15 Haziran 2015 Pazartesi

ARJANTİN PANORAMASININ ARKASI
                                                                       Beril Kızıltuğ*
  ‘Kamera, görüntü silahının yorulmak bilmez alıcısıdır;      projektör, saniyede 24 kare ateş edebilen bir silahtir’*
Giriş
           Üçüncü Dünya kavramı siyasal sistemi anlatmak için kullanılmakta ve siyasal rejimi klasik demokrasi olan kapitalist ülkelerle, siyasal rejimi Marksist Demokrasi olan sosyalist ülkeler dışında kalan ülkeleri ifade etmektedir. Bu tanıma göre Üçüncü Dünya ülkeleri ABD ve Sovyet yörüngesinde ‘olmayan’ ülkelerdir. Rejimleri, klasik demokrasi ile Marksist demokrasi arasında olan askeri diktatörlük ve tek parti yönetimi gibi denemelere sık sık rastlanılan ülkeler, bu gruba girmektedirler. Üçüncü Dünya Ülkeleri kavramı üç ayrı anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan biri gelişmiş sanayi ülkeleriyle sosyalist ülke­ler dışında kalan ülkeler anlamındaki kulla­nımdır. Buna göre gelişmişlik düzeyi ola­rak oldukça geride bulunan ve nüfusları hızla artan, fert başına gelir düzeyleri dü­şük, iktisadi sıkıntılarla sık sık yüz yüze ge­len ülkeler üçüncü dünya ülkeleridir. İkinci bir tanım ise bağlantılar dikkate alınarak yapılmakta ve daha politik bir yak­laşımla ifade edilmektedir. Buna göre de üçüncü dünya ülkeleri ABD ve Sovyet yörüngesinde olmayan ülkelerdir. Politik eğilimleri, dünyaya bakış tarzları; ABD ve uydularıyla Sovyetler Birliği ve uyduların­dan daha farklı olan ülkeler bu gruba gir­mektedir. üçüncü dünya kavramı siyasal sistemi anlatmak için de kullanılmakta ve siyasal rejimi klasik demokrasi olan gelişmiş kapi­talist ülkelerle siyasal rejimi Marksist De­mokrasi olan gelişmiş sosyalist ülkeler dı­şında kalan ülkeleri ifade etmektedir. Buna göre de Üçüncü Dünya Ülkeleri, rejimleri, klasik demokrasi ile marksist demokrasi arasında olan askeri diktatörlük ve tek parti yönetimi gibi denemelere sık sık rastlanılan ülkeleri ifade etmektedir (Üçüncü dünya ülkeleri, 2010).


*Mersin üniversitesi radyo sinema ve televizyon bölümü yüksek lisans öğrencisi.
*Solanas, Fernando.’Gettino Octavia, Grupo Cine Liberacion’ aktaran Odabaş.


Üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımlanan ülkeler yine ben ve öteki kavramından hareketle bir kategori içine hapsedilmiş, mevcut düzen ve rejim içinde olmayan fakat çeşitli yollarla oldurulmaya çalışılan ülkelerdir. Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki pek çok ülke ikinci dünya savaşıyla birlikte sömürgecilikle bağlarını koparmakla birlikte sanayileşmiş ülkelere karşı tam bir siyasal bağımsızlık kazanamamıştır. Ekonomik anlamda yeterli olmadıkça da tam bir bağımsızlıktan söz edilmesi pek mümkün olmamıştır.  Kuzey Amerika, Batı Av­rupa, Japonya ve Yeni Zelanda'nın oluştur­duğu gelişmiş kapitalist ülkeleri Birinci Dünya, Sovyet Bloku'na bağlı ülkeleri İkin­ci Dünya, bunların dışında kalan ülkeler de Üçüncü Dünya'yı oluşturmuşlardır. İki kategoriye de uymayan belli standartlara ulaşamamış ki bu standartlar da birinci dünya ülkeleri tarafından belirlenmektedir. Üçüncü dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu siyasi bağımsızlıklarını ikinci dünya savaşından sonra kazanmış­lardır. Hemen hepsi gelişmekte olan ülkedir. Nüfuslarının büyük kısmı tarım sektöründe bulunmakta, iş gü­cünün de büyük kısmı bu sektörde istihdam edilmektedir. Buna bağlı olarak tarım sek­töründe gizli işsizlik çok yaygındır. Nüfus yapısı bakımından da üçüncü dünya'nın belirgin özellikleri vardır. Do­ğum oranı çok yüksektir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda nüfus artışı çok yavaşlamış ve hatta durma noktasına gelmişken Üçüncü Dünya Ülkelerindeki hızlı nüfus artışı  bu ülkelerin kapılarını zorlamaktadır. Fakat yüksek ölüm oranı ortalama ömrün kısa ol­ması ile birleşince fren unsuru olmaktadır. Gelir düzeyinin düşüklüğü beslenme yeter­sizliğini getirmekte, sağlık şartlan da iyi ol­madığından kitle halinde ölümler ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeyi kırdan kente yo­ğun göç ağırlaştırmaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerinde eğitim seviyesi ve okullaşma oranı düşük olduğundan okur-yazar oranı da düşüktür. Toplum davranışlarına gele­nekler hakimdir. Politik hayat olarak istikrarsızlık arz ederler. İç politikaları devamlı dalgalanma gösterir, istikrarlı bir politik çizgileri olma­dığı gibi ordu ile politika arasında çok yakın bir ilişki vardır. Geleneksel yapılan hızla değişme gösterdiği için toplum kesimleri arasında bölünme ve çatışmalar yaygındır (Üçüncü Dünya Ülkeleri, 2010). Üçüncü dünya ile ilgili tüm kalıp yargılar bu bilgilerden hareketle adeta birer çip gibi beynimize yerleşmektedir. Ötekileştirmeyi, ırkçılığı, sömürgeyi, hak yemeyi, işkenceyi, öldürmeyi içinde barındıran üçüncü dünya sineması kavramak için önce üçüncü dünya kavramından hareket etmek gerekliydi.
            İkinci Dünya Savaşı sonrası Üçüncü Dünya ülkelerinin emperyalizme karşı mücadelelerine dayanan Üçüncü Sinema, 1960’lardan bu yana dünya sinemasında önemli bir tür olarak kabul görmektedir. Üçüncü sinemayı belirleyen şey, tür ya da açık bir politik yaklaşım değil, Dünya’yı anlama biçimidir. Herhangi bir öykü ya da bir konu üçüncü sinemacı tarafından ele alınabilir. Üçüncü sinema burjuva karşıtı ulusal kurtuluş özlemini dile getiren, anti sömürgeci bir sinemadır. (Chanan aktaran Odabaş, 2013). Batı sömürgeciliğinin çökmeye başladığı yirminci yüzyılın ikinci yarısında anti-emperyalist direnişlerden ilham alan ve bu direniş öykülerini sıkça konu edinen Üçüncü Sinema bugün, küreselleşmeye karşı gelişen direniş dalgasıyla birlikte yeniden hatırlanmaktadır.
Günümüzde Üçüncü Dünya halklarının ve onların emperyalist ülkelerdeki benzerlerinin anti-emperyalist mücadeleleri, dünya devriminin eksenini oluşturuyor. Üçüncü sinema bize göre, bu mücadelenin içindeki, zamanımızın en büyük kültürel, bilimsel ve sanatsal manifestosunu, başlangıç noktası olarak her insanla özgür bir kişilik yaratma olasılığını- başka bir deyişle, kültürün anti-kolonileştirilmesini (sömürgecilikten arındırılmasını)- kabul eden sinemadır. (Solanas, F.,Gettino, O aktaran Armes, 2011:207)
Üçüncü Sinema teorisi, Hollywood’un pasif izleyici yaratma durumuna karşı izleyicinin aktive edileceği bir sinema anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu teori çerçevesinde, Amerika’nın eğlenceye dayalı sineması ve Avrupa’nın birey odaklı sineması zararlı görülmüş; yeni bir alternatifin yaratılması için çaba harcanmıştır. Sinemayı toplumsal mücadelenin bir parçası olarak gören Üçüncü Sinemacılar diğer iki türü, toplumsal mücadeleyi işlevsizleştiren yönleri olduğu gerekçesiyle eleştirmişlerdir. Bunların yerine devrimci mücadeleye katkı sunan, militan sinemayı savunan yönetmenler, teorileriyle tutarlı çalışmalar ortaya koymuşlardır (Biryıldız, Çetin-Erus, 2007). Üçüncü sinemaya salt politik sinema demek yanlış olur çünkü baktığımızda hemen hemen her film politiktir ve içinde bir ideoloji barındırır.
Üçüncü sinema bir gerilla sineması da olabilir, militan bir sinema da, bir kuruluş sineması da. Şiirsel de olabilir romantik de. Herhangi bir konuyu alıp işleyebilir, belirli bir süresi ve belirlenmiş ortak biçimi yoktur; büyük sinema salonlarında gösterilmesi zorunlu değildir, ama gösterilirse bir sakınca oluşturmaz. (Odabaş, B. 2013).
Gerek Hollywood merkezli endüstriyel birinci sinemanın da gerek ikinci dünya savaşından sonra teknolojik gelişmenin de bir yandan sağladığı imkanlar doğrultusunda bağımsızlaşmanın sağladığı olanakları kullanarak sokağa inen, savaşın yarattığı acıları, yıkımları resmeden, sıradan insanın günlük yaşantısına eğilen  Auteur, seçkinci sanat sineması olan ikinci sinemanın da politik bir duruşu vardır. Bu düşünceden hareketle görülecek şey Üçüncü sinemanın sadece politik film üretimi olmadığıdır. Üçüncü Sinema bu noktada bir benzetmeyle; Tekelci kapitalist endüstriyel sinemanın – Ben-, bağımsızlaşmaya çalışan ya da bağımsız olduğunu iddia eden ve tema olarak da örneğin; sıradan insanın sıradan hayatlarını resmeden orta sınıf aydının sanat Sinemasının –Sen- olarak tabir edilebileceği koşullarda –O-‘dur. ‘Ben’ ile ‘Sen’‘in ise her zaman aralarında bir ilişki diyalektiği vardır. Kimlikleri, kültürleri, düşünce yapıları farklılıklar bile gösterse aralarında bir ilişki vardır. Ve Üçüncü Sinema tam da bu noktada daha uzakta, bir nevi ‘öteki’ konumunda olan ve toplamda –Onlar-‘ı ifade eden yoksul sınıfların, ezilen, sömürge, yarı sömürge veya yeni-sömürge ulusların, proletaryanın sineması’dır (Başkavak, 2012). Üçüncü sinemada önemli olan düzen dışına çıkabilmek, düzene karşı savaşabilmektir. Üçüncü sinemanın en önemli işlevi izleyiciyi de aktive edebilmesidir. Filmleri izlediğimiz zaman içimizde bir yerlerde bir sıkıntı, öfke ve sızı duyarız. Yapılan karşı saldırıların haklı olduğunu kabullenme hali içine gireriz. Ezenlerin direnişiyle, ezilenlerin direnişinin aynı kefeye koyulmaması gerektiği lafını bir kez daha hatırlatır bu filmler bize. Üçüncü sinema izleyicisini gösterim boyunca filmin içine çeker fakat gizliliğini de koruyarak izleyiciyi sürükler. Üçüncü sinemaya emek verenler devrimci bir üslubun gereğini yerine getirirler. Bu filmlerde acı, işkence, cinayet, kayboluşlar vardır. Karşılığında suikastlar, gizli örgütlenmeler, saklı verilen eğitimler, bilinçlendirme çabası, var olana direnme ve bunu halka gösterebilme vardır. Filmlerde, ticari sinemada olduğu gibi seyirciyi pasifize etme yoktur, mutlak bir mutluluk, kaçınılmaz bir mutlu son yoktur. İnsanın içini sızlatırcasına gerçek olaylardan yola çıkar ve film bittiğinde iyi bir zaman geçirdim duygusuyla koltuğunuza yayılamazsınız. Sinema keyfi adı altında gerçekleştirilebilecek bir etkinlikte üçüncü sinema filmleri izlemek yoktur kuşkusuz. Sinemada üçüncü bir estetik türü olarak üçüncü sinema biçim konusunda serbestlikten yanadır. Devrimci amaçların gereklerini karşılanmak kaydıyla anlatımda özgün bir tarza ihtiyaç duyulmamaktadır. Bu doğrultuda çekilecek filmde anlatım serbesttir. ‘Dolayısıyla devrimci filmin ille de devrimci bir biçimi olması beklenmez, önemli olan seyirciyi mücadelede aktif hale sokmaktır’ (Biryıldız, Çetin-Erus, 2007; 31). Üçüncü Sinema perspektifinden üçüncü sinema yönetmeninin görevi; halkı elitist, seçkinci bir tavırla gözlemleyen ve görselleştiren bir tavırla değil, halkıyla bütünleşen ve beraber anti-emperyalist mücadeleye katılan, ekonomik ve kültürel etkilerin politik yansımalarının yeterince farkında olarak ve gerekirse onları yeniden işleyerek, örgütlenmenin ve hem kendinde hem de kitlelerde yeni-insanı; sömürünün baskının farkında olmakla kalmayıp bunlara karşı aktif mücadeleye geçen yeni-insanın oluşumuna katkıda bulunmaktır. Ve bu süreç bizzat yönetmenin kendi kendisini de yeniden ve yeniden üretmesini kapsar. Bu yeniden üretim için kilit nokta ise halkla beraber tüm film sürecini kapsayan kolektivizmdir. Bu bağlamda Marco Bechis’in Garage Olimpo filmi inelenmeye çalışılacaktır. 



ARJANTİN
            25 Mayıs 1810 yılında bağımsızlığını ilan eden Arjantin, Latin Amerika’nın en gelişmiş ülkesidir. İkinci dünya savaşından sonra general olan Juan Domingo Peron kendine kuvvetli bir pozisyon hazırlamayı başarmış ve 1946 Şubatında Arjantin Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Eşi Eva Duvarte de Peron’un yardımıyla enerjik ve sert bir idare kurmayı başararak, zamanında, siyasi desteğini silahlı kuvvetlerden almaya çalışan sınıflara sözünü geçirmesini bilmiştir. Basını bir devlet organı haline getirmiş ve totaliter bir rejimin başkanı olarak kendisine daha büyük yetki vermesi için anayasayı değiştirmiştir.
İşçi sınıfları arasında çok sevilmiş ve hatta kahraman olarak tanınmıştır. Fakat askeri bir darbe ile 1955’te devrilmiş, uzun seneler sürgünde yaşamış ve bilahare dönerek 1973’te devlet başkanı olmuştur. Bir yıl sonra ölmesi üzerine İsabel Peron olarak tanınan üçüncü karısı devlet başkanı olmuştur. Ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayamayınca 1976 yılında ordu tarafından devrilmiştir. Darbenin ardından Arjantin genelinde 650 tutuklama merkezi oluşturulmuş ve 30 bin kişi yaratılan bu hayâsız kan gölünde katledilir. Askeri yönetim, muhalif bellediklerini, sonsuz işkencelerin ardından aşı yaparak uyuşturup kargo uçakları ve helikoptere bindirir ve denize atarlar. 1976 ve 1982 yılları arasında, Arjantin'de darbe sonucu ülke yönetimini ele geçiren generaller, "Ulusal Uzlaşma Süreci" adı verilen, ve hapishaneye atılanlar hariç olmak üzere en az 30.000 insanın ortadan kaybedildiği bir döneme imza attılar. Ülkede her şey Hristiyan değerleri korumak ve komünizmi engellemek adı altında yasaklanmıştı, iki kişiden fazlasının yan yana gelmesi ve konuşması suçtu. Ancak 1977'de bir grup anne ve büyükanne hükümet binası önünde bulunan Plaza del Mayo'da (Mayıs Meydanı) her şeyi göze alarak bir araya gelmeye başladı. Kayıp olan oğullarını, kardeşlerini ve torunlarını seslerini hiç çıkarmadan sadece hükümet binasının karşısında durarak talep ediyorlardı. Sayıları giderek arttı, bir çok soruşturmaya ve dayağa maruz kaldılar, ancak başlarına beyaz başörtülerini takıp meydana çıkmaktan vazgeçmediler ve tüm dünya da onları bu şekilde tanıdı. Ülke normal yönetimine kavuştuktan sonra yapılan araştırmalar kayıpların çoktan öldüğünü ve cesetlerinin yok edildiğini ortaya çıkardı, ancak bu anneler generallerden hesap sorulması için eylemlerine devam etmektedirler.(Arjantin tarihi, 2009). Plaza de Mayo annelerinin gözyaşlarıyla izlediği ‘Olimpo Garajı’ (Garage Olimpo/1999) son soluğunu azgın dalgalara bırakanları anlatır.



MARCO BECHIS’IN GARAGE OLİMPO FİLMİ

FİLMİN KÜNYESİ
        
Garage Olimpo: Senaryo: Lara Fremder, Marco Bechis Yönetmen: Marco Bechis Görüntü Yönetmeni: Ramiro Civita Müzik: Jacques Lederlin Yapım: Arjantin, İtalya Yıl: 1999 Süre: 98 dk. Oyuncular: Antonella Costa( Maria), Carlos Echeverria(Felix), Dominique Sanda(Diane), Enrique Pineyro(Tigre), Pablo Razuk(Texas).

KARAKTERLER

MARİA: Maria on sekiz yaşında, Fransız annesiyle birlikte Buenos Aires’te yaşayan, bir örgüt altında politize olmuş ve varoş mahallesinde fakirlere okuma yazma dersleri veren bir kızdır. Annesiyle beraber yaşadıkları büyük evde odaları birkaç kişiye kiralayarak geçimlerini sağlarlar. Maria yönetime, devlete başkaldıran bir kadındır. Gizliden gizliye öğretmenlik yapması da bundandır. Kimsenin el uzatmadığı insanlara yardım eder. Kiracılarından biri olan Felix Maria’ya aşıktır.

FELİX: Maria ve annesinin evindeki kiracılardan biridir. Zaman zaman elinde bir koliyle eve gelir ve çalıştığı şirketteki zengin insanların verdiğini söyler. Oysa Felix bir yalancıdır çünkü aslında o bir işkencecidir. Maria’ya aşık olan bu adam Maria kaçırıldığında onun işkencecilerinden biri olur. Kimi zaman aşk dolu kimi zaman işkenceci oluşunun verdiği soğukkanlılıkla Maria’ya çıkış yolu olmadığını ve konuşması gerektiğini vurgular. Felix’i diğer işkencecilerden ayıran nokta onlar kadar zalim ve kendini kaybetmiş durumda olmamasıdır. Fakat o da diğerleri gibi diktanın ona emrettiği her şeyi yapar bu uğurda sevdiği kadını kaybedecektir.

El TIGRE(Kaplan) : İşkence merkezinin başındaki generaldir. Filmin baş sahnesinde gördüğümüz evdeki kızın babasıdır. Yatağın altına koyulan bomba düzeneği onun içindir. İşinde soğukkanlı, duygusuz ve insanlar bir bir öldürüldüğünde bunu bir görev gibi olağan olarak karşılayan ve hiçbir şekilde başka alternatiflere gitmeyen bir karakterdir. Ölüm uçuşları, işkenceler ve göz altılar onun yönetimi altında gerçekleşmektedir. Evde kızına sevecen ve onun isteklerine boyun eğen bir baba olarak gösterilir.
TEXAS: Cunta yönetiminin işkencecilerinden biridir. Maria’yı evinden yaka paça götürenlerin arasında Texas’ta vardır. Maria’ya işkence eder, bunun yanında ona tecavüz edeceğine dair hep rahatsız edici söylemlerde bulunur. Evlidir ve karısıyla yaptığı telefon görüşmelerinde karısına işkenceci kimliğinin dışında bambaşka bir adam gibi konuşur. Tıpkı Tigre’nin kızıyla yaptığı konuşma gibi. Maria’nın annesiyle görüştüğünde ona kızının iyi olduğunu ve ikisini görüştürmesi karşılığında evini kendi üzerine yapması gerektiğini söyler. Evin tapusunu aldığı gün Maria’nın annesi Diane’i öldürür. Texas olimpo garajı işkencecileri gibi soğukkanlı bir katildir.

ÖZET
Maria, 70'li yıllarda on sekizinde Buenos Aires'te Fransız annesi ile yaşayan, bir örgüt altında politize olmuş ve varoş mahallelerinde fakirlere okuma yazma dersleri veren bir kızdır. Büyük ama eski bir evde, kendisine aşık olan kiracıları Felix ile birlikte yaşamaktadırlar. Maria onun aşkına karşılık vermez. O sıralar askeri dikta yönetimdedir. Bir gün Arjantin ordusundan askerler eve gelir ve Maria'yı tutuklarlar. Annesi onu nereye götürdüklerini sorduğunda 23. No'lu Polis Karakolu'nu söylerler ama oraya kızını aramaya gittiğinde "orada olmadığını" ve "isyancıların" kızı kaçırmış olduğunu söylerler. Oysa kız Olimpo Garajı denilen garaj görünümünde ama gözaltındakilere işkence yapılan bir yere götürülmüştür. Maria'yı konuşturmak için yapılan işkenceler sonuç vermeyince, komiser bu konuda uzman olan birini görevlendirir ki bu, bir garajda çalıştığını sandıkları kiracıları Felix'ten başkası değildir. Felix onu nispeten korumaya çalışır ama diğer taraftan da Maria'nın dışarıda onunla birlikte olmadığını unutmaz. Uyum sağlayan mahkumlar garajda çalıştırılırlar, arabaları tamir eder ve temizlerler. Felix ve diğerleri gözaltına aldıkları insanların kıyafetlerine, ayakkabılarına ve saatlerine el koymaktadırlar. Hatta anne-kızın evine göz diken Texas (askerlerden biri) Maria ile görüştüreceğini söyleyerek evi kendi üstüne geçirir ve anneyi şehrin dışında bir yerde öldürür. Bir gün Felix Maria'yı gizlice dışarı çıkarır. Parka giderler ve Maria salıncağa biner. İşkence görmüş insanların belki de özledikleri en önemli şeydir masumiyet.
Kötülük insanın doğasında olan bir kavramdır, iktidar sahiplerince göz yumulduğu ve ayrıcalık tanındığı durumda, okulda öğrencilerin alt sınıflara zorbalığına, ailede büyük kardeşin küçüğüne, toplumda erkeğin kadına şiddetine ve devlet güçlerinin halka eziyet etmesine dönmesi çok kolaydır. Filmde de böyle olur. Kötülüklerine bir amacı kılıf edinen ve kendilerini bu denklemde "iyi" çıkaran "güçler" hayatlarına mutlu devam ederler.
Zamanı gelen tutuklulara "aşı" yapılarak, cezaevlerine gönderilmek üzere askeri uçaklara bindirilirler. Biliriz ki onlar hiçbir zaman hapishanelere ulaşamayacaklardır, bize de yabancı bir olay değildir bu. Arjantin'de 1976-1982 yılları arasında 10.000-30.000 arasında kişinin gözaltında öldüğü tahmin edilmektedir ve suçlular hâlâ dışarıda dolaşmaktadır. Bu film tüm dünyadaki Cumartesi Anneleri'ne adanmıştır.

FİLMİN ANLATI YAPISI
            Film, denizin üzerinden Buenos Aires’in geniş bir panoramasıyla açılır. Bir otobüs içindeki iki kişiye odaklanır kamera. Kız yanına oturan adamın ona verdiği çantayı tedirgin bir şekilde alarak, silahlı adamların koruduğu bir eve girer. Girdiği bu evde bir kıza ders vermektedir. Lavaboya gitmek için kalktığında amacının ne olduğunu öğreniriz. Bir yatağın altına bomba düzeneği koyar. Kızı da evden çıkarmak ister ve kapı çaldığında suikastin yapılacağı kişiyi göremeden film başka bir hikaye üzerinden devam eder. Bu kez kamera Buenos Aires’in getto sokaklarına döner. Her yer yıkık dökük, bakımsızdır. Bir yanda bu gecekondu mahallesi, karşısında da iş kuleleri büyük binalar vardır. Küreselleşmenin çarpıcı bir örneğini verir sahne bize. Bir yerde kuleler bir yerde ise ilkokula bile gitmemiş insanlar vardır. Maria ile tanışmamız bu sayede olur. Maria burada evsizlere, okuma yazma bilmeyenlere ders vermektedir.
            Maria, Fransız annesi Diane ile birlikte büyük bir evde yaşamaktadır ve odalarını bikaç kişiye kiralayarak para kazanmaktadırlar. Kiracılarından biri olan Felix eve büyük kolilerle gelir ve Diane bunların ne olduğunu sorduğunda iş yerindeki zengin insanların bahışladıkları cevabını verir. Diane bazıları bolluk bazıları yokluk içinde şirketin sağolsun diyerek bir göndermede bulunur. Felix Maria eve geldiğinde onunla sohbet eder, cüzdanında resmini saklıyordur. Maria’ya aşık olduğunu belli eder fakat Maria karşılık vermez. Felix gece yarısı elinde bir çantayla evden ayrılır. Ertesi gün Maria’nın evini ordudan olduklarını söyledikleri bir grup adam basar, aralarında Texas da vardır. Maria kaçar fakat bahçede yakalanır. Bir başka kiracıyı daha odasından çıkarırlar ve bir yağmacı gibi odalardan beğendikleri eşyaları alırlar. 23 nolu polis karakoluna götürdüklerini söylerler. Olimpo garajındaki işkence operasyonu Maria için başlamıştır. İşkence merkezi soğuk görüntüsü, loş ışığı ve paslı demir kapılarıyla korkutucu bir görünümdedir. Odada her kime işkenceye başlarlarsa dışarıdaki sandalyenin üstünde duran radyodan coşkulu, eğlenceli müzikler çalmaktadırlar. Aşağıdaki ping pong masasında oynanan oyunlar, izlenen maçlar, yenen yemeklerle işkenceciler normal hayatlarına devam etmekte, işkence görenlerse günden güne insanlıktan çıkmaktadırlar. Maria’ya fazla dozda elektrik şoku verilen bir gün nabzı durur ve işkence merkezinin komutanı Tigre, soğukkanlı bir tavırla ona elektro şok vererek nabzının atmasını sağlar ve askere devam etmesini emreder. İşkence görenlerin çıplak bedenleri, izlemenin korkunç olduğu vahşet sahneleri film bize sansürlemeden aktarır. İşkence görenler intihar girişimlerinde bulunur, fakat işkenceciler onların ne zaman öleceklerine kendileri karar veriyordur ve burada Tanrı biziz derler.  Maria’ın Felix’in aslında bir işkenceci olduğunu anlaması, onu konuşturmak için operasyon odasına girmesiyle olur. Felix, Maria’nın işkence merkezindeki hem işkencecisi hem de koruyucusudur. Ona aşıktır. Maria bunu bilir ve her fırsatta onu öldüreceklerini buradan gitmesi gerektiğini söyler. Maria hep fırsat kollar. Felix’in ona olan duyguları Maria’yı bir açık yakalamaya itmektedir. İşkence görenler garajda araba tamir ediyor ve temizliyorlardır. O günlerden birinde Maria garaj kapısından çıkan askerin ardından koşar, dışarı çıkar fakat yakalanır. Filmde kadın bedenlerinin segilenişi erkek egemenliğinin altında olan bir meta gibidir. Tecavüz, işkencenin bir parçasıdır. Maria’ya tecavüz girişimlerini Felix engeller ve arkadaşları Maria’yı onun sevgilisi olarak kabul eder. Maria’nın annesi sürekli kızını aramaktadır. 23 nolu karakol bir paravandır. Aslında hiç kimse oraya götürülmemektedir. Diane karakolda bir kadınla tanışır ve onunla birlikte bir çıkış yolu bir iz peşine düşerler. Texas, Diane’in kızını aradığını biliyordur. Evi karşılığında onu kızını götüreceğini söyler fakat bu bir yalandır. O bir yağmalamacıdır. Evin tapusunu aldıktan sonra Diane’i öldürür. Felix’i evden kovar ve karısıyla oraya yerleşir. Felix, Diane’in öldüğünü biliyordur fakat Maria’ya söylemez. Birkaç kez evi aramayı başaran Maria cevapsız kalan telefonlarla annesinin öldüğünü tahmin eder. Olimpo garajında bazı mahkumlar sevk edilecekleri sandıkları hapishanelere gitmeden evvel aşılanırlar ve bir otobüse bindirilirler. Ailelerinin haberdar edileceği söyleniyordur. Fakat filmde bu insanların nereye götürüldüğünü bilmeyiz. Maria’nın ara sıra sohbet ettiği mahkum, bu insanların aslında hapishaneye gitmediklerini söyler fakat nereye gittikleri hakkında bir fikri yoktur. Alıkoyulan ve onca işkenceye maruz bırakılan bu insanlar doktorlar, akademisyenler, avukatlar, genç öğrenciler, kadın, erkek, yaşlı, genç fark etmeksizin düşünceleri yüzünden, verdikleri eğitim ya da bir gruba ait oldukları yüzünden, yönetimle ilgili düşüncelerini başkalarına da aktarabileceği düşüncesi yüzünden, evsizlere okuma yazma bilmeyenlere okuma yazma öğrettikleri yüzünden işkence görüyorlardır. Yönetim o kadar canavarlaşmıştır ki insanların sığındığı din adamı aslında bir rahip değil, insanların yakınlarının isimlerini almaya çalışan bir yalancıdır. Film sırasında geçişlerde sıklıkla Arjantin’in geniş, nizami, düzgün bir şehir olarak panoraması gösterilir. Ama derinlere yeraltına indiğinde, çirkin, kirli, korkutucu yüzüyle karşılaşırız. Felix, Texas yüzünden evinden ayrıldığı için işkence merkezinde küçük bir odada kalmaktadır. Maria da zaman zaman onun yanında yatmaktadır. Hep annesini sorar fakat Felix iyi olduğunu söyleyerek kaçamak cevaplar verir. Maria gördüğü işkencelere bir son gelmesi adına birkaç arkadaşının ismini vermek zorunda kalmıştır. Felix elinden geldiğince Maria’nın insan gibi hissetmesini sağlıyordur. Ona güzel yiyecekler getiriyor, kıyafet veriyor ve duş yapmasını sağlıyordur. Felix, bir gün Maria’yı işkence merkezinden kaçırır. Maria’nın dışarıda ilk yaptığı şey salıncağa binerek çocukluğuna sığınmasıdır. Daha sonra bir otele gidip sevişirler. Maria bir çok duyguyu aynı anda yaşamaktadır. Bedeni Felix’in ellerinde gözü ise hep kapıdadır. Maria dönmemekte ısrar eder. Felix ise kabul etmez ve Garaja geri döndüklerinde toplama yapıyorlardır. Yine nakledeceklerdir. Maria bu kez ne olacağını biliyordur. Maria ve Felix’in dışarıda vakit geçirdikleri gün komutan Tigre evinde ilk sahnede bize gösterilen yatağın altına konulan bombanın devreye girmesiyle ölür. Maria ve Felix garaja döndüklerinde ortalık karışıktır. Texas kendinden memnun bir şekilde parti bitti der. Maria’yı izinsiz çıkardığı ortaya çıkmıştır. Maria’nın da nakil edileceğini söyler. Felix teleşlanır, Tigre’nin bundan haberi var mı diye sorar ve öldüğünün haberini alır. Emri veren generaldir. Felix, hiç bir şey yapamaz. Maria, aşılanır ve Felix’e son bir kez bakar. O bakışlarının ardında çok şey gizlidir. Maria her şeyin farkındadır, öleceğinin de. Son sahnede kargo uçağı binlerce insanı yutan dalgaların üzerinde uçar, gider. Sahnenin üzerinde yazılanlar ise şöyledir; ‘1976 ile 1982 yılları arasında, Arjantin’de askeri diktatörlük hüküm sürerken binlerce Arjantin vatandaşı iğne ile uyuşturulup, canlı olarak uçaklardan atıldı Bugün, bu suçların sorumlusu olan kişiler, serbestçe sokaklarda dolaşıyor.’

SONUÇ  
        “Üçüncü sinema” terimi Fernando Solanas ve Octavio Getino’nun öne sürdüğü bir kavramdır. Onların kavramlaştırmasına göre “birinci sinema” Hollywood merkezli ticari sinema, “ikinci sinema” Avrupa merkezli Auteur sinemasıdır, ancak bu sinemaların temsilcileri diğer bölgelerde de bulunabilir. “Üçüncü sinema” ise Üçüncü Dünya ülkelerinde oluşması muhtemel, politik ve aydınlatıcı sinemadır. Bu politikliğinin sonucunda halkı aydınlatma, harekete geçirme gibi niyetleri vardır. Üçüncü sinema filmleri izleyicide bir üzüntü, huzursuzluk, sinirsel bir boşalma ve harekete geçme isteği uyandırır. Ticari bir kaygısı yoktur bu filmlerin. İzleyiciye kendini beğendirmeyi amaçlamaz, izleyiciyi belli konularda bilinçlendirmeye çalışır. Hangi film izlenirse izlensin insanın yüreğinde bir yerler sızlar. Bu filmlerde abartılı bir anlatımdan, süslü sahnelerden ziyade yalın bir anlatım vardır. Üçüncü sinema kapsamında olan Latin Amerikan sineması içinden çıktığı toplumla karşılıklı ilişki içindedir. Öncelikle toplumsal gelişmeler sinemayı çok yakından etkilemektedir. Sinema üretimi toplumsal ve politik gelişmelere paralel seyretmek zorunda kalmaktadır. Ekonomik, politik ve ideolojik olarak sinema üretimi içinden çıktığı toplumla paralellikler barındırmaktadır. Diğer yandan, tematik olarak Latin Amerika sineması içinden çıktığı toplumu yansıtmaktadır. Latin Amerika sineması ana hatlarıyla toplumsal bir sinemadır. İncelemeye çalıştığımız Olimpo Garajı filminde bizlere yani izleyicilere anlatılmak istenen bir şey vardır. 1976-82 yılları arasında o insanlara neler olmuştur. Bu insanların yaptığı tek şey haklarını aramak ya da insanlara yardım etmektir. Devlete karşı çıkanlar, yönetime karşı çıkanlar ve bunun için bir şeyler yapanlar tek tek alınıp götürülüyor, vahşice işkencelerden geçiriliyor ve insanca bir sorgulama yaşamıyorlardır. O kayıp yıllarda işkence görenlerin ailelerine hiçbir şekilde bilgi verilmiyordur. Üstelik hakkını arayanları da öldürüyorlardır. Filmde yönetmenin bunu göstermesi belki belli bir kesimi rahatsız edecekti, ama o yılları hatırlayanları, yaşayanları, işkence görenlerin ailelerini, evlatlarından, eşlerinden bir daha haber alamayanları derin bir acıya sürüklese de bir nebze rahatlatmıştır. Çünkü insanlar bu konuda en azından artık bir şeyler biliyorlardır. İşte üçüncü sinemanın sağladığı en iyi şey hiç bir şeyden haberi olmayan bizleri bir şeyler öğrenmeye sevk etmesidir. Askeri cuntanın yok ettiği 30 bin kayıp evlat Arjantin’in başkenti Buenos Aires’de uyuşturulup denize atıldılar, fakat bu unutulmadı ve unutturulmayacak. Gerek filmlerle gerek Plaza de Mayo annelerinin protestolarıyla hatırlatılacak. Filmin başındaki bomba düzeneğinin işkence merkezindeki komutan için kurulduğunu anladığımızda ve bu bomba patladığında, bir oh çekiyorsak bu filmin bizi manipüle etmesinden değil ezileninin direnişinin yanında olduğumuzdandır.

KAYNAKÇA
 
1)    Üçüncü dünya ülkeleri. (2010). Erişim tarihi: 10.06.2015, http://tarihdersnotlari.blogcu.com 
2)    Biryıldız, E., Çetin-Erus, Z. (2007). Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması. Es Yayınları. 
3)    Başkavak, T (2012). Üçüncü Sinema Üzerine.
4)    Armes, R. (2011). Üçüncü Dünya Sineması ve Batı. İstanbul: Doruk Yayınları.
5)     Odabaş, B. (2013). Üçüncü Sinema. İstanbul: Agora Kitaplığı.  
6)    Arjantin Tarihi. (2009). Erişim Tarihi: 11.06.2015, http://tarihlervekulturler.blogcu.com/arjantinin-kurulusu-ve-tarihi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder