POSTKOLONYALİZM VE
AFRİKA SİNEMASI ARASINDAKİ İLİŞKİYİ
“TOUKİ BOUKİ” FİLMİ ÜZERİNDEN İNCELEME
Emrah EMİNOĞLU*[1]
ÖZET
Bu
çalışma, 1960’lı yıllarda farklı eğilimler gösteren, kolonyal dönem sonrası etkileri içeren ve bu
etkilere direnişçi bir biçimde karşılık veren, Afrika Sineması ve
postkolonyalizm ilişkisini kapsamaktadır. Bu ilişki, özelde Senegalli yönetmen
Djibril Diop Mambêty’in 1973 yılında çekmiş olduğu “Touki Bouki” filmi üzerinden ele
alınacaktır. Filmin Analizine geçmeden önce kolonyalizm ve postkolonyalizm kavramlarına
genel olarak değinilmiş, ayrıca
postkolonyal dönemde Afrika Sinemasına etki eden Üçüncü Sinemanın Afrika
sinemasıyla olan bağlantı noktaları ele alınacaktır.
1.GİRİŞ
Afrika
sinemasında Batı etkisinin görüldüğü dönem kolonyal döneme tekabül eder. Bu
dönemde sömürgeci ülkeler Afrika’da film yapımı üzerinde etkili olmuştur. Batılı
yönetmenler “geri” kalmış Afrikalıyı “ileriye” taşıma görevini üstlenerek Afrika
için özel film yapmaktadırlar. Böylelikle
sömürgeci ülkenin ekonomik ve siyasal tahakkümü kültürel alanda da film
üretimiyle devam etmektedir.
“Sömürgeci ülkeler Afrika’da film
üretimini başlatırken “Batının Afrika’yı uygarlaştırma görevi” iddiasıyla
çıkar. Bu görev için ise ana akım Amerikan ve Avrupa sineması uygun bulunmaz.
Teknik olarak Afrikalılar bu filmleri anlamayacak ve sinema gibi güçlü bir
sinema aracının zararlı etkileri ortaya çıkacaktır. Bu nedenle Afrikalılar için
özel filmler yapılmalıdır” (Diawara’dan akt. Hepkon 2007: 173) Ayrıca Batıdan gelen sömürge
ülkelerinin yönetmenleri de sömürgecinin dilini kullanmakta ve yapmış olduğu
filmler aracılığıyla sömürgecinin tahakkümünü kültürel alanda daha da
güçlendirmektedir.
Kolonyal
dönemde Afrika sinemasına baktığımızda gerek Batılı yönetmenleri gerekse Batıdan
gelen Afrikalı yönetmenler, Afrikalıyı pasif bir konuma yerleştiren onu Batılı
karşısında “öteki” konuma düşüren filmler yaparak Afrikalıyı uysallaştırmayı,
edilgenleştirmeyi amaçlamıştır. Afrika sineması, dekolonizasyon girişimleriyle
bu durumdan kurtularak yeni bir sinema dili arayışlarına girmiştir.
Afrika
Sinemasında kolonyal dönemden postkolonyal döneme geçiş 1960’lı yıllarda
yaşanan ulus bilinci, anti-sömürgeci mücadele gibi toplumsal ve siyasal gelişmeler
belirlemiştir. Özellikle ulus bilincinin oluşması “zenci”nin artık siyah
bilinci taşımaya başlamasıyla tarih, edebiyat gibi birçok alanla beraber Afrika
Sinemasında da dönüşümler başlamaktadır.
“Bağımsızlık mücadelesi sırasında
Afrikalı yönetmenler sinemayı toplumsal mücadelenin bir aracı olarak görürler.
Bağımsızlığını kazanan yönetimler sinemayı “ulusal temsil” açısından son derece
önemli bulmuşlardır. Bu da sinema-siyaset ilişkisinin daha açık ve yoğun
yaşanmasını getirir. Afrika sineması gerek kıta içindeki örnekleri gerek kıta
dışındaki örnekleriyle kendi dilini yaratmaya çalışan politik hedefleri olan ve
başlangıcından itibaren toplumsal hareketliliğin bir bileşeni olarak ortaya
çıkan bir sinemadır” ( Hepkon, 2007:172).
Sömürgeci
ülkelerin ardından gelen bağımsızlık döneminde Afrikalı ülkeler siyasi ve
ekonomik zorluklarla karşı karşıya gelir. Çünkü Afrikalının kaynaklarını
tüketen sömürgeci, Afrika topraklarını terk etmiş olmasına rağmen Afrikalıları
kendisine ekonomik olarak bağımlı hale getirmiştir. Bağımsızlık sonrası ulus
bilincinin toplumsal bir harekete dönüşmemesi sömürgecinin yeni tahakküm biçimine
olanak sağlayan bir takım elit Afrikalının siyası mecrada yer almasından
kaynaklanır. Postkolonyal dönemde Afrika Sineması bu zorluklarla başa çıkmayı
kendisine görev edinmiştir. Kolonyal dönemde Afrikalıya kendi yerel bağlarını
unutturan, özdeşlemeci bir durum
sergileyen sinema dili (Batının Afrika için yaptığı özel filmler) yerini postkolonyal
dönemde Afrikalının özgünleşme amacıyla ortaya koyduğu dil olan geleneği
hatırlayışa bırakır. Yine bu dönemde Afrika
Sineması için bir sonraki aşama ise direnişçi anti-emperyalist sinema dili
olacaktır.
2. KOLONYALİZM KAVRAMINA GENEL BAKIŞ
Batılı
sömürgeci ülkeler yayılmacı politikalarıyla kendi sınırları dışındaki
toprakları fethetmiş ve buradaki insanların kaynaklarını sömürerek onları
köleleştirmiştir. Bu toprakları işgal eden sömürgeci “üstün” ırk kimliğe sahip
olduğu gerekçesiyle sömürülen üzerinde her türlü tahakkümü kurmuş ve onu ötekileştirmiştir.
Öteki dediği toplumları tanımlamaya başlamış ve sömürüsünü “uygarlaşma” adıyla meşrulaştırmıştır.
Kolonyalizmi
“başka insanların toprakları ve mallarının fethedilmesi ve denetilmesi” olarak
tanımlayan Ania Loomba fethedilen topraklardaki insanın- sömürgecinin yeni
topluluklar oluşturma adına- yapısı üzerindeki etkilerini şöyle ifade etmiştir:
“Yeni topraklarda bir “topluluk oluşturma” süreci zorunlu olarak daha önce
orada zaten bulunan toplulukları bozma ya da yeniden oluşturma süreci anlamına
gelir ve ticaret, pazarlık, soykırım, köleleştirme ve isyanlar dâhil olmak
üzere kapsamlı bir pratikler silsilesini içerir.” ( Loomba, 2000: 19)
Sömürgeci
tarafından bozulan topluluklar, aynı zamanda kültürel yıkıma uğrayan
topluluklardır. Batı yüzyıllardan beri her alanda kolonyal söylemler yaratarak
kendi siyasi, ekonomik ve kültürel pratiklerini yinelemiş ve sömürülenin aşağı,
kendisine bağımlı olduğunu dayatmıştır. Bu söylemler sömürülende
kendisinin “kusurlu”, “vahşi”,
“altsınıf” gibi düşünceleri içselleştirmesine sebep olmuştur. Fanon bu durumu şöyle ifade etmektedir:
“Kendi
yerel kültürel özgünlüklerinin katledilmesi ve gömülmesiyle ruhlarında bir
aşağılık kompleksi yaratılmış insanlar” (2014: 18).Kolonyal deneyim hemen hemen
her öğrenim alanına girmiştir. Böylelikle insan bilgisini yeniden biçimlendirerek
ideoloji işlevine benzer işlev göstermiştir. Sömürgeci, on beşinci yüzyıldan
beri Amerika ve Afrika’ya ziyaret etmiş ve kendilerine tâbi kıldıkları topraklar
ve halklar hakkında bilgiler toplayarak bu bilgileri kaleme almıştır. Kaleme
alınan metinler bu iki halkın yeni bir tarzda düşünülmesine sebep olmuştur. “İdeoloji
gibi insan bilgisi de “maddi koşullar”dan doğdu ve “etkileri bakımından
maddiydi” (Pratt’dan akt: Loomba 2000: 78)
Edward Said, Kültür ve Emperyalizm adlı kitabında Avrupa
tarafından yazılan metinler üzerinde inceleme yaparak Batının kendi kültürünü
dayatmasını, diğer kültürleri nasıl erozyona uğrattığını ve bu tür metinler
içinde nasıl sürekli pekiştirildiğini göstermiştir.
“Edebiyat incelemeleri, Batılı değerlerin
yerlilere kazandırılması, Avrupa kültürünün üstün bir kültür ve insanı
değerlerin ölçüsü olarak kurulması ve böylelikle kolonyal egemenliğin korunması
girişimi esasında anahtar bir rol oynayacaktı” (Loomba, 2000:109).
Sömürgeci
ülkelerde bulunan -sürgünde olan- düşünürlerin (Said, Spivak, Bhabha, Fanon,
Cesaire, Cabrol, vd.) kuramsal yaklaşımları -bu yaklaşımlar Marksist analiz de
içermekte- dekolonizasyon hareketlerinin başlamasında önemli derecede etkili
olarak sömürge ülkelerinin bağımsızlık mücadelesinin zeminini oluşturmuş ve
postkolonyalizm disiplinin doğmasına sebep olmuştur.
3. POSTKOLONYALİZM KAVRAMINA GENEL BAKIŞ
Postkolonyalizm,
genel olarak baktığımızda sömürgecinin tarihini, sömürge tarihini, çokkültürlülük,
kültürel incelemeler, diaspora, antropoloji gibi kavramları irdelemektedir. Postkolonyalizm,
sömürgecinin ardından kalanlarını sorunlaştırarak üzerinde incelemeye tabi
tutan bir dizi felsefe ve edebi analizleri kapsamaktadır. Özellikle 1978
yılında Edward Said, Şarkiyatçılık adlı kitabında sömürge ülkelerinin,
sömürgeci tarafından kendine özgü yapılaştırılmasını eleştirmiş ve böylelikle
bu disipline öncülük etmiştir. Loomba Şarkiyatçılık
hakkında şunları belirtir: “Şarkiyatçılık’ın
kolonyalizm hakkında yeni türden bir çalışma başlattığı söylenebilir. Said
Avrupa kökenli edebi metinlerin, seyahatnamelerin ve öbür yazıların Avrupa ile
onun “ötekiler”i arasında bir ikilik yarattığını ve bu ikiliğin hem Avrupa
kültürünün yaratılmasında hem de Avrupa’nın başka ülkeler üzerinde kurduğu
hegemonyanın sürdürülmesi ve genişletilmesinde merkezi bir yer tuttuğunu
savunur” (Loomba, 2000: 65).
Sömürge ülkelerindeki halkların - hem kendi
ülkesinde hem de sömürgecinin ülkesinde yaşayanların- hala kolonyalizmin
yerleştirilmiş baskılara maruz kaldığı görülmektedir. Tahakküm örtük bir şekilde devam etmiştir, bu
yüzden postkolonyalist anlayış sömürgecinin sonu olarak görülmemektedir.
Kolonyal dönemden beri gelen sömürgecinin
etkisini taşıyan anlayışa, postkolonyal dönemde karşı tepki oluşturularak (Batıyı
kendi dilleriyle )[2]
Batı tahakkümü altındaki toplulukların sesi ortaya çıkartılmıştır. Tahakküm
sürecinde nelerin yaşandığı, geleneksellik-yerel kültür- arayışları, ulus
bilinci oluşurken yaşanan sıkıntılara bağlı olarak ortaya çıkan ikilemler
(siyah burjuvazi gibi)[3] bu dönemde ele alınmıştır.
Ayrıca “öteki” ve “melezlik” kavramları üzerinde yoğun bir şekilde durulduğu
görülür.
Bhabha, kolonyalizmin yarattığı durumun bir
kültürel aralık ve melezlik ürettiğini göstermeyi amaçlamış ve bu kültürel
durumun iktidar ilişkileri üzerinde dönüştürücü bir etkisi olacağını ileri
sürmüştür.( Gökçek, 2011 )
Said, (2010) sömürgeci ülkelerin kendi
halkları için Doğu’yu oluşturan, onların Doğu’yu Batıdan “öteki” ayrı bir
varlık olarak anlamalarını ve bunun sonucu olarak sömürgecilerin, gezginler,
araştırmacıların, sanatçıların onu keşfetmek için uğradıkları bir yer olduğunu
söyleyerek “öteki” temsilleri üzerinde durmuştur.
Sömürgeci – sömürge ülkelerin her ne kadar
bağımsızlığını kazanmış olsa da- uluslar üstü bir politika sürerek “Üçüncü
Dünya” olarak adlandırdığı bu sömürge ülkelerinin “modernleşme” sini sağlamayı
kendine amaç bildiğini öne sürerek hükümran özne- öteki ilişkiyi sürdürmeye
devam etmiştir.
4. AFRİKA SİNEMASI VE ÜÇÜNCÜ SİNEMA
ARASINDAKİ İLİŞKİ ÜZERİNE
Üçüncü Sinema, üçüncü dünyadan
kaynaklanarak ortaya çıkmıştır. II. Dünya savaşından sonra üçüncü dünya
ülkeleri anti-emperyalist mücadeler gerçekleştirmesiyle üçüncü sinemanın
temelleri atılmıştır. 1960’lı yıllarda böylelikle politik sinema eylemleri
kendini göstermiştir. “Üçüncü dünya terimini anlayabilmek için İkinci Dünya
savaşını takip eden yıllarda gerçekleşen köklü değişimleri hatırlamamız
gerekir. 1950’ler ve 1960’lar Avrupa sömürgeciliğin çöküşte olduğu yıllardır.
Bu yıllarda sömürgecilik düzeni büyük bir darbe yemiş, eski sömürgeler birer
ikişer bağımsızlığını kazanmaya başlamıştır” (Çetin Erus, 2007: 20).
Öncelikle Latin Amerika’da, Fernando
Solanas ve Octavio Getino’nun “Üçüncü Sinema Manifestosu” Glauber Rocha’nın
“Açlığın Estetiği” ve Julio Garcia Espinosa’nın “Mükemmel olmayan Sinema” adlı
kuramsal bildirilerden hareketle başlayan bu akım daha sonra farklı
coğrafyalarda da kendisini göstermiştir. “ Üçüncü sinema her şeyden önce Üçüncü
Dünya’da ortaya çıkmış ve o dönemden bu yana (başlı başına başka bir kategori
olan) Üçüncü Dünya sineması ile birleşmiştir. Çünkü Gabriel’in ısrarla
belirtiği gibi Üçüncü Sinema coğrafyayla tanımlanan bir sinema değildir; bu
öncelikle kendi sosyalist bakışıyla tanımlanan bir sinemadır.”(Wayne, 2011: 9)
Solanas ve Getino “birinci sinema” olarak
adlandırdığı Hollywood sinemasının ticari merkezli olduğundan ve “ikinci sinema” olarak adlandırdığı Avrupa
sinemasının bireysel odaklı olduğundan bahseder. Buna karşılık “Üçüncü sinema”
nın toplumu bilinçlendirme görevini üstlenen bir politik sinema olduğu
vurgular. Glauber Rocha yoksulluğu göz önünde bulundurarak açlığın önemli bir
sorun olduğunu, açlıkla beraber şiddettin ortaya çıktığını bu nedenle “Açlığın ve Şiddetin” manifestosunu yazarak
bunu sinemada estetik bir şekilde ele almaya çalışmıştır. Tekniğin önemsiz
olduğunu vurgulayan Espinosa ise Hollywood sinemasının sahip olduğu teknik
seviyesine üçüncü dünya ülkelerinin ulaşamayacağını, zaten sanatsal biçim
oluşturmada tekniğin gerekmediğini belirtir (Odabaş, 2013)
Batıdan farklı kendisine özgü ve politik bir
dil ortaya koyan Üçüncü sinema, sömürgeciliğe karşı, şiddet, militanlık,
toplumsal adalet, etnisite, sınıf farklılığı, ulusal kimlik oluşturma, tarihi yeniden
kurma, kültürel çözümle, gerçeklik gibi unsurları kendisine temel ilke
edinmiştir.
Sömürgeci ülkelerin (Fransa-İngiltere)
politikaları doğrultusunda kolonyal dönemde Afrika Sineması biçem kazanmakta ve
bu ülkelerin kültür politikaları Afrika sinemasında da görülmekteydi. Afrika sinemasında kolonyal dönemde batı
sinemasının dili hâkimiyeti sona ermesinde yukarda belirtiğim Üçüncü sinemanın
temel ilkeleri önemli etkendir. Postkolonyal dönemle ortaya çıkan Afrika
sinemasının bu yeni dili -teknik olanakların yetersizliğine rağmen- sömürgecinin karşısında mücadele etme, ulus
bilincini oluşturma, yoksulluğa değinme, kendi tarihini yeniden kurma (kendi
geleneğine dönüş) toplumsal olana değinme, politik gibi ele aldığı konularla
üçüncü sinemanın niteliklerini taşır. “Fanon’a göre üçüncü sinema -zihnin sömürgeleştirilmekten
arındırılması-dır. Bu bağlamda sinemacıların karşı karşıya oldukları
zorluklardan biri, üçüncü sinemanın bir kamu hizmeti olması gerektiği
düşüncesiydi. Çünkü bu görüş izleyicinin bilincinin arttırılması görevini
sinemacılara yüklemekteydi” (Guranatne ve Dissanayeke’den aktaran: Gökçek. 2011).
Fanon, (2014) Afrikalının bağımsızlığını
elde etmek için bilinçlenme sürecinden bahseder. Bu süreçleri Asimilasyon,
hatırlama ve mücadele süreci olarak üçe ayırmıştır. Fanon ‘un yapmış olduğu bu analiz de Afrika
sinemasının değişiminde etkili bir unsurdur.
Asimilasyon süreci Afrika sinemasının batı
dilinin etkisini gösterdiği Afrikalı yönetmenlerin Hollywood filmlerini taklit
ettiği dönemdir. Hatırlayış sürecinde Afrikalı yönetmenler tarihini yeniden
kurma çabasına girerek film temaları geleneksel değerler, folklorik öğeler
olmuştur. Ancak Fanon (2014) geçmiş yaşam biçimini eleştirilmeden ele alınması
halinde sorun yaratacağı değinmiştir. Üçüncü
sinemanın çıkışıyla beraber Afrika sineması mücadele sürecine girmiştir. Afrika
filmlerini ideolojik bakış açısı biçimlendirmiştir.
Armes,
sinemanın ilk yıllarından beri Afrika, Asya, Latin Amerika “ulusal” film
yapma çabalarına değinirken Afrika sinemasının 1960’lardan sonra bilinçlenen
yönetmenlerin yapmış olduğu filmlerde tarih arayışına girdiğini vurgulayarak şöyle
ifade etmektedir:
“Tüm bu film üretimi Afrika ve
Asya’daki Avrupa imparatorluklarının henüz sarsılmadığı bir zamanda başlamıştı
ve ayrıksı bir üçüncü dünya kimliğinin henüz oluşmadığı yıllarda batının
dışındaki sinemanın potansiyel işlevine dair bir kuramsal incelemenin ortaya
çıkmadığı yıllarda, Üçüncü dünyada üretim başlamıştı. Ancak bu öncü çabaların
yeniden keşfi 1960’lardaki politik açıdan daha bilinçli film yönetmenlerinin
ulusal film hareketlerinin yaratmasıyla baş başa gitmiştir, kaybolan tarihlerini
ulusal bilinçlenmeyle yeniden keşfedilmiştir” (Armes, 2011: 169).
5. TOUKİ BOUKİ (SIRTLANIN YOLCULUĞU) FİLMİ ÜZERİNE
5.1 Filmin künyesi
Adı:
Toukı Boukı
Süresi: 95 dk.
Yapım Yılı:
1973
Yönetmen:
Djibril Diop Mambêty
Ödüller:
1973 Cannes Film Festivali Uluslararası Film eleştirmenler ödülü
1973 Moskova Film
festivali FIPRESCI ödülü
Ülke: Senegal
5.2
Filmin özeti
Mory,
çobanlık yapmış olduğu kırsal kesimden daha iyi bir yaşam için Dakar’a göç
etmiştir. Ancak hayal kırıklığına uğramıştır. Dakar’da yoksunluğun en yoğun
yaşandığı bölgede-banliyölerde- hayatını sürdürmektedir. Burada Mory, yediği
yemeğin parasını dahi veremeyecek kadar güç durumda yaşar. Mory ve üniversite
öğrencisi olan Anta ile Paris’e gidip zengin olma hayalleri kurar. Paris onlar
için cennetin kapısıdır. Mory para kazanmak için gasp gibi birtakım yollara
başvurmaya niyetlenir. Mory ve Anta Dakar’ın yoksul mekânlarında dolaşmaktadır.
Bir süre sonra bir kalabalıkla karşılaşırlar. Bu kalabalık iskambil
kâğıtlarıyla şans oyunu oynatan bir adamı izlemektedir. Mory oyuna katılır
amacı hile ile para kazanmaktır. Ancak doğru kâğıdı seçemez, oyunu kaybetmesi
üzerine kaçar. Mory para bulmanın başka yolunu arar. Mory ve Anta geleneksel
olarak düzenlenen güreş oyunlarının yapıldığı arenada buluşurlar. Anta, Mory’e güreş alanın kendileri için para
bulmanın kaynağı olacağını söyler. Geleneksel olarak epeydir süre gelen Fransa
ile Senegal’ın bağlarını arttırmak güreşler yapılmaktadır. Bu kez General De
Gaulle (Fransız General) Anıtını yaptırmak için para toplanma maksadıyla
güreşler yapılır. Mory ve Anta’ nın niyeti toplanan paraları çalmaktır. Paraları
çalmak için girişimde bulunurlar ve içinde paranın olduğunu düşündükleri
sandığı çalmayı başarırlar. Anta sandığı taksi tutarak uzak yerlere götürür
Mory ise onu, üzerine boynuz taktığı -kendisiyle
özdeşleşen- motosikletiyle takip etmektedir. Kısa süre şehirden uzak olan bir
mekâna gelirler. Taksici Sandığı taşımaktayken sandığı düşürür ve merak edip
sandığı açar ve sandıkta kurukafa görür. Bunun üzerine korkarak oradan
uzaklaşır. Sandıkta paranın olmaması Mory ve Anta ’nın hayallerini bir kez daha
suya düşürür. Mory bunu üzerine eski arkadaşı
Charlie’nin yanına gitmeye karar verir. Eşcinsel olan Charlie –varlıklı- elit
siyahlardandır. Mory ve Anta Charlie’nin evine gitmiştir. Mory, Charlie’yi
soyarak oradan Anta ile beraber uzaklaşırlar. Charlie’nin arabasıyla Dakar
limanına giderler. Soyulduğunu anlayan Charlie polise haber verir. Polis Mory
ve Anta’yı aramaktadır. Mory ve Anta Dakar limanına varmıştır. Mory son anda
Paris’e gitmekten vazgeçer. Mory Dakar sokaklarında koşmaktadır. Motosikletinin
süren bir başka kişi kaza yapmıştır. Mory kazanın olduğu yere gelir ve
motosikletine takmış olduğu boynuzun kaza sonucu kırıldığını görür. Mory
kırılan boynuzu alır ve yürümeye başlar. Bir süre sonra bir sokağın
merdivenlerinde oturur ve öylece boynuzlara bakar. Film inek sürülerinin
gösterildiği (Mory’nin çocukken çobanlık
yaptığı zaman) açılış sahnesiyle aynı şekilde biter.
5.3Filmin Analiz
“Biz para için ruhumuzu sattık, çocukluğumun benim için son sığınak
olmasının nedeni budur.”
Djibril Diop Mambêty
Toukı Boukı filmi bize “modernleşme” ile
kendi gelenekselliği arasında sıkışmış Afrika insanın panoramasını sunar. Film,
Batılı yönetmenlerin hâkim olduğu Afrika sinemasının asimilasyon döneminden
sonraki aşama olan hatırlayış döneminin yerel kültüre değinme özelliğini
taşıdığı gibi bağımsızlık sonrası dönemde Senegal’de görülen ekonomik, sosyal,
kültürel sıkıntılara değinmesiyle önemli bir yerde durur. Yerel kültür ve
yeni-emperyalizmin etkileri filmin ana temasını oluşturur. Senegal Bağımsızlık
kazanmasından sonra kolonyal dönemin yararlarını saramazken, yeni sömürge biçimiyle karşılaşmaktadır. Ancak
ulusal bağımsızlık milliyetçilik kılıfına büründürülerek sömürgecinin
sömürüleni tekrar yeni bir formda ezmesini sağlamış bunu meşrulaştırmıştır ve
böylelikle kolonyal dönemin bittiği imajı çizilmiştir.
“Emperyalizm kurtuluş ve bağımsızlık
savaşları ile türetilmiş olan ulus-devlet milliyetçiliğinin sömürgecilikten
miras aldığı “ bir ötekini varsayarak kendi özgün ve farklı kimliğini kurma ve
muhafaza etme” perspektifi ilerlemiş, gelişmiş ve aydın olarak değerlendirilen
elitlerin “uluslararası iş bölümünü” ve “ekonomik-politik kalkınmayı ve
istikrarı” sağlama söylemiyle yabancı sömürgeci ile işbirliği yapması da sömürgeciliğin
bugün mazide kalmış olduğunu sürekli yeniden hatırlatan bir başka unsurdur”
(Yetişkin, 2010: 15).
Yönetmen Mambêty bu sorunu, Dakar şehrinin
modern binaları bulduğu yerler ve bu yerlerin hemen yanı başında konumlanmış gecekondularla,
kırsal kesimler ile otoyollar, siyah elitlerin giymiş olduğu modern kıyafetler
ile yoksul kesimin giymiş olduğu yerel kıyafetler, batı müziği ve yerel müzik, alt-üst sınıf karşıtlığını vererek gösterir. Yerel
kültürü, filmine bir takım imgeler yerleştirerek metaforik olarak bizlere
sunar. Bu bağlamda izleyecisine modernleşme etkisi altında kalarak unutulmaya
yüz tutmuş Afrika geleneğini hatırlatmakta böylelikle Afrikalının dönüşüm
sorunsallığına değinmiştir. Filmde Mory motosikletine boynuz takmıştır. Boynuz,
kent-modern yaşamın karşısında kırsal yaşamın metaforik konumlanmasıdır. Mory Dakar’ın zengin mekânlarında
motosikletiyle gezerken boynuzlar yakın plan çekimiyle verilmiştir (Mory ‘in
öznelinden). Motosiklet gezintisiyle hem bu boynuzlar hem de şehrin lüks
binaları görülür. Yine motosiklete takılan bir başka imge ise “Tuareng
Haç”ıdır.[4] Geleneksel olan bir araca bağlanarak
karşıtlık oluşturulmuştur. Bazen de bu karşıtlık, Fransız Generali olan De
Gaulle anıtının yapımı için geleneksel güreşlerin düzenlenmesi gibi,
sömürgecinin sömürenle hala bağını koparmadığını gösterilerek ironi bir şekilde
kurulmuştur.
Yoksulluk, toplumsal yıkım, sınıf
tabakalaşması, sömürgecinin zihniyetinin içselleştirilmesi gibi kolonyal
sonrası dönemde çıkan sorunları yönetmen Mambêty kendi üslubuyla yetkin bir şekilde
ele alır.
Filmin
ilk sahnesi –Mory ‘in çobanlık yaptığı çocukluk dönemini-kırsal bir kesimde
inek sürüsünün görüntüsü ile açılır. Hemen ardından mezbahane görüntüsüyle
devam eder sonra Mory ’in motosikletle Dakar’a ilerlediğini görürüz böylelikle
“modern” öncesi tarım toplumu ve modernite arasında ki karşıtlık daha filmin
girişinde kendini göstermektedir. Benzer
bir şekilde Anta’yı gecekondu mahallesinde evinin önünde ders çalışırken
görürüz yerel bir müzik görüntüye eşlik eder ardından ezan okunur derken uçak
sesi ezan sesinin üstüne biner ve gecekondu evleri üzerinde gezinirken kamera,
lüks binaların görüntüsünü çerçeve içine alır. Böylelikle adeta Senegal’in
kolonyalizm ve postkolonyalizm döneminin özeti vererek, batının o sahte
modernite vaatlerini gözler önüne sermiştir.
Mambêty,
filmi geleneksel olanla modernite arasına sıkışmış iki karakterin –Mory ve
Anta- Paris’e gitmeyi arzulaması üzerine kurması bir diğer önemli unsur
olmuştur. Burada batının kolonyal söylemlerinin Afrika halkı üzerindeki
etkisine değinir. Mory ve Anta Paris’e giderek gerçek hayatı bulacaklarına
inanmaktadır. Filmde de geçtiği gibi Paris onlar için cennetin kapısı
niteliğindedir. Keza filmin çoğu sahnesinde sürekli Paris’i anlatan popüler bir
Fransız şarkısı verilir. Paris’e gitme arzusu, Afrika halkının kendisinin
‘öteki” olduğunun içselleştirmesinin çok iyi bir örneğini oluşturur. Çünkü Mory
ve Anta Paris’e gitmekle bulundukları yerin rezilliğinden kurtularak, saygın
biri olacaklarının inancına sahiptirler. Sandığın çalındığı sahnede Mory ‘in iç
sesinden şunları duymaktayız.
“…
Paris bekle ben geliyorum sizi sokak süpüren zenciler, seni şehir zencisi ben
sizin gibi değilim çünkü Paris’te olacağım.”
Mory
’in bu iç sesi Batı sömürgecinin kendisini özne durumuna konumlandırıp sömürge
ülkesindeki insanlarının da bunu kabullenip benimsemesinin iyi bir örneğini
oluşturur.
Filmin
bir başka sahnesinde ise gecekondu mahallesinde iki yerel kıyafetli kadının
aralarında geçen şu konuşmaları şahit oluruz.
K1: (postacıyı görür.) Fransa’dan mektup
gelmiyor, oğlum bana yazmıyor.
K2: Beni dinlemiş
olsaydın oralara baştan gitmesine izin vermezdin. Fransa’dan iyi bir şey
çıkmaz, öyle çocuklar Fransa’dan asla dönmez. Ya da hastalıklı beyaz kadınlar
getirirler.
Mambêty,
Afrikalı siyah insanın sömürgecinin
ülkesine giderek onun gibi yaşama isteğini Fonon’un deyimiyle beyaz olma isteği
– siyah adamın beyaz kadınla olarak beyaz olacağını - durumunu vurgulamaktadır.
Fanon Afrikalı insanlar üzerinde yapmış olduğu psikanaliz çalışmalarına “Siyah
Deri Beyaz Maske” adlı kitabında yer vererek bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Kabul
edilmesi benim için son derece acı veren bir gerçek olsa da, ifade etmek
zorundayım ki, Siyah insan bir tek alın yazısı var; ona kendini tüketircesine
peşinden koşma coşkusu veren tek bir kader: Beyaz olmak. (…)
siyah insanın kendi benliğine dönüp kendini tanıması, sosyal ekonomik
gerçekleri açık ve dolaysız bir biçimde tanıyıp kabul etmesine bağlıdır” ( 2014:
5-6).
Mory ‘in eşcinsel arkadaşı Charlie’ye
uğradığı sahnede modern olmaya çalışan Batılı gibi giyinmiş elit siyah
insanları görmekteyiz. Mambêty bu sahneyle bağımsızlık sonrası Beyazın
taklidini yapan siyahları göstererek bağımsızlıktan sonra yeni-emperyalizm
yarattığı toplumsal tabakalaşmayı vurgulamaktadır.
“Sömürgeci ile sömürge arasındaki müphem
ilişkiyi açığa çıkaran taklitçilik, emperyalizm ve yeni sömürgeciliğin
yayılmasını sağlayan bir politikadır. Kavramı geliştiren Bhabha’ ya göre “
sömürgeci taklitçilik, (…) farkın öznesi (ya da konusu) olan ıslah olmuş, ayırt
edilebilir öteki için duyulan arzudur” ( Yetişkin, 2010: 18).
Mory,
eski arkadaşı Charlie’nin modern kıyafetlerini çalar ve Charlie’nin şoförünü
kandırarak onun arabasına biner. Mory ve Anta gerekli olan parayı ve
kıyafetleri aldıktan sonra Paris’e gitmek için Dakar limanının yolu tutar. Mambêty
ulusal geçit törenini ve Mory ile Anta’nın arabayla Dakar limanına giderken ki görüntülerini
üst üste bindirir. Mory araba da ayağa kalkıp selam verir bu görüntü geçit
törenini izleyen halkın görüntüsüyle tamamlanır. Geçit törenini izleyen halk
sanki Mory’i ve Anta’yı karşılamaktadır. Böylelikle Paris’e giden iki karakterleri
-ki bu karakterler yoksul kesimin insanlarıdır- ulusal geçit törenin görüntüsü
içine koyarak kolonyal sonrası etkilerine, ulus-devlet milliyetçiliği sorunsalına
ve buna bağlı olarak uluslararası sermayenin toplumda yarattığı tabakalaşmayı
vurgulamaktadır.
Charlie’nin arabasının arka kısmının Amerika
bayrağına şeklinde olması, geçit töreni izleyen halktan birinin elinde Britanya
bayrağı şeklinde bir poşeti tutması filmde Fransa dışında diğer sömürgeci
güçleri de bize hatırlatılarak bu sömürgeci ülkeler ekseninde olumsuz bir
şekilde gelişen Senegal tarihine değinilmiştir.
Dakar
limanın görüntüsü uluslararası taşımacılık yapan Ancerville[5] adlı gemiye konteynerlerin
yüklenmesiyle açılmaktadır. Bu görüntüyle Mambêty, Sömürgeci ülkelerin
uluslararası serbest piyasa girişimleriyle ulus devletlerin iç politikaları üzerindeki
yeni tahakküm şeklinin tezahür etmesini vurgular.
Mory
ve Anta gemiye binmektedir ancak Mory gemiye binmekten son anda vazgeçmiştir. Anta
ise gemiye binmiştir. Mory ‘in son anda vazgeçmesiyle bir kırılma noktası
yaşanır bu durum batının sahte vaatleri karşısında bir uyanışı temsil
etmektedir. Mory Dakar sokaklarında koşmaktadır “vahşi” bir çocuk Mory’nin
motosikleti kullanmaktayken kaza geçirmiştir. Mory kaza sonucu kırılan boynuzu
bir parçasını almıştır. Boynuzun kırılması filmde başından beri Mory’nin kırsal
hayat ve geleneksel olan ile bağının kopmasına ve dönüşün olmayacağına işaret eder.
(Filmde Mory ve Anta’nın para ve kıyafet çaldıkları sahnenin hemen ardından bir
düş sahnesi görmekteyiz. Bu sahnede Mory ve Anta beyaz sömürgeci gibi davranır
yerel halka para dağıtır ve onlardan saygı görmüştür.
Mambêty
böylelikle sömürgeciyi taklit etmenin yerel insan üzerindeki etkisini dramatize
etmiş geleneğin bozuma uğradığını göstermiştir.) Mory bir sokağın
merdivenlerinde oturmuştur elinde kırık boynuz ve yanında modern bir şapka
(Charlie’den çaldığı) bulunur. Modernleşme ve geleneksellik arasında kalma hali
böylece metaforik bir anlatıya dönüşmekte ve yeni bir toplumsal dönüşümün gerekliliği
vurgulanmaktadır.
6. SONUÇ
Kolonyalizm sonrası sömürgeci ülkelerin
sömürge halkı üzerindeki ekonomik, sosyal, kültürel alanda olumsuz etkileri devam
etmektedir. Özellikle 1960’larda yaşanan toplumsal dönüşümler, direniş
hareketleri, ulus bilincinin oluşmasıyla birlikte sömürgeci ülkelere bir karşı
duruş gösterilmiştir. Kazanılan ulusal bağımsızlıklar beraberinde Afrika halkı
için sorun teşkil etmekteydi. Ulusal siyah burjuvaziler sömürgeciyi taklit
etmiş ve sömürgeci yapılarını yeni bir şekilde arttırarak sınıf temeline dayalı
toplumsal yapıyı ortaya çıkarmıştır.
Postkolonyal disiplinin çıkmasıyla beraber bu sorunlar dile getirilmiş
ve Afrika sineması üzerinde önemli derecede etkili olmuştur. Böylelikle Afrikalı sanatçılar kolonyal
dönemin bıraktığı mirası reddederek bu mirasın bıraktığı tüm sorunları ele
almıştır. Üçüncü sinemanın bir direniş dili olması, farklı kimlik arayışları
sorunun ele alması, topluma değinmesi, sömürülenin yoksul dünyasını ele alması
ve izleyiciyi aktif bir konuma getirmesi gibi özellikleriyle Afrika Sinemasını
etkilemiştir. “Toukı Boukı” filmine baktığımızda film alt sınıftaki toplumun
kendisini keşfetmeyi sağlamasını çalıştığını görmekteyiz. Modernitenin, sosyal
ve ekonomik hiyerarşiden kaynaklan büyük bir yalan olduğunu, sömürge sonrası
toplumsal yıkım, sınıf tabakalaşması, sömürgecinin zihniyetinin
içselleştirmesine neden olduğunu göstermiştir. Son kertede Avrupa kültürünün
parçaları- modernizm- yerel Afrika kültürü ile uzlaşmaz olduğunu göstermiştir.
Ancak kurtuluşu yerel kültürde aramayarak yeni toplumsal oluşumların
gerekliliğini ortaya koymuştur.
KAYNAKÇA
Armes, R. (2011) Üçüncü Dünya Sineması ve Batı, İstanbul:
Doruk Yayımcılık
Biryıldız E. ve Erus Z.Ç (Ed.) (2007) Üçüncü
sinema ve Üçüncü Dünya sineması, İstanbul: Es yayınları.
Fanon, F. (2014) Yeryüzünün Lanetlileri, İstanbul: Versus
Kitap
Fanon, F ( 2014) Siyah deri Beyaz Maske, Ankara: Versus
Kitap
Gökçek, Yusuf Ziya
(2011) Postkolonyal Afrika sineması,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Beykent Üniversitesi İstanbul.
Loomba, A. (2000) Kolonyalizm Postkolonyalizm, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
Odabaş, B. (2013)
Üçüncü Sinema, İstanbul: Agora Yayımcılık
Said, E. (2012) Şarkiyatçılık, İstanbul: Metis Yayınları
Said, E (2010) Kültür ve Emperyalizm, İstanbul: Hil
Yayıncılık
Wayne, M. (2011) Politik Film Üçüncü Sinemanın Diyalektiği,
İstanbul: Yordam Kitap Yayıncılık
Yetişkin E. (2010) Postkolonyal kavramlar üzerine Notlar, Toplumbilim 25, 15-20
[2]
Diasporada olan Afrikalı düşünürler eserlerini kasten sömürgeci ülkenin
diliyle-Fransızca, İngilizce-yazarak daha geniş okura hitap etmeyi amaçlamaktadır.
Ayrıca kolonyal söylemleri analiz eden bu düşünürler söylemin yapısını tersine
çevirerek okura seslenir.
[3]
Sömürge ülkelerinin bağımsızlığı kazanmasından sonra yönetime gelen sömürgeciyi
taklit ederek kendi halkı üzerinde tahakküm kuran elit kesim.
[4]
Genelde hayvancılık ve kervan ticareti yapan eski sahra insanların geleneksel
inançlarını temsil eden, kabilelere göre farklı şekillenen bir tür haç simgesi.
[5]
Dönemin Fransız cumhurbaşkanı Charles De Gaulle tarafından 5 Nisan 1962 de
başlatılmış. Dakar, Marsilya,
Casablanca, Alicante, Tangiyer Kanarya Adaları hattı üzerinde uluslararası
ticari amaç için kullanılmıştır.
Film tam kafamda oturmamıştı derken bu güzel makaleye rastladım gerçekten süper bir metin olmuş elinize emeğinize sağlık.
YanıtlaSil