KİM BİR HİNTLİYE YİRMİ MİLYON VERMEK İSTER?
Beril
Kızıltuğ*
GİRİŞ
Avrupa,
kolonyalizm çağında deniz aşırı ülkelerde değişik maksat veya dürtülerle
(medeniyet götürme, Hristiyanlığı yayma, itibar sağlama, yeni topraklar elde
etme, alışveriş yapma) çeşitli adlar ve farklı statüler altında pek çok koloni kurmuştur.
Bu kolonyalizmin ideolojik ve felsefi yanı yoktur. Koloni fikrinin temelinde
metropolün menfaati vardır. Kolonilerin metropolle olan ilişkilerinde tam
bağımlılık ve eşitsizlik ilkesi esastır. Bu bakımdan kolonilerin hürriyeti ve hükümranlığı
söz konusu olmazken hâkimiyet kayıtsız şartsız metropole aittir. Bu tür
koloniler, iyi ticaret yapmanın kanallarıdır. Sanayi devrimi ve seri üretim ile
birlikte metropoller canavar edasıyla tırnaklarını kolonilere geçirmiş ve ham
madde deposu olarak görmeye başlamıştır. İkinci dünya savaşından sonra Avrupa
artık sömürgelerini siyasî ve askeri baskılar yoluyla sömürmekten vazgeçmiş,
yeni sömürgecilik metotlarına başvurmuştur. Bunda, II. Dünya Savaşı’nın
Avrupa’da neden olduğu siyasî ve ekonomik tahribat oldukça etkili olmuştur.
Bunun sonucunda ise postkolonyalizm dönemi açılmıştır. Kolonileşme sonrası,
sömürge sonrası anlamına gelen postkolonyalizmi anlamadan önce kolonyal dönemi
anlamak gerekliydi. Edwar Said’in
1978’de yayımladığı kitabı Oryantalizm adlı kitabı postkolonyal dönemi
anlamanın çıkış noktası olduğu savunulur. Güçlü Avrupa imparatorluğunun ikinci
dünya savaşından sonra parçalanması, sömürge sonrası dönemin yazınının ve hala
süregelen eleştirilerin konusu olmuştur. Güçlü ile güçsüz, Batı ile Doğu, Şark
ile Garp iyi ile kötü, zengin ile fakir bu gibi karşıtlıkların hepsi birbirini
tanımlar. Herkesi kendine ötekinin üstünden bir anlam atfeder. Batı ile Avrupa
arasındaki ilişkiyi tanımlamak için pek çok terim kullanıldı. Balfour ve
Cromer’in tanımlamasına göre:
Şarklı mantıksızdır,
ahlaksızdır(günahkardır), çocuksudur, ‘farklıdır’; buna karşılık Avrupalıaklı
başında, erdemli, olgun, ‘normal’dir. Ama ilişkiyi daha canlı kılmanın yolu,
her yerde, Şarklının farklı, ancak eni konu düzenli, kendine ait bir dünyada
–kendi ulusal, kültürel, bilgisel sınırları, iç tutarlık ilkeleri olan bir dünyada-
yaşadığını vurgulamaktı (Said, 1999; 49-50).
*Mersin
üniversitesi radyo sinema ve televizyon bölümü yüksek lisans öğrencisi
Cromer
ve Balfour’un dilinde Şarklı yargılanan, ders kitaplarında incelenip tasvir
edilen, insanların nezdinde ya da cezaevlerinde gözetim altında tutulan,
resmedilen temsil edilen bir şey
olarak betimlenir. Temsil kavramı burada önemli bir yerde durur. TDK’na göre
temsil; birinin veya bir topluluğun adına davranma, belirgin özellikleri ile
yansıtma, sembolü olma, simgeleme anlamına gelmektedir.(tdk.gov.tr) Doğu temsil
edilir, çünkü doğulu kendi kendini yönetme özelliklerinden yoksundur. Oryantalist
kültür olarak temsil edilen yerler, temsil edildiği noktada beklide oraya hiç
gitmeden ayak basmadan yapılmıştır. Örneğin oryantalist kültürü temsil eden
ressamlar beklide oraya hiç ayak basmadan kendi fantazyalarında kurgulayarak
yeniden üretmişlerdir. İki net ayrım şeklinde doğu ve batı temsilleri
yaratılmıştır ve biz kültürleri filmlerden izlediğimiz kadarıyla, edebi
eserlerden okuduğumuz kadarıyla, masallardan dinlediğimiz kadarıyla öğrendik.
Doğu ile Batı zihnimizde nasıl
birbirinden ayrılıyor? Bu ayrımı yaratan, kodlayan bunu besleyen ve devam
ettiren kimdir? Doğu zihinlerimizde gizemli, egzotik, gidip keşfedilmeyi
bekleyen, mistik, olarak kurgulanmıştır. Batı bir yerde konumlanırken, Doğunun
yeri tam olarak belli değildir. Bu anlamda Batı kendini merkez alarak doğuyu
konumlandırmıştır. Kendini merkez alırken, Doğu’yu ötekileştirmektedir. Edward
Said, Doğu’nun Batı’nın öteki imgelerinden biri
olarak, Batılı öznenin düşüncesi, kimliği ve deneyimiyle kendini tanımlamasına
yardımcı olan karşıt bir imge olduğunu belirtmiştir (Said, 1999). Said’in
ifadesiyle Doğu ile ilgili metinler Doğu’yu yeniden yaratmıştır. Avrupalı için
Doğu, Avrupa’nın bir icadı olup, eski çağlardan beri insanlarda hülyalar
uyandıran, garip izlenimler yaratan, kendine has yaratıkları ve manzaraları ile
fevkalade deneyimlere yok açan bir yerdir. Bu hülyalı egzotik doğuyu
kitaplardan, Avrupa’lı entelektüel gençlerin sırtlarına çantalarını atıp keşfe
çıktıkları doğu ülkelerinde başlarına gelen onca felaketi de filmlerden
öğrendik.
Ben ve diğerleri ayrımından hareketle
dünyanın merkezine kendisini koyan Batı, Ortaçağ’dan Doğu kültürleri,
medeniyetleri ve inançları doğrultusunda yönelttiği oklarıyla kendi Doğu’sunu
oluşturmuş bunun neticesinde ortaya çıkan ve akla gelen bütün olumsuzlukların
yüklendiği Doğu imajını hayatın her
sahasında kullanıma sokmuştur. Doğu dirlik düzen verilmesi gereken, bozuk, hastalıklı, korkutucu,
olası tehditler barındıran ve kara suratlı insanların yaşadığı ama bir o kadar
da güzel ve şehvetli kadınları barındıran bir yerdir. Batılı erkeklerin
ağızlarının suyunu akıtacak kadar gizemli ve şehvetlidirler. Egzotik tatillerin
baş kahramanı olan bu kadınlar başka bir makalede toplumsal cinsiyet bağlamında
tartışılabilir. Bir kabileyi, bir milleti boyunduruk altına almak ve
insanlarından, malından, zenginliklerinden yararlanmak ve gayrimeşru olarak
ayrıcalıklı olmayı kabul etmek gaspçılığı kabul etmek anlamına gelir (Memmi,
2002). Sömürgeci ya da kolonyalist yanındaki yoksullukta neler olup bittiğine
aldırış etmeden tertemiz takımının içinde içkisini yudumlarken bu sistemin
içinde kendini temize çıkarıverir. Onun portresi genç, beyaz, nazik, dik,
mağrur bakışlı ve görgülüdür. O, sömürge toplumuna ‘medeniyet’ getirmek için
ordadır. Daha iyi yaşatmak için ordadırlar çünkü ötekiler kendi kendilerine
yaşamayı beceremezler. Bu kendi kendine yaşamayı beceremeyen insanlar topluluğu
Doğu ile adlandırılan ülkelerin toplumlarına üyedirler ve bu şekilde temsil
edilirler. Kara suratlı, pis, hırsız, tecavüze meyilli, suça meyilli kişilerdir
bunlar. Pek çok alanda bu kodlarla temsil edilmişlerdir. Bu kültürel temsiller
bize toplumlar hakkında ve kendimiz hakkında bilgiler aşılar ve bu doğal bir
şekilde süregelir.
İncelemeye çalışacağım Slumdog Millionaire filmine geçmeden
önce filmin geçtiği yer olan Hindistan ve tarihine biraz değinelim.
HİNDİSTAN
Hindistan’ı işgal eden ilk Avrupalı
güç Portekizlilerdir. 1498’de Vasco da Gama, Ümit Burnu’nu dolaşarak bugünkü
Kerala eyaleti sahillerine ulaşmıştı. Bu yolun keşfi Portekizlilerin Hindistan
ticaretini ele geçirmelerini sağladı. Bu yolun keşfi Portekizlilerin Hindistan
ticaretini ele geçirmelerini sağladı. 1510’da Goa’yı işgal eden Portekizliler, İngilizlerin
Hindistan’dan ayrılmasından 14 yıl sonrasına, 1961 yılına kadar burada
sömürgelerini sürdürmüşlerdir. Portekizlilerin
iki hususu sağlama almaya çalıştıkları görülür: Birincisi,
elden geldiği kadar Hindistan'la Kızıldeniz arasındaki ticareti durdurmak veya zorlaştırmak; ikincisi ise Doğu ülkeleriyle (Hindistan, Mele Adaları, Çin
vs.) Avrupa arasındaki bütün ticaret tekelini ele geçirmek. Bu amaç için
Portekizliler bölgeyi kana buladılar, şehirler yakılıp yıkıldı. ‘Avrupa
uygarlığı’ Hint Okyanusuna ulaşmıştı. Hindistan’daki ilk sömürge yönetimini
İngiliz’ler 1612 yılında bir ticaret merkezi kurarak başlatmıştır. İngilizler
için Hint kültürü, gelenekleri ve dini inançları önemsiz birer ayrıntıydı. İngilizlerin,
düzenli orduları ve yetenekli politik danışmanları vardır. Böl ve yönet politikasını
tam olarak uyguladılar. Uzun dişli, sırtı dik, nazik politikacılar
ülkeye ‘refah’ getirmişlerdir. Hindistan, tarih boyunca insanlık için bir
cazibe merkezi olmuştur. Sahip oldukları zenginliklerle gerek insanlık
tarihinin eski uygarlıklarının gerekse modern dönemin batılı sömürge
imparatorluklarının iştahlarını kabartmıştır. Hindistan’ı işgal edenler iktidar
sahibi olup giderek zenginleşirken Hindistan’ın kendisi giderek fakirleşmiştir.
Hindistan’ı sömüren tek devlet İngiltere olmamakla beraber Batılı ülkeler
arasında en kalıcı olan odur.
Hindistan’da
en büyük ekonomik gelişme 1960 sonlarında ve 1970 başlarında yaşanmıştır. Bu
dönemde gıda üretiminde gerçekleştirilen büyük artış sayesinde sona
erdirilmiştir. 1990’lardan itibaren internet devrimi ve bilgisayar
yazılımlarıyla birlikte, Hintli yazılım mühendisleri dünyada söz söylemeye
başlamışlardır.
DANNY
BOYLE’UN SLUMDOG MILLIONAIRE FİLMİ
FİLMİN KÜNYESİ
Slumdog Millionaire: Vikas Swarup’un Q and A adlı romanından uyarlanan 2008
yapımı Britanya yapımı bir film. Senaryo:
Simon Beaufoy Yönetmen: Danny Boyle Görüntü Yönetmeni: Anthony Dod Mantle Müzik: A. R. Rahman Kurgu: Chris Dickens
Oyuncular: Dev Patel(Jamal), Freida Pinto(Latika), Mahdur Mittal (Salim), Anil
Kapoor, İrfan Khan Yapım yılı: 2008, Birleşik Krallık Yapımcı: Christian Colson
Süre: 120dk. Dil: İngilizce, Hintçe
KARAKTERLER
Jamal
Malik: Filmde kapalı kaldığı tuvaletten dışkının
içine atlayarak kurtulan ve bu şekilde hayran olduğu oyuncunun fotoğrafının
imzalatmayı başarmış küçük çocuktan yine aynı cesaret ve yürekle büyüyen kendi
yolunu çizen bir delikanlıya dönüşünü izlediğimiz Mumbai’lı Jamal Malik,
annesinin ölümünden sonra abisiyle tek başına yaşamaya çalışır. Abisinin yolu
ile kendi yolu ve seçimleri farklılaştığında tek başına devam etmeye karar
verir. Küçüklüğünde zor zamanları beraber atlattığı Latika tek onun aşkıdır. Latika’yı
zengin mafyanın elinden kurtarmak için her yolu denemiştir. Kim milyoner olmak
ister yarışmasının bir yarışmacısı olarak tanıdığımız Jamal’in hayatını
soruların arasında filme geri dönüşlerle izleriz.
Latika: Jamal’in
aşık olduğu ve onun için her yolu denediği kızdır. Jamal ile Salim’in annesinin
öldürüldüğü gün müslümanlara yapılan saldırıda kimsesiz kalmıştır ve yolları
Jamal ile Salimle kesişmiştir. Salim’in türlü oyunlarıyla hayatının yönü
değişen Latika ile Jamal yıllarca birbirinden uzakta bir hayat mücadelesi
sürdürmüşlerdir. Hayatta bir çıkış yolunun kalmadığını düşündüğü zaman
karşısına yeniden Jamal çıkmıştır. Latika filmdeki rolüyle kadınlığın her yerde
zor olduğunu bir kere daha gösteriyor. Bekareti sayesinde en değerli hazine
olarak görülüyor.
Salim Malik: Jamal’in abisidir. Küçüklüğünde de büyüdüğünde de yolu
Jamal ile farklı olan Salim hep kendini kanıtlama çabasındadır. Yoksulluğundan
belaya bulaşarak kurtulmaya çalışır, başka bir şansının olmadığını düşünür.
Gözlerinin önünde arkadaşının gözleri kör edildiğinde masumiyetini kaybeder.
Filmde daima Jamal’den baskın bir karakterdedir. Kardeşini kollar ama
aralarındaki rekabet hiç eksik olmaz. Jamal’in aksine paraya ve gücü kendine
hedef almıştır. Latika’yı kardeşiyle aralarına giren bir engel olarak gördüğü
için onları ayırır. Sınıfsal konumu dolayısıyla duyduğu öfkeyi kendi
sınıfındaki diğer insanlardan çıkartarak sınıf atlama arzusunu gerçekleştirmeye
çalışır. Adam öldürür, haraç alır. Bu yolda her şeyi yapacak kadar gözü
karadır.
ÖZET
Vikas Swarup’un romanından uyarlanan Slumdog Millionaire filmi, Kim Milyoner Olmak İster yarışmasıyla gündeme
oturan Jamal Malik’in öyküsünü, hayat mücadelesini ve aşkına kavuşma savaşını
anlatıyor. Yarışma programıyla koşut giden hayat hikayesini seyrederken
Hindistan’ın toplumsal yapısıyla ilgili tespitleri de izliyoruz. Anneleri Hinduların Müslümanlara saldırmasıyla ölen Jamal ve Salim’in
sefalet içindeki Hindistan’da yükseliş öyküleri, Jamal’in yarışmadaki yükseliş
öyküsüyle birlikte aktarılırken; iki kardeşin ayrı yönlere giden hayat
hikayesinin arka planı da oldukça zengin anlatılıyor.
TEMA
İngiliz yönetmen Danny Boyle’un yönetmen koltuğuna oturduğu
filmde bir Şark/Hindistan manzarası karşımıza çıkıyor. Yıllarca sömürge olan
Hindistan’ın iç çatışmaları Hindularla Müslümanların çatışmaları, sefalet,
açlık, pislik, kötü eğitim şartları filmde çokça sunuluyor. Batılı bakış
açısıyla çekildiği besbelli. Nitelikli bir Avrupalının gözünden Hindistan
resmediliyor. Onlarca nitelikli çalışan, akademisyenler altmış binin üzerine
çıkamazken bir ‘sokak köpeğinin’ bunca soruyu bilip en yüksek ödülü kazanması
kuşkusuz bir şans olmalıydı. Bilgisi değil yaşadığı olaylar ile soruları
bilmesi de onun kaderi. Latika’ya ulaşabilmesi, bu hayattan kurtulabilmesi için
program ve kazanacağı para onun şansıydı. Çünkü alt sınıftaki insanlar ya
şansıyla kurtulabilir, ya çabasıyla ya da pis işlere bulaşarak. Filmde Gandhi’nin
kim olduğunu bilmeyip, Benjamin Franklin biliniyorsa, gerçek Hindistan’ı
görmeye gelen Amerikalıların arabası soyulduğunda hiç tepkisiz kalıp üstüne
sende gerçek Amerika’yı göreceksin diyerek yüz dolar veriyorsa, filmde
sömürgecilikten hiç bahsedilmiyorsa bir sorun var demektir. Filmin başkahramanı Jamal ve abisi Salim sınıf atlamak için iki farklı yolu seçen
kardeşlerdir. İki karakter de
Hindistan’ın Mumbai kentinin gecekondu semti Dharavi’den ve bu yaşamdan; üst
sınıfa atlama arzusunu legal ve illegal yollardan elde etmeye çalışırlar. Film
boyunca Hindistan’ın fakirliğine dair temsiller, yoksul semtler, yoksul
insanlar, dilenciler, kontrolsüz kalabalıklar, geri kalmışlık, Batı’nın
zenginliği ve gelişmişliği ile olan tezatı gözümüze sokmak istercesine
tekrarlanır. Yalın ayaklı, yarı çıplak çocukların sokaklarda koşturduğu, çamur
rengi bir nehrin etrafına kurulmuş derme çatma evler, çöplüğün yüzdüğü nehirde
çamaşır yıkayıp çocuklarını yıkayan kadınlar, bu kentsel dokuyu geniş planlar,
yüksek açılar ve uzun mesafeli çekimler Dharavi’yi
olaylarla bütünleştirerek, belgesele yakın bir gerçeklik
duygusu uyandırmaktadır. Arka planda gördüğümüz bu yoksulluk sömürüsü
üzerine inşa edilen Doğu, filmin ilerleyen zamanı içerisinde gecekondu
mahallelerinin metropole dönüşmesi, vitrinlerini plazmaların süslediği
caddelerle Batı tipi ilerlemenin kaçınılmaz olduğu vurgusunu yapar. Film 1947’lerde bağımsızlığını kazanan Hindistan’ın
2000’lerdeki halini gösteriyor. Yıkık dökük binaların ardında yükselen bu iş
kulelerine dikkat çekiyor. Sömürgeden kurtulan Hindistan’ın küreselleşme
karşısında boynunun bükük olduğunu gösteriyor. Soğuk bir kolayla kandırılan
çocukları, Amerikan formatlı yarışma sayesinde bok çukurundan çıkan Jamal’i
gösteriyor. Film Hindistan’ı mı anlatıyor yoksa merhametli Amerika’yı mı
küreselleşmenin tek yürek tek millet tek din olma isteğini mi anlatıyor
tartışılır.
1)
Filmin Açılışı
Film,
kim milyoner olmak ister adlı yarışmanın müziği ile açılır. Jamal Malik’in
yirmi milyon rupilik ödülü nasıl kazandığı bir soru formatı şekliden seyirciye
sorulur. Hile yaptı, şanslıydı, bir dahiydi, alın yazısıydı. Bu sorunun üstüne
bir küvete doldurulan paraları görürüz. Bunun ne olduğunu sorularla koşut giden
hayatında geri dönüşlerle izleriz. Program süresi dolduğunda hile yaptığını
düşündükleri için Jamal’i karakola alırlar ve sorgulamaya başlarlar. Jamal’i
burada yine üçüncü dünyaya ait olarak gösterilen bir şekilde sorgularlar.
Elektrik verirler, nefessiz bırakırlar, döverler. Fiziksel ve psikolojik şiddet
uygularlar. Onca soruyu bilmesini bir türlü kabul edemezler ve Jamal’in nasıl
hile yaptığını itiraf etmesini beklerler. Jamal bitkin bir şekilde cevap verir;
‘cevapları biliyordum.’
2)
Jamal ve Salim’in çocukluğu
Jamal ve Salim’in çocukluğuna dair ilk görüntü
arkadaşlarıyla birlikte yasak bölge dedikleri askeri bir alanda beyzbol
oynamalarıdır. Kendi kültürlerinden bir oyun oynadıklarını değil Amerikan
kökenli bir oyun oynadıklarını görürüz burada. Sahne değişir Jamal’e yarışmada
bir soru sorulur. Yine çocukluğuna döneriz. Küçük Jamal en sevdiği film
artistini görmek için kapalı kaldığı baraka şeklinde su olmayan ‘ilkel’ olarak
adlandırılabilecek bir tuvalette kapalı kamıştır ve buradan dışkının içine
atlayarak kurtulur ve elindeki fotoğrafı imzalatmayı başarır. Jamal’in bu film
sorusunu bilişinin hikayesi bok çukurundan kurtularak kendince kazandığı
zaferdir. Jamal’in hikayesiyle yanıtlayacağı bir diğer soru dinle ilgili gelir
ve geçmişini bir kez daha acı bir şekilde hatırlar. Jamal Salim ve annesi pek
çok aileyle birlikte pis bir göldedirler. Kadınlar bu pis gölde çamaşır yıkıyor
çocuklar oyun oynuyolardır. Yönetmen Hindistan’ın temizlik bakımından yetersiz
olduğunu gösteriri seyircisine br bakıma çünkü modern dünyada hiçbir aile
çocuklarını çamaşır yıkayan bir çamur gibi rengi olan bir gölde oynamaz. O gün
Hindular Müslümanlara saldırır ve gölün başındaki insanlara da saldırırlar.
Jamal ve Salim kaçarlar fakat anneleri öldürülür. Din savaşından doğan bir
saldırıda masum insanlar öldürülmüştür. Jamal ve Salim o gece yakılıp yıkılan
mahallerine korku dolu gözlerle bakar. O gece yalnız uyurlar Latikayla
tanışmaları da o gece olmuştur. Jamal, Salim, Latika ve pek çok evsiz çocuk
birer soğuk kolayla kandırılarak bir mafyanın toplama kampına alınır. Çocuklar
burada barınıyor, besleniyor fakat dilendiriliyorlardır. Çocuklardan birinin
gözünün kör edildiğini gören Salim aynısının Jamal’e de yapılacağını fark
ettiğinde oradan kaçarlar Fakat Salim aralarına girdiğini düşündüğü için
bindikleri trene Latika’yı çekmez elini bırakır. Latika geride mafyanın elinde
kalır. Tren Hindistan’ın önemli bir kültürel temsilini sunar. Aslında bir
modern gelişmedir. Trenin Hindistan için anlamı İngilizlerin sömürülerini
kolaylaştırmak içindir. Jamal ve Salim için anlamı ise sadece kaçmaktır. Zorla
güç bela atladıkları trende bilmedikleri bir yere doğru yol almaktır. Jamal’in
programda bildiği bir diğer sorunun hikayesi şarkı söyleyerek iyi bir hayat
kazanacağını umduğu kamptan öğrendiği şarkının yazarını çok uzun bir dönemden
sonra kötü bir çocukluk deneyimiyle öğrenmesidir. Jamal ve Salim sürekli
trenlerde çalışmış yeri geldiğinde hırsızlık yaparak karınlarını doyurmuş ve
var olmaya çalışmışlardır. Jamal ve
Salim’in Tac Mahal’le tanışması da trenden atılmalarıyla omuştur. İkisi de
büyümüşlerdir, İngilizce öğrenmişlerdir. Kendi aralarında da İngilizce
konuşurlar ve turistlere rehberlik yapmaya başlamışlardır. Jamal İngiliz
beyefendiliğindeki tarzıyla İngilizce konuşur ve turistlere rehberlik yapmaya
devam eder. Tac Mahal’de tıpkı tren gibi filmdeki bir diğer önemli temsildir. Beyzbol
oyunu, okulda Dumas’ın Üç Silahşörleri zorla öğretilmesi, coca colayla
kandırılan çocuklar küreselleşmenin amansızlığını alenen gösteriyor. Burada bir
kültürel karışma değil bir dayatma söz konusudur. Tam da burada melezleşmeye
değinmek gerekir. Sanki doğal bir şeymiş gibi Hindistan’a sızan bu farklı
kültür ürünleri insanları dönüştürmüştür. Melezleşme, dış gözlemcilerin kültürü
sanki doğal bir şeymiş gibi oluşmasının yanında melez bireylerin ya anne
babalarının farklı kültürlerden gelmelerinin bir sonucu olarak bu duruma
gelmeleri ya da ihtida etme ya da tutsak düşme nedeniyle sonradan bu duruma
geldiklerine dikkat çeliliyor (Burke, 2011). Filmde Tac Mahal yerel bir
temsilken sahnelenen operalarla kültürel bir temsile dönüşüyor ve Jamal’in gizli
gizli bunları izlediğini görüyoruz. Jamal, turist rehberliği yaparak kazandığı
yüz doların üzerinde kimin olduğu sorusunu yine kötü bir deneyimiyle biliyor.
Gözlerinin kör edildiği arkadaşına rastladığı bir gün ona bu parayı vermek
istiyor ve üstünde kimin olduğunu arkadaşı ona söylüyor. Giderken Latika’nın da
yerini söylüyor. Jamal ve Salim Latika’nın yerini buluyorlar fakat Salim onlara
izin vermiyor ve Jamal yine aşkını kaybediyor.
3)
Jamal ve Salim’in gençliği
Jamal, Latika ile Salim’in izini kayettiğinden beri yıllar
geçer ve bir Call Center’da çalışmaya başlamıştır. Call Center yine bu bağlamda
bir kültürel melezleşme temsili olarak karşımıza çıkar. Küreselleşen dünyada
devlet sınırlarının bir önemi kalmamıştır ve geleneksel üretim biçimleri yerini
yüksek tekolojiye bırakmıştır. Hindistan’ın bir yerinde olan bu Call Center’ı İngiltere’den
bir müşteri arayabiliyordur artık. Sınırlar artadan kalkmış Call Center’ın
duvarlarını İngiliz bayrakları süslemiş ve gündemi İngiltere magazin
dünyasındaki bir aktörün ilişkisinin bitmesi almıştır. Call Center küresel bir
işletme olarak gösterilmektedir ve Jamal elinde çay bardaklarıyla içeride
dolaşırken gösterilir. Ortama ayak uydurmuş, İngiltere gündemini iyi bilen
çaycı Jamal’i bilgisayar başına geçip operatörlük yaparken de görürüz. Jamal,
Salim’i bilgisayarda adını aratarak arar ve onu bulur. İki kardeş bir inşaatın
tepesinde Hindistan’ a kuşbakışı bakarlarken birbirleriyle yüzleşirler. Salim
bir mafyanın sağ kolu olmuştur. Eskiden yaşadıkları gecekondunun şimdiki hali
olan işyerine bakarlar. Sadece orası değil neredeyse her yer iş yeri olmuştur.
Küresel işletmelerle kaplı bir Hindistan manzarası sunar film bize. Jamal ve
Salim’in çocukluk yıllarının görüntülerinde toz toprak açlık sefalet pislikten
başka bir şey yokken şimdi değerli bir şeyi göstermektedir film bize.
Sınırötesi şirketlerle kaplı bir Hindistan. Salim şuan dünyanın merkezinde
Hindistan var der. O merkezin merkezinde olansa kendisinin olduğun söyler. Salim
kraldan çok kralcıdır. Kendi köklerini yok saymıştır. Sınıf atlamak için kendi
sınıfındakilerin üstüne basarak pis işlerin peşinden koşarak tıpkı işyerleri
gibi yükselmiştir. Jamal tıpkı abisi gibi Latika’nın da izini bulmuştur. Abisinin
yanında çalıştığı adamla birliktedir. Jamal Latika’ya kaçalım der ve her gün
onu tren istasyonunda bekleyeceğini söyler. Tren kullanımını filmde hep bir
kaçma aracı olarak görüyoruz. Jamal filmde cocukluğundan itibaren trenle hep bi
yerle kaçmak zorunda kalmıştır ve Latika’yı ilk kaybettiği yerde Jamal’in
bindiği trene Latika’nın binememesidir. Tren istasyonunda bu kez bir kavuşma
olacakken yine bir ayrılık olur, Latika gelir fakat Salim ve adamları Latika’yı
yakalarlar. Jamal filmde geri dönüşle yarışmada son soruya geçmiştir. Son
soruya geçmeden program biter ve ertesi güne kalır. Jamal’in yakalanarak
sorguya alındığı gün o gündür. Çünkü Hintli bir kimsesiz fakir eğitimsiz
çocuğun bu kadar başarı gösterebileceğine kimse inanmıyordur. Jamal karakolda
ertesi gün yarışma anına kadar işkence görerek sorgulanır. Hayat hikayesi ve
kaderiyle soruları bildiğini polislere anlatır. Ertesi gün yarışmaya gittiğinde
Latika ve abisi Salim Latika’yı kapalı tuttukları evde yarışmayı izliyorlardır.
Jamal’in yarışmaya devam etmesinin tek amacı Latika’nın seyredebilme
ihtimalinin olmasıdır. Salim kaldıkları evde Latika’dan yaptıkları kötülük için
son bir özür diler ve onu bırakır. Bunun bedelini ödeyeceğini bilse bile son
bir iyilik yapar. Artık bütün görüntüleri yönetmen bize eş zamanlı gösterir.
Salimin ölümle kendini aklayacağı dakikaları, Latika’nın arabaya atlayarak
program stüdyosuna varma çabaları, Jamal’in son sorusunu aynı anda izleriz.
Salim ilk sahnede gördüğümüz görüntüdedir. Küveti paralarla doldurur ve içine
girer. Mafya patronu Latika’nın kaçtığını öğrenir, Jamal son sorunun cevabını
bilmiyordur çünkü Dumas’ın Üç Silahşörler’indeki silahşörlerin üçüncüsünün kim
olduğunu hiç öğrenememişlerdir. Jamal sadece şansına güvenerek Aramis der. Aynı
anda Mafya patronu banyoya girer. Jamal cevabını söyler. Salim patronunu öldürür
ve patronun adamları tarafından o anda öldürülür. Jamal soruyu bilmiştir. Yirmi
milyonluk ödülü kazanmıştır. Jamal Latika’yı tren istasyonunda beklemektedir.
Kaçana kadar her gün bekleyeceğim dediği yerde bekliyordur. Latika gelir ve
tren istasyonu filmde Jamal için ilk defa mutlu bir anını paylaştığı yere sahne
olur.
SONUÇ
Sömürge halkının yaşadığı şehir aç bir şehirdir; ekmeğin,
etin, ayakkabının, kömürün, ışığın yokluğunu çektiği şehirdir. Boş yerin
olmadığı bir dünyadır orası, insanlar üst üste yaşar, kulübeleri birbirinin
üstüne inşa edilmiştir. Orada rastgele doğar ve rastgele ölürsünüz (Fanon,
2004).
Rastgele doğmak ve ölmek, belki bu durumda söylenebilecek
en doğru şeydir. Jamal ve Salim Hindistan’ın bir gecekondu köyünde belki
rastgele doğmadılar ama Salim’in ölümü bile bile olmuş gibi gözükse de o
hayatta belki de rastgeleydi. Filmde sunulan Doğu tahayyülü tıpkı bizim
masallarda, edebi eserlerden öğrendiğimiz gibi işlenmiştir. Doğu Batı’nın öteki
imgelerinden biri olarak sunulmuştur. Batı’nın doğruluğu, zenginliği, iyiliği,
adaleti, olanakları ve gelişmişliği filmde gösterilir. Sanki Doğu’yu yerel
karakterlerle gerçekçi bir hisle anlatıyormuş gibi yapar fakat alt anlamlara
baktığımızda İngiliz yönetmen Boyle’un bakış açısı pek de objektif değildir. Hindistan’ı
eskiden böyle kötü böyle pisti fakat işte şimdi küreselleştikçe Batı ile hemhal
oldukça işte böyle iyileşmeye başlamıştır der. Film bize Gandhi’yi bilmeyip
Benjamin Franklin diyen bir genç izletiyor. Film bize sömürgecilikten
kurtulduğunu zannederken küreselleşme ile başka bir sömürge ağına takılan Hindistan
gösteriyor. Film bize kurtuluş yolunu Amerikan yapımı bir yarışma ile
sağlandığını gösteriyor. Bu kurtuluş yolunda da başrole bilgisi değil
alınyazısı yardım ediyor. Film çekilirken kuşkusuz bir samimiyet vardır fakat
burada yazılanlar bir görüştür bir analizdir. Filmin olay örgüsü sadece
Hindistan üzerinden değil üçüncü dünya olarak adlandırılan diğer ülkeler için
ve Türkiye içinde tanıdık geliyor. Filmin genelinde Avrupa kökenli
kolonyalizmin ve sonrasında yaşananların etkileri açık bir şekilde görülmektedir.
Said’in belirttiği üzere Batılı öznenin düşüncesi, kimliği ve deneyimiyle
kurulan ve Batı’nın kendisini özne olarak tanımlamasına yardımcı karşıt imge
Doğu tahayyülü, filmin odak noktasındadır. Hindistan’da sınıf atlamak ya da
daha iyi bir hayat yaşamak bireysel insiyatiflerle mümkündür filme göre. Çünkü
Doğu toplumlarında aslolan geri kalmışlıktır. Ne kadar çabalanırsa çabalansın
Batı’yı örnek almadığı sürece yerinde saymaya devam edecektir. Doğu kavgacı,
hırsız, Batı ise merhametli ve barışçıldır. Bunların tümünün kodlarını filmde
görmemiz mümkündür. Doğulu ile Batılı insanlar arasındaki ayrımlardan biri de
yarışmada sunulur. Programın sunucusu aslında eski şampiyondur ve beyaz bir
adamdır. Nasıl olurda Hintli bir ‘sokak köpeği’ onunla aynı kefeye
konulacaktır. Yarışmanın sunucusunun karşısında onunla aynı dili İngiliz
edasıyla konuşan bir çocuk vardır. Fanon’un dediği gibi belki de Jamal de
kendine bir yer edinebilmek için bir iş yerinde çalışabilmek için kendini iyi
ifade etmesi için bir beyaz adam gibi konuşması gereklidir. Tıpkı Martinikli
gencin Fransız Fransızcasını bilmesi gerektiği gibi Jamal’inde İngiliz
İngilizcesi bilmesi gerekiyordu (Fanon, 1975). Fakat bu önemli değildir. Çünkü
karşısında oturan çocuğun dersinin rengi farklıdır. Kaşı, gözü, saçı farklıdır.
Farklılık fakat neye göre farkılıktır. Elbette ki Batılı insana göre bir
farklılıktır. Batıda doğup büyümüş, rengi, dili, ırkı, kökeni ve dini ile
yargılanmamış ve dışlanmamış bir insan tüm bu yazılıp çizilenleri okumadığı ve
seyretmediği sürece bu ayrımcılığı anlaması mümkün değildir. Çünkü bu doğallık
bizim içimize işlemiştir. Kendi dilimizde konuşurken öyle çok ayrım yaparız ki
karşınızda oturan insan size bunu söylemedikçe anlamazsınız bile. Öyle ki bu
sorunları konu edinen filmlerde bile alttan alta Avrupa ve Amerika hayranlığı
vardır. Bunu direk gösterilmese bile çeşitli kodlarla gizlenir. Film boyunca Hindistan’ın geri kalmışlığını gösteren görüntüler;
yoksul semtler, yoksul insanlar, dilenciler, insanı ürküten kalabalıklar, geri kalmışlık, Batı’nın zenginliği
ve gelişmişliği ile olan karşıtlığı açıkça ortaya koyma yönünde bir rol üstlenmiştir. Film birbirine
karışmışlıklarla doludur. Fakat kolonileştiren toplumlar nüfuz ettikleri
toplumları alt üst etmişlerdir. Filmde yanlış bilinçten doğan bir kabul etme
hakimdir. Yanlış bilinç toplumda geçerlilik kazanan ideolojinin devam etmesini
sağlar. Bunun nasıl devam ettiğinin cevabı da hegemonyadır. Gramsci;
hegemonyanın zor kullanma ve rızanın bir bileşimi aracılığıyla başarılan iktidar olduğunu söylemiştir. Gramsci, hegemonya kavramını toplumu yöneten elit bir
azınlık grubunun toplumun diğer kesimleri üzerindeki ideolojik ve kültürel kontrolü olarak görmüştür (Yaylagül, 2008, 111). Sömürgecinin Hindistan üzerinde kurduğu hegemonya, rızayı
beraberinde getirmiştir. Bu kabul etmişlik bir çıkış yolu, bir umut ışığı
içindir. Filmdeki küçük çocuğun bayıltıp gözleri kör edilmeden önceki umudu
şarkıcı olup zengin olmaktı. Salim’in mafya için çalışmasının nedeni zengin
olup o hayattan kurtulmaktı. O ve onlar gibi beyaz olmayan insanların çoğu bir
çıkış yolu için mücadele etmişlerdir. Bunca direniş bunca çaba bir hiç uğruna
değildir fakat yanlarında kendi çabaları ve alınyazıları dışında bir şeylerinin
olmadığının da sıklıkla altı çizilir.
KAYNAKÇA
2)
Said, W. E.
(1999). Şarkiyatçılık. ( B. Ünler çev
). Metis yayınlar
3)
Memmi, A. (2002). Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin
Portresi. (Ş. Süer çev ). İstanbul: Versus Kitap
4)
Burke, P. ( 2011).
Kültürel Melezlik. (M. Topal çev ).
İstanbul: Asur yayınları.
5)
Fanon, F. (2004). Yeryüzünün Lanetlileri. (Ş. Süer çev ).
İstanbul: Versus kitap.
6)
Fanon, F (1975). Siyah Deri Beyaz Maske. (C. Koytak çev )
İstanbul; Versus kitap.
7)
Yaylagül, L. (2006).
Kitle İletişim Kuramları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder