3 Temmuz 2015 Cuma

‘CEZAYİR SAVAŞI’  FİLMİNİN  SÖMÜRGECİLİK İLE BİRLİKTE ÜÇÜNCÜ SİNEMA BAĞLAMINDA İNCELENMESİ
                                                                           Ferhan KILINÇ*
GİRİŞ
Fransa’ nın 1830 yılında işgal ettiği Cezayir 1830 ile 1962 yılları arasında Fransız sömürgesinin baskısı altında yaşadı. Fransa, Cezayir’ i siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda sömürgeleştirerek kendi ekonomik, siyasi ve kültürel tarihini oluşturdu. Aynı zamanda Cezayir halkının tarihine kanlı bir zaman dilimi ekledi. Said’ in kitabında ‘Cezayir’ in sömürgeleştirilme süreci şöyle anlatılmaktadır ;

Cezayir’ de Fransız yönetiminin politikası ne denli tutarsız olursa olsun, 1830’dan başlayarak Cezayir’i Fransızlaştırmaya yönelik amansız bir süreç geliştirildi. Önce yerlilerin toprakları ellerinden alınıp binaları işgal edildi; sömürgeci Fransız göçmenler meşe ormanlarının ve maden kaynaklarının denetimini ellerine geçirdi. Daha sonra, Prochaska’ nın Annaba (sonraları adı Bone olarak değiştirilmiştir) için yazdığı sürece, ‘’Cezayirlileri yerinden edip [Bone gibi yerlere] Avrupalıları yerleştirdiler .   ’’ 1830’u izleyen yıllarda ekonomiyi ‘yağma sermayesi’ kapladı, yerli nüfus azalırken sömürgeci işgal grupları çoğaldı. İkili bir iktisadi yapı oluştu: ‘’Avrupa ekonomisi firma-merkezli bir kapitalist ekonomiye çok benzerken, Cezayir ekonomisi daha çok Pazar yönelimli, kapitalizm öncesi bir ekonomi görünümündeydi.’’ Dolayısıyla, ‘’Fransa Cezayir’ de kendini yeniden üretir’’ ken, (Akt.) Cezayirliler uç yaşamlara ve yoksulluğa itiliyorlardı. (Akt. Said , 2003:263)

Cezayir halkı bu yaşadıkları işkenceye karşılık 1954 yılında özgürlük mücadelesine başladı ve      1962 yılına kadar bu mücadele devam etti. Bu süreçte Cezayir halkı hem maddi hem manevi  kayıplar verdi. 1962 yılında ise Cezayir direnişi zaferine ulaştı. Bu çalışmada senaryosunu Franco Solinas ve Gillo Pontecorvo’ nun oluşturduğu ve  Gillo Pontecorvo’ nun yönettiği 1960 yapımı ‘Cezayir Savaşı’ filminin Sömürgecilik ve Üçüncü Sinema bağlamında değerlendirilmesi yapılacaktır.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜZERİNE

Belli bir takım siyasi yapıya, ekonomik düzene, toplumsal yaşama göre kategorize edilen ülkelerin durumları bu şartlara göre oluşturulmuş ve Birinci Dünya, İkinci Dünya ve Üçüncü Dünya olarak ayrıştırılmıştır. Bir bakıma da bu ülkeleri, tahakküm altında olan ve tahakküm altına alan ülkeler olarak da gözlemlemek mümkündür. Robert Stam ve Ella Shohat’ ın aktardığına göre, Üçüncü Dünya terimi ilk olarak nüfusbilimci Alfred Sauvy tarafından Fransa’ da ki aristokrasi, burjuvazi ve geri kalan halk kitlesi şeklinde yapılan birinci, ikinci ve üçüncü estate ayrımlamasına paralel olarak ortaya atılmıştır. (Akt.Erus, 2007:21) İnsanlığın gündemine ise 1955 yılında Bandung Konferası’ yla girmiştir. (Odabaş, 2013:10)  Üçüncü Dünya ülkeleri, Birinci Dünya’ nın kendilerine karşı uyguladığı sömürgecilik hareketleri ile baskı altında kalarak egemen gücün müsaade ettiği ölçüde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Doğal iş gücü ve kaynakları sömürülen, kültürleri yok edilen, dilleri tahakküm altına alınan ve gerektiğinde yaşamlarına son verilen sömürge insanı bu düzende yönlerini gelişmeye ve ilerlemeye çevirememiştir. Üçüncü Dünya işte bu şekilde gelişmesine müsaade edilmeyen, emperyalist güçlerin baskısı ile yaşayan, siyasi ve ekonomik yapısı zedelenmiş olan ülkeler olarak sınıflandırılabilir. Birinci Dünya ve İkinci Dünya ise Atam ’ a göre şöyle şekillenmektedir ;

Birinci Dünya olarak kabul edilen ülkeler, gelişmiş ülkeler olarak nitelendiriliyordu ve Pazar ekonomisi uyguluyorlardı; ayrıntılı olarak sıralarsak bu Batılı dünyada ABD, Kanada, Batı Avrupa, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve tartışmalı ülkeler olarak da İsrail ve Güney Afrika vardı. Bu ülkelerin nüfusu dünyanın beşte birini oluşturuyordu ve dünyanın tüm hasılasının yaklaşık yüzde 60’ ını ellerinde tutuyorlardı . Bunun dışında o dönemde sosyalist ülkeler yer alıyordu ; bu ülkeler planlı ekonomiyi uyguluyorlardı ve Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa, Çin ve Moğolistan, Kore, Vietnam ve Küba’ yı içeriyordu. Dünya’ nın nüfusunun üçte birini oluşturuyorlardı ve dünyanın tüm hasılasının yaklaşık yüzde otuzunu alıyorlardı . (Akt. Odabaş,  2013:10)

Birinci, İkinci ve Üçüncü Dünya’ yı karekteristik özelliklerini sıralayarak şu şekilde özetleyebiliriz. Birinci Dünya Ülkeleri’ ni , kapitalist ekonomiyi benimseyen, bu ekonominin güçlenmesi ve devamı için diğer ülkelerin özgürlüklerini, zenginliklerini ve kültürlerini gasp ederek kendisine aktaran, tahakküm altına alan, kendisini egemen güç konumuna getiren, ezen ve ezilen ilişkisini oluşturan, baskıcı ve şiddete meyilli ülkeler olarak niteleyebiliriz. İkinci Dünya Ülkeleri’ ni ise sosyalizmi benimseyen, sosyalizm çerçevesi dahilinde hareket eden Birinci Dünya Ülkelerine göre gelişmesi yavaş, gelişmekte olan ülkeler oluşturur. Üçüncü Dünya Ülkeleri ise sömürgeciliğin baskısı altında yaşayan, bu baskı ile birlikte gelişmeye çalışan, ekonomik ve siyasi yapısı geri bıraktırılmış, özgürlükleri tahakküm altına alınan ülkelerdir.

ÜÇÜNCÜ SİNEMA ÜZERİNE

Üçüncü Sinema kuramının değerlendirileceği bu bölümde öncelikle Birinci ve İkinci Sinema’ nın genel özelliklerine değinmekte fayda vardır . Birinci Sinema denildiğinde akla ilk gelen Hollywood kökenli bir sinema olduğudur . Amerikan Sineması olarak akıllara gelmesine rağmen Birinci Sinema birçok ülkede yapılan filmleri kapsamaktadır. Bu filmlerin anlayışı, yapısı,  konusu, dekoru, oyunculuğu vb. unsurları  sinemasının temelini oluşturmaktadır. Bu çerçeve içerisinde Birinci Sinema ; halkı eğlendirme amacı güden, boş zaman etkinliği olarak değerlendirilen, izleyicileri pasifize eden, temel ideolojileri yansıtarak temellendiren, ekonomik anlamda gelir getirmesi beklenen, gündelik yaşamın konularını, sıradan bireylerin hayatlarını konu alan, dekorunu belli bir düzene bağlı olarak oluşturan sinemadır. Bu sinemada hedeflenen öğretmek, harekete geçirmek, belli bir mesajı ciddiyetle izleyiciye iletmek ve karşılığında bir reaksiyon görmek değil, seyirciyi gündelik hayatın sıkıntı ve stresinden kurtararak anlık olarak izlediği filmden ve atmosferden hoşnut olması ve iyi vakit geçirmesini sağlamktır. Solanas ve Getino Birinci Sinema ‘yı şöyle açıklar ;

Büyük salonlarda gösterilen, belli bir süre içerisinde perdede doğan ve orada ölen büyülü bir yapıya sahip olan sinema, üretici grupların ticari çıkarlarını tatmin etmektedir; aynı zamanda, 19. yüzyıl sanatının, yani burjuva sanatının bir devamı olan burjuva bakış açısının biçimlerini de içermektedir. Öyle bir sanat ki, burada insan sadece pasif ve tüketici bir nesne olarak kabul görmektedir; tarihi tanınır kılacak bir yeteneğe sahip olmak yerine, sadece tarihi okumasına, onu seyretmesine, onu dinlemesine ve ona katlanmasına izin verilen insanın olduğu bir sanat… Sindirilecek bir nesneye dönüşen gösteri sineması, burjuva film yapımının ulaşabildiği en yüksek aşamadır. Dünya, deneyimler ve tarihsel süreç, resmin çerçevesi, tiyatro sahnesi ve sinema perdesi içine hapsedilmiş durumdadır; burada insan, ideolojinin yaratıcısı olarak değil, ideolojinin tüketicisi olarak ele alınmaktadır. Bu nosyon, burjuva felsefesi ile artı değerin elde edilmesi arasındaki muhteşem karşılıklı etkileşimin başlangıç noktasıdır. Sonuç olarak ortaya çıkan sinema, kitlelerin rüyalarını ve korkularını araştıran sonsuz sayıdaki araştırmacı, analist, sosyolog ve psikolog tarafından incelenen, amacı film yaşantısını satmak olan ve yönetici sınıflar tarafından biçimlenen bir gerçekliğe sahip sinemadır . (Akt. Odabaş, 2013:18)

İkinci Sinema ise Birinci Sinema’ ya göre belli ideolojik kalıpların dışına çıkmaya çalışan, daha özgürlükçü ve farklı olmaya çalışan bir sinemadır. Sisteme muhalefet etmeye çalışan, bağımsız konular, yeni çekim teknikleri üreten bu sinema Birinci Sinema ile karşılaştırıldığında halkın sorunları ile ilgilenen, özgürlükçü bir tutum sergileyen, belli bir mesaj kaygısı güden sinema olmuştur. Fakat bu amaçlarla yola çıkan İkinci Sinemacılar hedeflerinden uzaklaşmaya, gündelik yaşamın konularına eğilmeye, Birinci Sinema’ nın kapsamına girmeye başlamışlardır. Erus’ un aktarımıyla;

İkinci Sinema tanımı altında Solanas ve Getino, Avrupa’daki Yeni Dalga (Nouvelle Vague) ve Brezilya’daki Yeni Sinema (Cinema Novo) gibi akımları koyar. Bunlar Hollywood’a göre, ileri bir adımdır, standart olmayan bir dil kullanır, sisteme muhalefet eder. Ancak bu muhalefet sınırlarına yaklaşmıştır. Solanas ve Getino’nun Godard’dan aktardığı deyimle, bu sinemalar ‘’ kalenin içinde tuzağa düşürülmüştür. ‘’ Üretimini finanse edebilmek için Pazar arayışına çıkmış, yasaları daha uygun hale getirmek için sistem içinde çabalamaya başlamıştır. Giderek bireyin sorunlarına odaklanmış, toplumsal muhalefetten uzaklaşmıştır. Bunlar tarz olarak Hollywood’un dışında yer almışlarsa da, sisteme karşı çıkan ve kitleleri karşı çıkmaya kışkırtan filmler olamamışlardır. (Akt. Erus, 2007:28)

Üçüncü Sinema ise İkinci Dünya savaşından sonra bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerle birlikte sömürgeciliğe, emperyalizme, eşitsizliğe ve özgürlük gaspına karşı gelen halkların bu dönemde gösterdikleri devrimci ve direnişçi mücadelelerle fitili ateşlenen özgürlükçü ve devrimci sinemadır. Üçüncü Sinema’ nın kökleri, Üçüncü Dünya ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleştirdikleri anti-emperyalist mücadeleye dayanır. (2007:19) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeler, farklı siyasi yönetim şekillerine ve ekonomik yapılanmalara yönelmiş, emperyalist düşüncenin baskısı altında olan ülkeler bağımsızlık düşüncesini benimsemiş ve özgürlük mücadeleleri için arayışlara girişmişlerdir. Bu süreçten önce ırksal ötekileştirilmeye uğrayan, yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülen, siyasi baskı ve tahakküm altında yaşayan birey ve gruplar bu oluşumlara itiraz etmeye ve reaksiyon göstermeye başlamışlardır. Bu etki ve direniş algısı belli bir bölge ile sınırlı kalmayarak ezilen, sömürülen, baskı altında yaşayan ırklar ve ülkelerde de belirmiştir. Bu süreçte yönetim şekilleri değişiklikleri olmuş ve farklı ekonomik yapılanmalara gidilmiş ve sömürgeciliğe karşı bireyler ve gruplar direnişe geçmişlerdir. Bununla birlikte halkı bilinçlendirmek, halkı harekete geçirmek ve devrim düşüncesini yaymak amacıyla Üçüncü Sinema’ nın dinamikleri oluşmuş ve Üçüncü Sinemacılar bu çerçevede filmler üretmişlerdir.  Üçüncü Sinema, Birinci ve İkinci Sinema’ dan birçok özelliği ile ayrılmaktadır. Üçüncü Sinema Üçüncü Dünya’ nın emperyalist düşünceye, sömürgeciliğe, baskıya, tahakküme karşı direnişini konu alan, bu sorunları izleyicilere sunan ve kitleleri harekete geçiren bir sinema olarak algılansa da Üçüncü Sinema sadece Üçüncü Dünya ülkelerinin yaptığı bir sinema değil, Üçüncü Sinema kuramı çerçevesinde oluşturulan diğer ülkelerinden ürettiği bir sinemadır. Üçüncü Sinema ticari amaç güdülerek yapılan Hollywood  Sinemasına karşılık ticari kaygıları bir yana bırakarak, daha özgürlükçü, toplumsal sorunlara değinen ve seyirciye belli hedefleri ve mesajları taşımaya çalışan İtalyan Yeni Gerçekçiliği sinemasından etkilenmiştir. Fakat sonrasında İtalyan Yeni Gerçekçi sinemacıların bu yapıdan dışarı çıktıkları ve Hollywood tarzına yakın filmler üretmeye başlamaları Üçüncü Sinemacılar tarafından eleştirilmiştir. Üçüncü Sinema’ nın diğer sinemalardan farkını kitlelere ulaştırmak için manifestolar yayınlanmıştır. Bunlar Brezilya’ da oluşan Yeni Sinema Hareketi ile birlikte yapılan ‘’Açlığın Estetiği’’ manifestosu, Arjantinli yönetmenler Solanas ve Getino’ nun ‘’ Üçüncü Bir Sinemaya Doğru’’ manifestoları ve Julio Garcia Espinosa’ nın ‘’Mükemmel Olmayan Bir Sinema’’ manifestolarıdır. İlk olarak Brezilya’ da oluşturulan Yeni Sinema Hareketini ve ‘’Açlığın Estetiği’’ manifestosunu ele alacak olursak; 

Bu akımın önemli temsilcilerinden Glauber Rocha, 1965 denemesi ‘’Açlığın Estetiği’’ (‘’Şiddetin Estetiği’’) ile birçok kişi tarafından Üçüncü Sinema manifestolarını başlatan kişi olarak görülmüştür. Rocha’ ya göre film, gerek ele aldığı konu gerek bunu işleyişinde geleneksel kalıpların dışına çıkmalıdır.Latin Amerika’ nın özgünlüğü, onun açlığıdır ve açlığın en soylu kültürel bildirgesi şiddettir. Bu doğrultuda açlık ile şiddet filmin odak noktasını oluşturur. Şiddet, açların normal davranışıdır, şiddet anı sömürgecinin sömürgeleştirilenin varlığının farkına vardığı andır. (Akt.Erus, 2007:25)

Yeni Sinema akımı’ nın devrim düşüncesi, toplumsal konulara eğilmesi, azınlık haklarına vurgu yapması ile Glauber Rocha’ nın açlığı bir silaha döndürerek sömürge insanının sömürgecisine kendini fark ettirmesi ve devrim ve direnişi yüceltmesi Üçüncü Sinema’ nın temellerini sağlamlaştırmıştır.

‘’Üçüncü Bir Sinemaya Doğru’’ manifestosu Solanas ve Getino’ nun Üçüncü Sinema’ yı açıkladığı ve kurallarını belirlediği manifestodur. Somut bir film çekme deneyimine dayanan manifestoda, Solanas ve Getino henüz yeni tamamladıkları Kızgın Fırınların Saati (La Hora de los Hornos, 1968) filminin üretim, dağıtım ve gösterim sürecinden yola çıkmışlardır. (Erus:26) Film, devrim mücadelesinde sinemanın da önemli bir devrimci araç olabileceğini göstererek Üçüncü Sinema teorisini güçlendiren büyük bir örnek olmuştur. (Güldoğan, 2010:102)
Solanas ve Getino sinemanın gündelik konuları değil, toplumsal konuları işlediği, pasif halkın aktif hale getirdiği, devrim ve direniş mücadelesinde kullanılan bir silah olduğunu düşünmektedirler. Solanas ve Getino için sinema, ticari kaygılar güdülerek, halkı uyuşturmaya yönelik görüntü ve ideolojilerin barındığı bir yer değil, halkın uykusundan uyandırıldığı ve siyasi ve toplumsal baskılara, emperyalist düşünceye, sömürge ile beslenen ekonomik yapılara karşı itiraza ve harekete geçmeye yönlendiren etkili bir silah ve destekçidir.

Julio Garcia Espinosa’nın ‘’Mükemmel Olmayan Bir Sinema ‘’  adlı manifestosu ise ideal olarak kitleler tarafından üretilmesi gereken sinemanın halihazırda elit bir kitle tarafından üretildiğine dikkat çekerek bu sistemde sinemacının nasıl hareket etmesi gerektiğini tartışmıştır. (Erus, 2007:31) Mükemmel olmayan sinema, sadece kötüyü göstermekle kalmayıp bunun sebeplerini de ele almak zorundadır. Emperyalizmi reddeden, onun kötü olduğunu söylemekle yetinen filmler yeterli değildir. (2007:32) Bu amaç ve sebeplerle Espinosa mükemmel bir sinema filmi oluşturmayı bir kenara bırakarak, alışılmış üslup ve teknikleri kullanan bir sinema anlayışını değil, özgünlük içeren sinema anlayışını benimsemiştir. Alışılagelmiş yöntem ve tekniklerle oluşturulan sinema filmleri belli bir kesimin amacına ve ideolojisine hizmet eden ve değerli bir amacı bulunmayan filmlerdir. Bununla birlikte  Espinosa, sadece toplumsal sorunların ne olduğunu göstermekle kalmayıp, olayların arkasında olan nedenlerin ve durumların sinemanın ilgi alanına girmesi gerektiğini belirtir. Sinema anlatılanların görünen kısmıyla birlikte, görünmeyen kısmını da ele almalı ve izleyiciye yansıtmalıdır.

Bu manifestolarla birlikte Üçüncü Sinema’ nın temelleri ve çerçevesi oluşmuş ve buna göre sinema filmleri üretilmeye başlanmıştır. Üçüncü Sinemacıların manifestolarında da belirttikleri gibi Üçüncü Sinema halk için ve halkı bilinçlendirmek için üretilen, belli bir takım egemen güçlerin ideolojik fikirlerinin empoze edildiği bir yer değil, halkın sorunlarına ve isteklerine yönelen ve halkı aktif hale getirmeye çalışan sinemadır. Üçüncü Sinema bu amaçlarıyla birlikte devrimci, militan, sisteme muhalefet, şiddet içerikli ve özgürlükçü bir kimlik barındırır. Üçüncü Sinema halkın yararına olmayan yapılanmaları eleştirir ve bu yapılanmaların bozumu için devrimi ve direnişi şart koşar. Sinema toplumun sorunlarıyla ilgilenmedikçe, sömürge düzenine ve emperyalist düşünceye karşı direnişi öğütlemedikçe ve belli kimselerin tekelinde olan siyasi yapılara karşı gelmedikçe Solanas ve Getino’ nun çerçevesini çizdiği Üçüncü Sinema kapsamında değerlendirilememektedir. Sinema direnişin ve devrimin hem tetikleyici, hem de destekçisi olacak kadar güçlüydü Üçüncü Sinemacılar için. Bunun için hedeflenen sinema, gündelik hayatın sıradan olayları ve sıradan kişileri ile ilgilenmek, anlık bir haz duygusunun yaşanması için basmakalıp yöntem, konu ve tekniklerle film üretmek, egemen güçlerin baskıcı ve tahakküm altına alan belirli ideolojilerini taşımak ve bunu izleyiciye geçirmek, sömürgeciliğe ve emperyalist düşünceye karşı boyun eğmek yerine, halkın zararına olan siyasi ve toplumsal yapılarına karşı çıkan ve direniş gösteren, anlık bir görüntü halinde değil, zihinlere yer ederek düşüncelerde ve fikirlerde yer bulan,  özgürlükçü ve sıradan olmayan tekniklerle ve görüntülerle oluşturulan, halkın fikir ve düşüncelerine etki ederek devrim ve direniş düşüncelerini perçinleyen, sömürgeciliğe ve emperyalist düşüncenin her türlüsüne karşı çıkan bir sinemadır. Üçüncü Sinema’ nın bu özellikleri sayesinde Üçüncü Sinemacılar kamerayı bir silah olarak görmektedirler. ‘Kamera, görüntü-silahlarının yorulmak bilmez alıcısıdır; projektör, saniyede 24 kare ateş edebilen bir silahtır’ (Akt. Odabaş, 2013:23) 

Üçüncü Sinema’ nın bu militan ve güçlü duruşu emperyalist güçlerin baskısı altında yaşayan, sömürgeleştirilen ülkelerin insanlarının ve yönetmenlerinin elini güçlendirmiş ve sömürgeciliğe karşı halkı bilinçlendiren, boyun eğmek yerine baş kaldırmayı ve direnişe geçmeyi öğütleyen film yapımına yönlendirmiştir. Sömürgeciliği yaşayan halkların durumlarını yansıtan, bu şekilde halkı aktif hale getirmeye ve reaksiyon göstermeye çalışan sinemacılar, aynı zamanda bağımsızlık mücadelesini kazanmış ulusların baskı altına yaşadıkları zamanları ve direniş zamanlarını anlatarak tarihte sömürgeciliğin etkilerininin ve halkın çektiği acıların tarihte yerini almasını sağlamış ve  unutulmasını engellemişlerdir .

SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE

Sömürgeleştirme, kendisini egemen güç olarak gören ülkelerin, kendisinde olmayanı içinde barındıran ülkelere tahakkümüyle birlikte, siyasi, ideolojik, ekonomik ve kültürel baskı uygulaması ve bu baskı ortamında ihtiyacı olanı kendisine almasıdır. Ülkelerin kültürlerini yok ederek yeni kültürlerin benimsetilmeye çalışılması, ekonomik zenginliklerine el konulması ve en önemlisi bireylerin özgürlüklerine müdahale edilmesi sömürgeciliğin karanlık yüzüdür. Ülkelerin yer altı kaynakları, emekleri ve gelecekleri sömürgecinin hedefinde olan başlıca unsurlar olmaktadır . Sömürgeci, baskı ve şiddetle tahakküm altına aldığı ülkenin zenginliklerini gasp eder, bireylerin yaşam haklarını sınırlandırır, bireyleri sefalet ve cehaletin içine sürükler. Bununla İlgili Sartre ; Sömürgecilik şiddet yoluyla boyun eğdirdiği insanlara insan haklarını esirger ve onları zor gücüyle, Marx’ ın haklı olarak ‘alt insan’ dediği bir sefalet ve cehalet durumunda tutar. (Sartre’ den akt. Memmi, 2009:18) Sömürgeci bu şekilde tahakküm altına aldığı büyük kitleyi pasifize ederek egemenliğini sürdürmeyi amaçlamaktadır. Şiddet ve baskıyla insanlık dışı yaşama sürüklediği insanları kendisine mecbur bırakmakta ve bu şekilde egemenliğini devam ettirmektedir. Fanon’ a göre sömürgeci bu faaliyetlerini şu şekilde yapmaktadır ; Sömürgeci sayı olarak fazla olan hasmına karşı kendi gücünü öne sürer. Sömürgeci teşhircidir. Güvenlik endişeleriyle, sömürge halkına ‘’ Burada efendi benim’’ i yüksek sesle hatırlatır. (Fanon, 2013:59) Bu şekilde sömürgecinin ezen, sömürgeleştirilenin ise ezilen konumuna geçtiği durumda yerli halk istek ve arzularından yoksun, yalnızca kendisine verilenle idare eden bir konuma düşmektedir. Artık kültürünün, geçmişinin, geleceğinin ve özgürlüğünün sınırını belirleyen bir tahakküm altındadır. Memmi’ ye bu durumu şöyle açıklar ; Sömürge insanı ulusal uyruk olmanın hiçbir vasfından yararlanmaz; ne kendinin bağımlı, tartışmalı ve boğulan uyruğundan, ne de sömürgecininkinden. Ne birine bağlanabilir, ne ötekine sahip çıkabilir. Topluluk içinde doğru yerini alamayınca, çağdaş bir yurttaşın haklarından yararlanamayınca, kendisinden normal görevler beklenmeyince, oy kullanamadığından, topluluk işlerinin yükünü taşıyamadığından, kendini gerçek bir vatandaş gibi hissedemez. Sömürgeleştirmenin sonucunda, sömürge insanı, ulusal uyrukluğu ve yurttaşlığı, yoksunluk hissi dışında, neredeyse hiç yaşayamaz: O, ulusal uyruk olarak, yurttaş olarak, sömürgeci ne değilse odur ancak. (Memmi, 2009:107) 

Sömürgeci kendisini oluşturabilmesi ve yerini sağlamlaştırabilmesi için bu şekilde karşısındakini yaratmakta ve yerini sağlamlaştırmaktadır. Egemenliğini şiddetle ve baskıyla kuran sömürgeci bir ezen ve ezilen ilişkisi kurarak bunu ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmaktadır. Ezilenin yaşam hakkını, özgürlüğünü, zenginliğini, sahip olduğu her şeyi elinden alarak kendini egemen güç olarak tanımlar. Sömürgeci tahakkümünü bu şekilde kurduğu süreçte sömürgeleştirdiği halkı işe yaramaz, cahil, medeniyetsiz gibi sıfatlarla tanımlayarak, tahakkümünü haklı çıkarmaya ve hatta olumlamaya çalışmaktadır. Memmi’ ye göre sömürgecinin tam bir efendi olabilmesi için, nesnel olarak böyle olması yeterli değildir, kendi meşruluğuna da inanması gerekir. Bu meşruluğun tam olabilmesi için sömürge insanının köle olması yeterli değildir, bu rolü kabul etmesi de gerekir. Kısacası, sömürgecinin sömürgeleştirilen tarafından kabulü gerekir. Sömürgeciyle sömürgeleştirilen arasındaki bağ bu yüzden yıkıcı ve yaratıcıdır. (2009:99) Sömürgeleştirilen halk ise bu şekilde sömürgeci tarafından sayıca üstün olmasına rağmen azınlıkta bırakılmıştır. Kitle üzerinden egemen olan sömürgeci kendi kurallarını dikte ederek, hem maddi hem manevi tahakküm altına aldığı halkı etkisizleştirmektedir. Sömürgecinin en büyük amacı da budur. Halkın pasifize olarak baskı altında yaşamaya boyun eğmesi sömürgecinin işini kolaylaştırmakta ve sömürgeci bu şekilde gelecek tayinini elinde tutmaya çalışmaktadır. Ama sömürge halkı ruhunun derinliklerinde hiçbir otoriteyi kabul etmez. Üstünde egemenlik kurulmuştur ama ehlileşmemiştir. Aşağılanır ama aşağılandığına asla inanmaz. Sömürgecinin üzerine atlamak için dikkatinin dağılmasını sabırla bekler. Yerlinin kasları sürekli gergindir, beklemededir. Kaygılı ya da dehşete düşmüş olduğu hiç söylenemez. Aslında av rolünden çıkıp avcı olmaya her an hazırdır. Sömürge halkı ezilen biridir ama ezen olma hayalini sürekli kurar. ( Fanon, 2013:59 ) Sömürge insanı en ağır şartlarda yaşamını sürdürmekte, kendisine verilen kadarı ile yetinmekte, ezilen konumunda bir yaşam sürmeye mahkum edilmektedir.   O halde sömürge insanının yapabileceği ne kalmıştır geride ? Kendi durumunu sömürgeciyle uyum ve birlik içinde değiştiremeyince, ona karşı çıkarak özgür olmaya çalışacaktır : isyan edecektir. (Memmi, 2009:132) Ezen egemen güç tarafından gerektiğinde yaşama hakkı da elinden alınarak alt seviyede bir yaşam sunulan sömürge insanı  yaşamını bu şekilde idame ettirmek ile özgürlüğüne ulaşıp kendi yaşamını kurmak arasındaki kararını vererek sömürgecisine karşı harekete geçecektir. Sömürgecisin kendisine uyguladığı baskıya karşı direniş gösteren sömürge insanı bu durumdan kurtulabilmek için kitlesel hareketlere, toplumsallaşmaya ve kendisine uygulanan şiddete karşılık şiddet uygulamaya ihtiyaç duyacaktır. Sömürge insanı baskı ve şiddet altında yaşamaktansa şiddete ve baskıya şiddetle direnmeyi özgürlüğüne giden yolda benimseyecektir. Sömürgeciliğe karşı bu direniş ve baş kaldırışlar inceleyecek olduğumuz ‘Cezayir Savaşı’ filminde mevcut olup, Üçüncü Sinema kuramı bağlamında değerlendirilmiştir.

FİLMİN KÜNYESİ

Yönetmen : Gillo Pontecorvo
Senaryo : Franco Solinas , Gillo Pontecorvo
Yapım Yılı : 1960
Süre : 117 dk.
Oyuncular : Brahim Hadjadj, Jean Martin, Yacef Saadi, Samia Kerbash

FİLMİN ÖZETİ

Cezayir Savaşı, Fransızların sömürgeleştirdiği ülkelerinde ‘ikinci sınıf vatandaş’ statüsüne düşen halkın, sömürgecisine karşı direnişini ele alan, politik, militan, şiddet içerikli ve direnişçi özellikleri içinde barındıran bir filmdir. Film, Fransızların emperyalist düşüncelerle Cezayirlilere karşı uyguladığı baskıyı, şiddeti, sömürüyü gözler önüne sermiş ve bir halkın kendisinden olmayan ve yaşadığı bölgeye ait olmayan bir halk tarafından nasıl tahakküm altına alındığını ve bu tahakkümün hangi yöntemlerle sürdürüldüğünü anlatmaya çalışmıştır. Filmin ana karakteri Cezayirli Ali La Pointe ve onun FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi) ‘den arkadaşları ile Fransız askerlerine karşı mücadelesi filmin ana temasını oluşturmaktadır. Ulusal Kurtuluş Cephesi direnişin sadece birkaç kişiyle değil, baskı altında olan halkın da katılımı ile gerçekleşmesi gerektiğini düşünerek aynı zamanda Cezayir halkını da bu direnişe davet etmiştir. Film Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Cezayir halkının belli bir plan dahilinde sömürgecisine karşı direnişini ele almaktadır.

BÜYÜK DİRENİŞ : CEZAYİR SAVAŞI

‘Cezayir Savaşı’ , Fransız sömürgeciliğiyle karşı karşıya olan halkın direnişinin anlatıldığı yapımdır. Cezayirli Ali La Pointe , Fransız askerleri tarafından bir takım suçlamalar sebebiyle yakalanarak cezaevine götürülür. Cezaevinde Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden (FLN) bir adamın idam edilmesini gören Ali,  FLN’ ye katılmaya karar verir. Bununla birlikte film Ali La Pointe üzerinden bize Cezayir’ in sömürgecisine karşı direnişi anlatmaya başlar. Cezayir' de Fransız sömürgesi altında yaşayan Cezayir halkının durumu filmde gösterilmeye çalışılmıştır.  Üçüncü Sinema’ nın politik, militan, direnişçi ve devrimci özellikleri Cezayir Savaşı’ nda hissedilmektedir. Cezayirliler sömürüye karşı direniş sahneleri ile politik ve militan imajları benimsemiş ve bu şekilde sömürgeciliğin acı yüzünü ifşa etmişlerdir. Cezayir halkı eğitim konusunda oldukça geri bırakılmış, siyasi konularda söz hakkı olmayan, ekonomik olarak oldukça alt sınırlarda yaşayan ve özgürlükleri Fransızlı askerlerin ve orada yaşayan Fransızların tahakkümü altında olan insanlardır. Gerek askerlerin gerekse halkın Cezayirlilere karşı davranışları, konuşma biçimleri ve hakaretleri bu durumu somutlaştırmaktadır.

Fransız halkının gösteriş ve lüks içinde yaşamalarına karşılık Cezayirliler kendi ülkelerinde ‘ikinci sınıf insan’ statüsünde yaşamaktadırlar. Cezayirliler kendi siyasi yapılarını kurmaktan, kendi yaşam koşullarını ve tarihlerini oluşturmaktan ve en önemlisi özgürlüklerinden alıkonulmuşlardır . Memmi, sömürge insanını şöyle açıklamaktadır ; Sömürge insanının aldığı en ağır darbe, tarihin ve site yaşamının dışına çıkarılmasıdır. Sömürgeleştirme ondan savaşta da barışta da her tür özgür rolü gasp eder; onun ve dünyanın kaderine katkıda bulunan her karar, tarihsel ve toplumsal her sorumluluk ondan alınır . (Memmi, 2009:103) Bu bağlamda Cezayirli halk, özgürlükleri elinden alınmış, yaşam koşulları Fransızlar tarafından oluşturulmuş ve dikte edilmiş, sefalet ve cehalete mahkum edilmiş, özgür olmayan, şiddetle birlikte baskı altında yaşayan halktır. İşte film tam da bu noktada kaybedecek bir şeyi kalmayan Cezayir halkının, kaybettiklerini geri alma yolunda gösterdiği direnişe büyük önem atfetmektedir. 

Özgürlüğün olmadığı, insanının ve kültürünün yozlaştırıldığı, toplumsal sorunların şiddetli bir biçimde yaşandığı ve açlığın hüküm sürdüğü Cezayir’ de, Cezayir’ in asıl sahipleri böyle yaşamaya çalışmaktansa onurlu mücadele içinde yer almaya ve Ulusal Kurtuluş Cephesi ile birlikte sömürgeciliğe karşı gelerek direnişe geçmeye hazırlanmaktadırlar. İnsan her durumla uzlaşabilir, sömürge insanı yaşamayı uzun süre bekleyebilir. Ama  ister yavaş olsun ister hızlı, şiddetli ya da şiddetsiz, sömürge insanı, ezilen kişiliğinin tüm gücüyle, yaşanamaz durumundaki varoluşunu bir gün fırlatıp atacaktır. (2009:126) Cezayir Halkı kendi ülkesinde  Marx’ ın deyimiyle ‘alt insan’ (2009:18) statüsünde yaşamaktansa, baskının, sefaletin ve cehaletin pençesinde kıvranmaktansa, açlığın, sömürünün ve aşağılanmanın her türlüsünü yaşamaktansa, bunları kendine sebep kılarak artık özgürlüğüne giden yolda sömürgecisine baş kaldıracaktır. Memmi bu durumu şöyle açıklar ; Ezen sistem tarafıdan hayvan düzeyinde tutulan yerlilere hiçbir hak verilmez, yaşama hakkı bile. Durumları her gün daha da kötüleşir. Bir halkın nasıl öleceğine karar vermekten başka çaresi yoksa; bir halk kendisini ezenlerden sadece umutsuzluk hediye almışsa, kaybedecek neyi olur ? Bu halkın bahtsızlığı cesareti haline gelir; sömürgeciliğin onun karşısına çıkardığı sonsuz reddi, sömürgeciliğin mutlak reddine çevirir. (2009:21) Bu şekilde Cezayirli halkın sömürgeciliğe ve baskıya karşı bu direnişini anlatan bu film aynı zamanda Üçüncü Sinema bağlamında Solanas ve Getino’ nun açıklamalarına örnek gösterilebilmektedir. Solanas ve Getino ;  ‘Üçüncü Sinema bağımlı ülkelerde söylencesel olmayan, burjuva karşıtı ve popüler bir ulusal kurtuluş özlemini dile getiren anti-sömürgeci bir sinemadır.’’ (Odabaş, 2013:23) Cezayir savaşı, Solanas ve Getino’ nun belirttiği gibi Cezayir halkının yaşadığı şiddet, sefalet, cehalet ve baskıdan, özgürlüğe ve özgürlükle birlikte gelecek olan yaşam koşullarına ulaşmada gösterdikleri direnişi ve baş kaldırışı gözler önüne sermektedir. Bu direniş içerisinde belirli bir sistemsel oluşumu, toplumsallaşmayı, bütünlüğü ve aynı zamanda içinde barındırır. Üçüncü Sinema’ nın kitlelere hitap etmek ve bireysel olarak değil, bütüncül olarak direnmek mesajlarından hareketle Ulusal Kurtuluş Cephesi çıktığı direniş yoluna sadece belli kişiler ile değil, Cezayir halkını da yanına alarak devam etmektedir. Halk olmadıkça, halk isyanın ateşini körüklemedikçe ezici üstünlük sağlamak neredeyse imkansızdır. Halk, birlik içerisinde kendisini sömürgecisine karşı fark ettiren ve ona karşı güçlü olduğu imajını oluşturan ezici kitledir ve direnişte halkın bütünlüğü oldukça önemlidir. 

Film direnişin ‘şiddet’ içeren yönünü de detaylı biçimde göstermiştir.  Cezayir halkı şiddet ile tahakküm altına alınmış ve şiddet ile bu tahakküme karşı itirazı engellenmiştir. Sürekli şiddet gören ve kendi ülkesinde aşağılanan bir halkın direnişinin şiddet olması kendisini buna mecbur görmüş bir halkın yöntemi olmuştur. Cezayirlilerin direnişinde kendilerine uygulanan şiddetin bir nebze benzeri ‘şiddet’ unsurunu bulunmaktadırlar. Çünkü bu halkın talepleri, mücadeleleri ve özgürlük için girişimleri ‘şiddet’ olmadan kabul görmemekte ve yine sömürgeci şiddetiyle geri çevrilmektedir. ‘Şiddet’ Cezayirliler için özgürlüğe ve bağımsızlığa giden yolda önemli bir silah olmuştur. Cezayir halkı yaşadıkları bu şiddeti, tahakkümü, sefaleti ve ‘alt insan’ olmayı ve bağımlı bir yaşam sürmeyi reddetiş,  Ulusal Kurtuluş Cephesi’ nin liderleri ve üyeleri ile birlik ve bütünlük içerisine girerek bağımsızlığını kaybetmiş bir köle gibi yaşamaktansa onurlu bir mücadelenin içerisine girerek direnişini gerçekleştirmişlerdir.

SONUÇ YERİNE

Sömürgeci ülkelerin baskı ve şiddet yoluyla tahakküm altına aldığı halklar büyük bir sefalete, açlığa, sömürüye ve acılara maruz kalmaktadır. Cezayir’ de kendi topraklarında Marx’ ın deyimiyle ‘alt insan’ olmaya mecbur bırakılan yerli halk, sömürgeciliğin tüm acı ve kanlı yüzünü yaşamakla birlikte, düşmanına karşı özgürlük mücadelesine geçerek direnişini başlatmıştır. Tahakküm altına alınan Cezayir halkının onurlu mücadelesi Üçüncü Sinema’ nın politik, militan, devrimci, şiddetli ve tarihsel yönünü içine almakla birlikte savaşın şiddetli ve kanlı yüzünü ve Cezayir’ in birlik ve bütünlük içindeki direnişini izleyiciye yansıtmaktadır. 'Cezayir Savaşı' filmi tarihte yaşanan sömürgeciliğin acı yönüne ve bu sömürgeleştirilen bireyler ile birlikte halkların direnişini gözler önüne sermekte ve bu tarihte yaşanan bu olayları günümüze taşıyarak tarih çizgisinde kaybolmasını önlemektedir.

KAYNAKÇA

Biryıldız, Z., Erus, Ç.E.(2007) ‘Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması’ İstanbul : Es Yayınları (2007)

Fanon, F. (2004) ‘ Yeryüzünün Lanetlileri ’ Versus (2013)

Güldoğan, M. (2010) ‘Alternatif Modernleşme ve Üçüncü Sinema.’ Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı Sinema Bilim Dalı. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi.

Memmi, A. (2002) ‘Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi’ İstanbul : Versus (2009)

Odabaş, B. (2013) ‘Üçüncü Sinema’ İstanbul : Agora Kitaplığı (2013)

Said, W.E. (1993) ‘Şarkiyatçılık’ İstanbul : Metis Yayınları (2003)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder