde yok etmeye çalışmıştır. İngiliz sömürge
devleti yaptığı soykırımı örtmek için Avusturalya’ya medeniyet götürdüne
inandırır.
Avusturalya’daki yerli halk
üzerindeki asimilasyon stratejisini en çok çocuklar üzerinde uygulayan
sömürgeci devletler yıllarca onları kendilerine bağımlı bırakmak istediler.
Aborjinleri nesneleştirip istismar ettiler. Onların kültürlerinde olmayan bütün
rütüelleri onlara dayattılar. Bügün de biliyoruz ki yerli toplumları yok etmek
sömürgeci devletlerin ayakta kalma nedenidir.
Kaynakça
Burke, P.
(2011). Kültürel melezlik (Çev. Mustafa Topal). İstanbul: Asur Yayınları
Chatterjee,
P. (2006 )Mağdurların siyaseti (Çev. Veysel Fırat Bozçalı) İst. İletişim
Yayınları
Fanon, F.
(2007). Yeryüzünün lanetlileri (Çev. Şen Süer). İstanbul: Versus Yayınları.
Fanon, F.
(2009). Siyah deri beyaz maske (Çev. Cahit Koytak). İstanbul: Versus Yayınları.
Harvey,
D. (2004). Yeni emperyalizm (Çev. Hür Güldü). İstanbul: Everest Yayınları.
Lenin, V.
I. (2000). Kapitalizmin en yüksek aşaması: Emperyalizm (Çev. Olcay Geridönmez).
İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Loomba, A.
(2000). Kolonyalizm postkolanlazm (Çev. Mehmet Küçük) İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Said, E.
W. (2003). Şarkiyatçılık: Batı'nın şark anlayışları (Çev. Berna Ülner).
İstanbul: Metis Yayınları.
Said, E.
W. (2013). Kültür ve emperyalizm (Çev. Necmiye Alpay). İstanbul: Hil Yayınları.
Yanık, C.
(2012) Avustralya ve Yeni Zelanda’da çokkültürlülüğün değişen yüz (makale)
İçli, G. (2001)
Küreselleşme ve kültür, sosyal bilimler dergisi Cilt: 25 No:2 163-172
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder