‘CEZAYİR SAVAŞI’ FİLMİNİN SÖMÜRGECİLİK İLE BİRLİKTE ÜÇÜNCÜ SİNEMA BAĞLAMINDA İNCELENMESİ
Ferhan
KILINÇ*
GİRİŞ
Fransa’
nın 1830 yılında işgal ettiği Cezayir 1830 ile 1962 yılları arasında Fransız
sömürgesinin baskısı altında yaşadı. Fransa, Cezayir’ i siyasi, ekonomik ve
kültürel anlamda sömürgeleştirerek kendi ekonomik, siyasi ve kültürel tarihini
oluşturdu. Aynı zamanda Cezayir halkının tarihine kanlı bir zaman dilimi
ekledi. Said’ in kitabında ‘Cezayir’ in sömürgeleştirilme süreci şöyle anlatılmaktadır
;
Cezayir’ de
Fransız yönetiminin politikası ne denli tutarsız olursa olsun, 1830’dan
başlayarak Cezayir’i Fransızlaştırmaya yönelik amansız bir süreç geliştirildi.
Önce yerlilerin toprakları ellerinden alınıp binaları işgal edildi; sömürgeci
Fransız göçmenler meşe ormanlarının ve maden kaynaklarının denetimini ellerine
geçirdi. Daha sonra, Prochaska’ nın Annaba (sonraları adı Bone olarak değiştirilmiştir)
için yazdığı sürece, ‘’Cezayirlileri yerinden edip [Bone gibi yerlere]
Avrupalıları yerleştirdiler . ’’ 1830’u
izleyen yıllarda ekonomiyi ‘yağma sermayesi’ kapladı, yerli nüfus azalırken
sömürgeci işgal grupları çoğaldı. İkili bir iktisadi yapı oluştu: ‘’Avrupa
ekonomisi firma-merkezli bir kapitalist ekonomiye çok benzerken, Cezayir
ekonomisi daha çok Pazar yönelimli, kapitalizm öncesi bir ekonomi görünümündeydi.’’
Dolayısıyla, ‘’Fransa Cezayir’ de kendini yeniden üretir’’ ken, (Akt.)
Cezayirliler uç yaşamlara ve yoksulluğa itiliyorlardı. (Akt. Said , 2003:263)
Cezayir
halkı bu yaşadıkları işkenceye karşılık 1954 yılında özgürlük mücadelesine
başladı ve 1962 yılına kadar bu
mücadele devam etti. Bu süreçte Cezayir halkı hem maddi hem manevi kayıplar verdi. 1962 yılında ise Cezayir
direnişi zaferine ulaştı. Bu çalışmada senaryosunu Franco Solinas ve Gillo
Pontecorvo’ nun oluşturduğu ve Gillo
Pontecorvo’ nun yönettiği 1960 yapımı ‘Cezayir Savaşı’ filminin Sömürgecilik ve
Üçüncü Sinema bağlamında değerlendirilmesi yapılacaktır.
ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜZERİNE
Belli
bir takım siyasi yapıya, ekonomik düzene, toplumsal yaşama göre kategorize
edilen ülkelerin durumları bu şartlara göre oluşturulmuş ve Birinci Dünya,
İkinci Dünya ve Üçüncü Dünya olarak ayrıştırılmıştır. Bir bakıma da bu ülkeleri, tahakküm altında olan ve tahakküm altına alan ülkeler olarak da gözlemlemek
mümkündür. Robert Stam ve Ella Shohat’ ın aktardığına göre, Üçüncü Dünya terimi
ilk olarak nüfusbilimci Alfred Sauvy tarafından Fransa’ da ki aristokrasi,
burjuvazi ve geri kalan halk kitlesi şeklinde yapılan birinci, ikinci ve üçüncü
estate ayrımlamasına paralel olarak ortaya atılmıştır. (Akt.Erus, 2007:21)
İnsanlığın gündemine ise 1955 yılında Bandung Konferası’
yla girmiştir. (Odabaş, 2013:10) Üçüncü
Dünya ülkeleri, Birinci Dünya’ nın kendilerine karşı uyguladığı sömürgecilik
hareketleri ile baskı altında kalarak egemen gücün müsaade ettiği ölçüde
yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Doğal iş gücü ve kaynakları sömürülen, kültürleri
yok edilen, dilleri tahakküm altına alınan ve gerektiğinde yaşamlarına son verilen sömürge insanı bu düzende yönlerini gelişmeye ve ilerlemeye
çevirememiştir. Üçüncü Dünya işte bu şekilde gelişmesine müsaade edilmeyen,
emperyalist güçlerin baskısı ile yaşayan, siyasi ve ekonomik yapısı zedelenmiş
olan ülkeler olarak sınıflandırılabilir. Birinci Dünya ve İkinci Dünya ise Atam
’ a göre şöyle şekillenmektedir ;
Birinci Dünya
olarak kabul edilen ülkeler, gelişmiş ülkeler olarak nitelendiriliyordu ve
Pazar ekonomisi uyguluyorlardı; ayrıntılı olarak sıralarsak bu Batılı dünyada
ABD, Kanada, Batı Avrupa, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve tartışmalı
ülkeler olarak da İsrail ve Güney Afrika vardı. Bu ülkelerin nüfusu dünyanın
beşte birini oluşturuyordu ve dünyanın tüm hasılasının yaklaşık yüzde 60’ ını
ellerinde tutuyorlardı . Bunun dışında o dönemde sosyalist ülkeler yer alıyordu
; bu ülkeler planlı ekonomiyi uyguluyorlardı ve Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa,
Çin ve Moğolistan, Kore, Vietnam ve Küba’ yı içeriyordu. Dünya’ nın nüfusunun
üçte birini oluşturuyorlardı ve dünyanın tüm hasılasının yaklaşık yüzde otuzunu
alıyorlardı . (Akt. Odabaş, 2013:10)
Birinci,
İkinci ve Üçüncü Dünya’ yı karekteristik özelliklerini sıralayarak şu şekilde
özetleyebiliriz. Birinci Dünya Ülkeleri’ ni , kapitalist ekonomiyi benimseyen,
bu ekonominin güçlenmesi ve devamı için diğer ülkelerin özgürlüklerini,
zenginliklerini ve kültürlerini gasp ederek kendisine aktaran, tahakküm altına
alan, kendisini egemen güç konumuna getiren, ezen ve ezilen ilişkisini
oluşturan, baskıcı ve şiddete meyilli ülkeler olarak niteleyebiliriz. İkinci
Dünya Ülkeleri’ ni ise sosyalizmi benimseyen, sosyalizm çerçevesi dahilinde
hareket eden Birinci Dünya Ülkelerine göre gelişmesi yavaş, gelişmekte olan
ülkeler oluşturur. Üçüncü Dünya Ülkeleri ise sömürgeciliğin baskısı altında
yaşayan, bu baskı ile birlikte gelişmeye çalışan, ekonomik ve siyasi yapısı
geri bıraktırılmış, özgürlükleri tahakküm altına alınan ülkelerdir.
ÜÇÜNCÜ SİNEMA ÜZERİNE
Üçüncü
Sinema kuramının değerlendirileceği bu bölümde öncelikle Birinci ve İkinci
Sinema’ nın genel özelliklerine değinmekte fayda vardır . Birinci Sinema
denildiğinde akla ilk gelen Hollywood kökenli bir sinema olduğudur . Amerikan
Sineması olarak akıllara gelmesine rağmen Birinci Sinema birçok ülkede yapılan
filmleri kapsamaktadır. Bu filmlerin anlayışı, yapısı, konusu, dekoru, oyunculuğu vb. unsurları sinemasının temelini oluşturmaktadır. Bu
çerçeve içerisinde Birinci Sinema ; halkı eğlendirme amacı güden, boş zaman
etkinliği olarak değerlendirilen, izleyicileri pasifize eden, temel
ideolojileri yansıtarak temellendiren, ekonomik anlamda gelir getirmesi
beklenen, gündelik yaşamın konularını, sıradan bireylerin hayatlarını konu
alan, dekorunu belli bir düzene bağlı olarak oluşturan sinemadır. Bu sinemada
hedeflenen öğretmek, harekete geçirmek, belli bir mesajı ciddiyetle izleyiciye
iletmek ve karşılığında bir reaksiyon görmek değil, seyirciyi gündelik hayatın
sıkıntı ve stresinden kurtararak anlık olarak izlediği filmden ve atmosferden
hoşnut olması ve iyi vakit geçirmesini sağlamktır. Solanas ve Getino Birinci
Sinema ‘yı şöyle açıklar ;
Büyük salonlarda
gösterilen, belli bir süre içerisinde perdede doğan ve orada ölen büyülü bir
yapıya sahip olan sinema, üretici grupların ticari çıkarlarını tatmin
etmektedir; aynı zamanda, 19. yüzyıl sanatının, yani burjuva sanatının bir
devamı olan burjuva bakış açısının biçimlerini de içermektedir. Öyle bir sanat
ki, burada insan sadece pasif ve tüketici bir nesne olarak kabul görmektedir;
tarihi tanınır kılacak bir yeteneğe sahip olmak yerine, sadece tarihi
okumasına, onu seyretmesine, onu dinlemesine ve ona katlanmasına izin verilen
insanın olduğu bir sanat… Sindirilecek bir nesneye dönüşen gösteri sineması,
burjuva film yapımının ulaşabildiği en yüksek aşamadır. Dünya, deneyimler ve
tarihsel süreç, resmin çerçevesi, tiyatro sahnesi ve sinema perdesi içine
hapsedilmiş durumdadır; burada insan, ideolojinin yaratıcısı olarak değil,
ideolojinin tüketicisi olarak ele alınmaktadır. Bu nosyon, burjuva felsefesi
ile artı değerin elde edilmesi arasındaki muhteşem karşılıklı etkileşimin
başlangıç noktasıdır. Sonuç olarak ortaya çıkan sinema, kitlelerin rüyalarını
ve korkularını araştıran sonsuz sayıdaki araştırmacı, analist, sosyolog ve
psikolog tarafından incelenen, amacı film yaşantısını satmak olan ve yönetici
sınıflar tarafından biçimlenen bir gerçekliğe sahip sinemadır . (Akt. Odabaş,
2013:18)
İkinci
Sinema ise Birinci Sinema’ ya göre belli ideolojik kalıpların dışına çıkmaya
çalışan, daha özgürlükçü ve farklı olmaya çalışan bir sinemadır. Sisteme
muhalefet etmeye çalışan, bağımsız konular, yeni çekim teknikleri üreten bu sinema
Birinci Sinema ile karşılaştırıldığında halkın sorunları ile ilgilenen,
özgürlükçü bir tutum sergileyen, belli bir mesaj kaygısı güden sinema olmuştur.
Fakat bu amaçlarla yola çıkan İkinci Sinemacılar hedeflerinden uzaklaşmaya,
gündelik yaşamın konularına eğilmeye, Birinci Sinema’ nın kapsamına girmeye
başlamışlardır. Erus’ un aktarımıyla;
İkinci Sinema
tanımı altında Solanas ve Getino, Avrupa’daki Yeni Dalga (Nouvelle Vague) ve
Brezilya’daki Yeni Sinema (Cinema Novo) gibi akımları koyar. Bunlar Hollywood’a
göre, ileri bir adımdır, standart olmayan bir dil kullanır, sisteme muhalefet
eder. Ancak bu muhalefet sınırlarına yaklaşmıştır. Solanas ve Getino’nun
Godard’dan aktardığı deyimle, bu sinemalar ‘’ kalenin içinde tuzağa
düşürülmüştür. ‘’ Üretimini finanse edebilmek için Pazar arayışına çıkmış,
yasaları daha uygun hale getirmek için sistem içinde çabalamaya başlamıştır.
Giderek bireyin sorunlarına odaklanmış, toplumsal muhalefetten uzaklaşmıştır.
Bunlar tarz olarak Hollywood’un dışında yer almışlarsa da, sisteme karşı çıkan
ve kitleleri karşı çıkmaya kışkırtan filmler olamamışlardır. (Akt. Erus, 2007:28)
Üçüncü
Sinema ise İkinci Dünya savaşından sonra bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerle
birlikte sömürgeciliğe, emperyalizme, eşitsizliğe ve özgürlük gaspına karşı
gelen halkların bu dönemde gösterdikleri devrimci ve direnişçi mücadelelerle
fitili ateşlenen özgürlükçü ve devrimci sinemadır. Üçüncü Sinema’ nın kökleri,
Üçüncü Dünya ülkelerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleştirdikleri
anti-emperyalist mücadeleye dayanır. (2007:19) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
ülkeler, farklı siyasi yönetim şekillerine ve ekonomik yapılanmalara yönelmiş,
emperyalist düşüncenin baskısı altında olan ülkeler bağımsızlık düşüncesini
benimsemiş ve özgürlük mücadeleleri için arayışlara girişmişlerdir. Bu süreçten
önce ırksal ötekileştirilmeye uğrayan, yer altı ve yer üstü kaynakları
sömürülen, siyasi baskı ve tahakküm altında yaşayan birey ve gruplar bu
oluşumlara itiraz etmeye ve reaksiyon göstermeye başlamışlardır. Bu etki ve
direniş algısı belli bir bölge ile sınırlı kalmayarak ezilen, sömürülen, baskı
altında yaşayan ırklar ve ülkelerde de belirmiştir. Bu süreçte yönetim
şekilleri değişiklikleri olmuş ve farklı ekonomik yapılanmalara gidilmiş ve sömürgeciliğe
karşı bireyler ve gruplar direnişe geçmişlerdir. Bununla birlikte halkı
bilinçlendirmek, halkı harekete geçirmek ve devrim düşüncesini yaymak amacıyla
Üçüncü Sinema’ nın dinamikleri oluşmuş ve Üçüncü Sinemacılar bu çerçevede
filmler üretmişlerdir. Üçüncü Sinema, Birinci
ve İkinci Sinema’ dan birçok özelliği ile ayrılmaktadır. Üçüncü Sinema Üçüncü
Dünya’ nın emperyalist düşünceye, sömürgeciliğe, baskıya, tahakküme karşı
direnişini konu alan, bu sorunları izleyicilere sunan ve kitleleri harekete
geçiren bir sinema olarak algılansa da Üçüncü Sinema sadece Üçüncü Dünya
ülkelerinin yaptığı bir sinema değil, Üçüncü Sinema kuramı çerçevesinde oluşturulan
diğer ülkelerinden ürettiği bir sinemadır. Üçüncü Sinema ticari amaç güdülerek
yapılan Hollywood Sinemasına karşılık ticari
kaygıları bir yana bırakarak, daha özgürlükçü, toplumsal sorunlara değinen ve
seyirciye belli hedefleri ve mesajları taşımaya çalışan İtalyan Yeni
Gerçekçiliği sinemasından etkilenmiştir. Fakat sonrasında İtalyan Yeni Gerçekçi
sinemacıların bu yapıdan dışarı çıktıkları ve Hollywood tarzına yakın filmler
üretmeye başlamaları Üçüncü Sinemacılar tarafından eleştirilmiştir. Üçüncü
Sinema’ nın diğer sinemalardan farkını kitlelere ulaştırmak için manifestolar
yayınlanmıştır. Bunlar Brezilya’ da oluşan Yeni Sinema Hareketi ile birlikte
yapılan ‘’Açlığın Estetiği’’ manifestosu, Arjantinli yönetmenler Solanas ve
Getino’ nun ‘’ Üçüncü Bir Sinemaya Doğru’’ manifestoları ve Julio Garcia
Espinosa’ nın ‘’Mükemmel Olmayan Bir Sinema’’ manifestolarıdır. İlk olarak
Brezilya’ da oluşturulan Yeni Sinema Hareketini ve ‘’Açlığın Estetiği’’ manifestosunu
ele alacak olursak;
Bu akımın önemli
temsilcilerinden Glauber Rocha, 1965 denemesi ‘’Açlığın Estetiği’’ (‘’Şiddetin
Estetiği’’) ile birçok kişi tarafından Üçüncü Sinema manifestolarını başlatan
kişi olarak görülmüştür. Rocha’ ya göre film, gerek ele aldığı konu gerek bunu
işleyişinde geleneksel kalıpların dışına çıkmalıdır.Latin Amerika’ nın
özgünlüğü, onun açlığıdır ve açlığın en soylu kültürel bildirgesi şiddettir. Bu
doğrultuda açlık ile şiddet filmin odak noktasını oluşturur. Şiddet, açların
normal davranışıdır, şiddet anı sömürgecinin sömürgeleştirilenin varlığının farkına
vardığı andır. (Akt.Erus, 2007:25)
Yeni
Sinema akımı’ nın devrim düşüncesi, toplumsal konulara eğilmesi, azınlık
haklarına vurgu yapması ile Glauber Rocha’ nın açlığı bir silaha döndürerek
sömürge insanının sömürgecisine kendini fark ettirmesi ve devrim ve direnişi
yüceltmesi Üçüncü Sinema’ nın temellerini sağlamlaştırmıştır.
‘’Üçüncü
Bir Sinemaya Doğru’’ manifestosu Solanas ve Getino’ nun Üçüncü Sinema’ yı
açıkladığı ve kurallarını belirlediği manifestodur. Somut bir film çekme
deneyimine dayanan manifestoda, Solanas ve Getino henüz yeni tamamladıkları
Kızgın Fırınların Saati (La Hora de los Hornos, 1968) filminin üretim, dağıtım
ve gösterim sürecinden yola çıkmışlardır. (Erus:26) Film, devrim mücadelesinde
sinemanın da önemli bir devrimci araç olabileceğini göstererek Üçüncü Sinema
teorisini güçlendiren büyük bir örnek olmuştur. (Güldoğan, 2010:102)
Solanas
ve Getino sinemanın gündelik konuları değil, toplumsal konuları işlediği, pasif
halkın aktif hale getirdiği, devrim ve direniş mücadelesinde kullanılan bir
silah olduğunu düşünmektedirler. Solanas ve Getino için sinema, ticari kaygılar
güdülerek, halkı uyuşturmaya yönelik görüntü ve ideolojilerin barındığı bir yer
değil, halkın uykusundan uyandırıldığı ve siyasi ve toplumsal baskılara,
emperyalist düşünceye, sömürge ile beslenen ekonomik yapılara karşı itiraza ve
harekete geçmeye yönlendiren etkili bir silah ve destekçidir.
Julio
Garcia Espinosa’nın ‘’Mükemmel Olmayan Bir Sinema ‘’ adlı manifestosu ise ideal olarak kitleler
tarafından üretilmesi gereken sinemanın halihazırda elit bir kitle tarafından
üretildiğine dikkat çekerek bu sistemde sinemacının nasıl hareket etmesi gerektiğini
tartışmıştır. (Erus, 2007:31) Mükemmel olmayan sinema, sadece kötüyü
göstermekle kalmayıp bunun sebeplerini de ele almak zorundadır. Emperyalizmi
reddeden, onun kötü olduğunu söylemekle yetinen filmler yeterli değildir. (2007:32) Bu amaç ve sebeplerle Espinosa mükemmel bir sinema filmi oluşturmayı bir kenara bırakarak, alışılmış
üslup ve teknikleri kullanan bir sinema anlayışını değil, özgünlük içeren sinema anlayışını benimsemiştir.
Alışılagelmiş yöntem ve tekniklerle oluşturulan sinema filmleri belli bir
kesimin amacına ve ideolojisine hizmet eden ve değerli bir amacı bulunmayan
filmlerdir. Bununla birlikte Espinosa,
sadece toplumsal sorunların ne olduğunu göstermekle kalmayıp, olayların
arkasında olan nedenlerin ve durumların sinemanın ilgi alanına girmesi
gerektiğini belirtir. Sinema anlatılanların görünen kısmıyla birlikte,
görünmeyen kısmını da ele almalı ve izleyiciye yansıtmalıdır.
Bu
manifestolarla birlikte Üçüncü Sinema’ nın temelleri ve çerçevesi oluşmuş ve
buna göre sinema filmleri üretilmeye başlanmıştır. Üçüncü Sinemacıların
manifestolarında da belirttikleri gibi Üçüncü Sinema halk için ve halkı
bilinçlendirmek için üretilen, belli bir takım egemen güçlerin ideolojik
fikirlerinin empoze edildiği bir yer değil, halkın sorunlarına ve isteklerine
yönelen ve halkı aktif hale getirmeye çalışan sinemadır. Üçüncü Sinema bu
amaçlarıyla birlikte devrimci, militan, sisteme muhalefet, şiddet içerikli ve
özgürlükçü bir kimlik barındırır. Üçüncü Sinema halkın yararına olmayan
yapılanmaları eleştirir ve bu yapılanmaların bozumu için devrimi ve direnişi
şart koşar. Sinema toplumun sorunlarıyla ilgilenmedikçe, sömürge düzenine ve
emperyalist düşünceye karşı direnişi öğütlemedikçe ve belli kimselerin
tekelinde olan siyasi yapılara karşı gelmedikçe Solanas ve Getino’ nun
çerçevesini çizdiği Üçüncü Sinema kapsamında değerlendirilememektedir. Sinema direnişin ve devrimin hem tetikleyici, hem de destekçisi olacak kadar
güçlüydü Üçüncü Sinemacılar için. Bunun için hedeflenen sinema, gündelik
hayatın sıradan olayları ve sıradan kişileri ile ilgilenmek, anlık bir haz
duygusunun yaşanması için basmakalıp yöntem, konu ve tekniklerle film üretmek,
egemen güçlerin baskıcı ve tahakküm altına alan belirli ideolojilerini taşımak ve
bunu izleyiciye geçirmek, sömürgeciliğe ve emperyalist düşünceye karşı boyun
eğmek yerine, halkın zararına olan siyasi ve toplumsal yapılarına karşı çıkan
ve direniş gösteren, anlık bir görüntü halinde değil, zihinlere yer ederek
düşüncelerde ve fikirlerde yer bulan,
özgürlükçü ve sıradan olmayan tekniklerle ve görüntülerle oluşturulan,
halkın fikir ve düşüncelerine etki ederek devrim ve direniş düşüncelerini perçinleyen,
sömürgeciliğe ve emperyalist düşüncenin her türlüsüne karşı çıkan bir
sinemadır. Üçüncü Sinema’ nın bu özellikleri sayesinde Üçüncü Sinemacılar
kamerayı bir silah olarak görmektedirler. ‘Kamera, görüntü-silahlarının
yorulmak bilmez alıcısıdır; projektör, saniyede 24 kare ateş edebilen bir
silahtır’ (Akt. Odabaş, 2013:23)
Üçüncü Sinema’ nın bu militan ve güçlü duruşu emperyalist güçlerin baskısı altında yaşayan, sömürgeleştirilen ülkelerin insanlarının ve yönetmenlerinin elini güçlendirmiş ve sömürgeciliğe karşı halkı bilinçlendiren, boyun eğmek yerine baş kaldırmayı ve direnişe geçmeyi öğütleyen film yapımına yönlendirmiştir. Sömürgeciliği yaşayan halkların durumlarını yansıtan, bu şekilde halkı aktif hale getirmeye ve reaksiyon göstermeye çalışan sinemacılar, aynı zamanda bağımsızlık mücadelesini kazanmış ulusların baskı altına yaşadıkları zamanları ve direniş zamanlarını anlatarak tarihte sömürgeciliğin etkilerininin ve halkın çektiği acıların tarihte yerini almasını sağlamış ve unutulmasını engellemişlerdir .
Üçüncü Sinema’ nın bu militan ve güçlü duruşu emperyalist güçlerin baskısı altında yaşayan, sömürgeleştirilen ülkelerin insanlarının ve yönetmenlerinin elini güçlendirmiş ve sömürgeciliğe karşı halkı bilinçlendiren, boyun eğmek yerine baş kaldırmayı ve direnişe geçmeyi öğütleyen film yapımına yönlendirmiştir. Sömürgeciliği yaşayan halkların durumlarını yansıtan, bu şekilde halkı aktif hale getirmeye ve reaksiyon göstermeye çalışan sinemacılar, aynı zamanda bağımsızlık mücadelesini kazanmış ulusların baskı altına yaşadıkları zamanları ve direniş zamanlarını anlatarak tarihte sömürgeciliğin etkilerininin ve halkın çektiği acıların tarihte yerini almasını sağlamış ve unutulmasını engellemişlerdir .
SÖMÜRGECİLİK ÜZERİNE
Sömürgeleştirme,
kendisini egemen güç olarak gören ülkelerin, kendisinde olmayanı içinde
barındıran ülkelere tahakkümüyle birlikte, siyasi, ideolojik, ekonomik ve
kültürel baskı uygulaması ve bu baskı ortamında ihtiyacı olanı kendisine
almasıdır. Ülkelerin kültürlerini yok ederek yeni kültürlerin benimsetilmeye
çalışılması, ekonomik zenginliklerine el konulması ve en önemlisi bireylerin
özgürlüklerine müdahale edilmesi sömürgeciliğin karanlık yüzüdür. Ülkelerin yer
altı kaynakları, emekleri ve gelecekleri sömürgecinin hedefinde olan başlıca
unsurlar olmaktadır . Sömürgeci, baskı ve şiddetle tahakküm altına aldığı
ülkenin zenginliklerini gasp eder, bireylerin yaşam haklarını sınırlandırır,
bireyleri sefalet ve cehaletin içine sürükler. Bununla İlgili Sartre ;
Sömürgecilik şiddet yoluyla boyun eğdirdiği insanlara insan haklarını esirger
ve onları zor gücüyle, Marx’ ın haklı olarak ‘alt insan’ dediği bir sefalet ve cehalet
durumunda tutar. (Sartre’ den akt. Memmi, 2009:18) Sömürgeci bu şekilde tahakküm altına aldığı büyük kitleyi pasifize
ederek egemenliğini sürdürmeyi amaçlamaktadır. Şiddet ve baskıyla insanlık dışı
yaşama sürüklediği insanları kendisine mecbur bırakmakta ve bu şekilde egemenliğini
devam ettirmektedir. Fanon’ a göre sömürgeci bu faaliyetlerini şu şekilde
yapmaktadır ; Sömürgeci sayı olarak fazla olan hasmına karşı kendi gücünü öne
sürer. Sömürgeci teşhircidir. Güvenlik endişeleriyle, sömürge halkına ‘’ Burada
efendi benim’’ i yüksek sesle hatırlatır. (Fanon, 2013:59) Bu şekilde sömürgecinin
ezen, sömürgeleştirilenin ise ezilen konumuna geçtiği durumda yerli halk istek
ve arzularından yoksun, yalnızca kendisine verilenle idare eden bir konuma
düşmektedir. Artık kültürünün, geçmişinin, geleceğinin ve özgürlüğünün sınırını
belirleyen bir tahakküm altındadır. Memmi’ ye bu durumu şöyle açıklar ; Sömürge insanı
ulusal uyruk olmanın hiçbir vasfından yararlanmaz; ne kendinin bağımlı,
tartışmalı ve boğulan uyruğundan, ne de sömürgecininkinden. Ne birine
bağlanabilir, ne ötekine sahip çıkabilir. Topluluk içinde doğru yerini
alamayınca, çağdaş bir yurttaşın haklarından yararlanamayınca, kendisinden
normal görevler beklenmeyince, oy kullanamadığından, topluluk işlerinin yükünü
taşıyamadığından, kendini gerçek bir vatandaş gibi hissedemez.
Sömürgeleştirmenin sonucunda, sömürge insanı, ulusal uyrukluğu ve yurttaşlığı,
yoksunluk hissi dışında, neredeyse hiç yaşayamaz: O, ulusal uyruk olarak,
yurttaş olarak, sömürgeci ne değilse odur ancak. (Memmi, 2009:107)
Sömürgeci
kendisini oluşturabilmesi ve yerini sağlamlaştırabilmesi için bu şekilde
karşısındakini yaratmakta ve yerini sağlamlaştırmaktadır. Egemenliğini şiddetle
ve baskıyla kuran sömürgeci bir ezen ve ezilen ilişkisi kurarak bunu ne
pahasına olursa olsun korumaya çalışmaktadır. Ezilenin yaşam hakkını,
özgürlüğünü, zenginliğini, sahip olduğu her şeyi elinden alarak kendini egemen
güç olarak tanımlar. Sömürgeci tahakkümünü bu şekilde kurduğu süreçte
sömürgeleştirdiği halkı işe yaramaz, cahil, medeniyetsiz gibi sıfatlarla
tanımlayarak, tahakkümünü haklı çıkarmaya ve hatta olumlamaya çalışmaktadır.
Memmi’ ye göre sömürgecinin tam bir efendi olabilmesi için, nesnel olarak böyle
olması yeterli değildir, kendi meşruluğuna da inanması gerekir. Bu meşruluğun
tam olabilmesi için sömürge insanının köle olması yeterli değildir, bu rolü
kabul etmesi de gerekir. Kısacası, sömürgecinin sömürgeleştirilen tarafından
kabulü gerekir. Sömürgeciyle sömürgeleştirilen arasındaki bağ bu yüzden yıkıcı
ve yaratıcıdır. (2009:99) Sömürgeleştirilen halk ise bu şekilde sömürgeci
tarafından sayıca üstün olmasına rağmen azınlıkta bırakılmıştır. Kitle
üzerinden egemen olan sömürgeci kendi kurallarını dikte ederek, hem maddi hem
manevi tahakküm altına aldığı halkı etkisizleştirmektedir. Sömürgecinin en
büyük amacı da budur. Halkın pasifize olarak baskı altında yaşamaya boyun
eğmesi sömürgecinin işini kolaylaştırmakta ve sömürgeci bu şekilde gelecek
tayinini elinde tutmaya çalışmaktadır. Ama sömürge halkı ruhunun
derinliklerinde hiçbir otoriteyi kabul etmez. Üstünde egemenlik kurulmuştur ama
ehlileşmemiştir. Aşağılanır ama aşağılandığına asla inanmaz. Sömürgecinin
üzerine atlamak için dikkatinin dağılmasını sabırla bekler. Yerlinin kasları
sürekli gergindir, beklemededir. Kaygılı ya da dehşete düşmüş olduğu hiç
söylenemez. Aslında av rolünden çıkıp avcı olmaya her an hazırdır. Sömürge
halkı ezilen biridir ama ezen olma hayalini sürekli kurar. ( Fanon, 2013:59 )
Sömürge insanı en ağır şartlarda yaşamını sürdürmekte, kendisine verilen kadarı
ile yetinmekte, ezilen konumunda bir yaşam sürmeye mahkum edilmektedir. O halde sömürge insanının yapabileceği ne
kalmıştır geride ? Kendi durumunu sömürgeciyle uyum ve birlik içinde
değiştiremeyince, ona karşı çıkarak özgür olmaya çalışacaktır : isyan
edecektir. (Memmi, 2009:132) Ezen egemen güç tarafından gerektiğinde yaşama
hakkı da elinden alınarak alt seviyede bir yaşam sunulan sömürge insanı yaşamını bu şekilde idame ettirmek ile
özgürlüğüne ulaşıp kendi yaşamını kurmak arasındaki kararını vererek
sömürgecisine karşı harekete geçecektir. Sömürgecisin kendisine uyguladığı
baskıya karşı direniş gösteren sömürge insanı bu durumdan kurtulabilmek için
kitlesel hareketlere, toplumsallaşmaya ve kendisine uygulanan şiddete karşılık
şiddet uygulamaya ihtiyaç duyacaktır. Sömürge insanı baskı ve şiddet altında
yaşamaktansa şiddete ve baskıya şiddetle direnmeyi özgürlüğüne giden yolda
benimseyecektir. Sömürgeciliğe karşı bu direniş ve baş kaldırışlar inceleyecek
olduğumuz ‘Cezayir Savaşı’ filminde mevcut olup, Üçüncü Sinema kuramı bağlamında
değerlendirilmiştir.
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen :
Gillo Pontecorvo
Senaryo
: Franco Solinas , Gillo Pontecorvo
Yapım Yılı
: 1960
Süre
: 117 dk.
Oyuncular :
Brahim Hadjadj, Jean Martin, Yacef Saadi, Samia Kerbash
FİLMİN ÖZETİ
Cezayir
Savaşı, Fransızların sömürgeleştirdiği ülkelerinde ‘ikinci sınıf vatandaş’
statüsüne düşen halkın, sömürgecisine karşı direnişini ele alan, politik,
militan, şiddet içerikli ve direnişçi özellikleri içinde barındıran bir
filmdir. Film, Fransızların emperyalist düşüncelerle Cezayirlilere karşı
uyguladığı baskıyı, şiddeti, sömürüyü gözler önüne sermiş ve bir halkın
kendisinden olmayan ve yaşadığı bölgeye ait olmayan bir halk tarafından nasıl tahakküm
altına alındığını ve bu tahakkümün hangi yöntemlerle sürdürüldüğünü anlatmaya
çalışmıştır. Filmin ana karakteri Cezayirli Ali La Pointe ve onun FLN (Ulusal
Kurtuluş Cephesi) ‘den arkadaşları ile Fransız askerlerine karşı mücadelesi
filmin ana temasını oluşturmaktadır. Ulusal Kurtuluş Cephesi direnişin sadece
birkaç kişiyle değil, baskı altında olan halkın da katılımı ile gerçekleşmesi
gerektiğini düşünerek aynı zamanda Cezayir halkını da bu direnişe davet
etmiştir. Film Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Cezayir halkının belli bir plan
dahilinde sömürgecisine karşı direnişini ele almaktadır.
BÜYÜK DİRENİŞ : CEZAYİR SAVAŞI
‘Cezayir
Savaşı’ , Fransız sömürgeciliğiyle karşı karşıya olan halkın direnişinin anlatıldığı
yapımdır. Cezayirli Ali La Pointe , Fransız askerleri tarafından bir takım
suçlamalar sebebiyle yakalanarak cezaevine götürülür. Cezaevinde Ulusal
Kurtuluş Cephesi’nden (FLN) bir adamın idam edilmesini gören Ali, FLN’ ye
katılmaya karar verir. Bununla birlikte film Ali La Pointe üzerinden bize
Cezayir’ in sömürgecisine karşı direnişi anlatmaya başlar. Cezayir' de Fransız
sömürgesi altında yaşayan Cezayir halkının durumu filmde gösterilmeye
çalışılmıştır. Üçüncü Sinema’ nın
politik, militan, direnişçi ve devrimci özellikleri Cezayir Savaşı’ nda hissedilmektedir. Cezayirliler sömürüye karşı direniş sahneleri ile politik ve
militan imajları benimsemiş ve bu şekilde sömürgeciliğin acı yüzünü ifşa
etmişlerdir. Cezayir halkı eğitim konusunda oldukça geri bırakılmış, siyasi
konularda söz hakkı olmayan, ekonomik olarak oldukça alt sınırlarda yaşayan ve
özgürlükleri Fransızlı askerlerin ve orada yaşayan Fransızların tahakkümü
altında olan insanlardır. Gerek askerlerin gerekse halkın Cezayirlilere karşı
davranışları, konuşma biçimleri ve hakaretleri bu durumu somutlaştırmaktadır.
Fransız halkının gösteriş ve lüks içinde yaşamalarına karşılık Cezayirliler kendi ülkelerinde ‘ikinci sınıf insan’ statüsünde yaşamaktadırlar. Cezayirliler kendi siyasi yapılarını kurmaktan, kendi yaşam koşullarını ve tarihlerini oluşturmaktan ve en önemlisi özgürlüklerinden alıkonulmuşlardır . Memmi, sömürge insanını şöyle açıklamaktadır ; Sömürge insanının aldığı en ağır darbe, tarihin ve site yaşamının dışına çıkarılmasıdır. Sömürgeleştirme ondan savaşta da barışta da her tür özgür rolü gasp eder; onun ve dünyanın kaderine katkıda bulunan her karar, tarihsel ve toplumsal her sorumluluk ondan alınır . (Memmi, 2009:103) Bu bağlamda Cezayirli halk, özgürlükleri elinden alınmış, yaşam koşulları Fransızlar tarafından oluşturulmuş ve dikte edilmiş, sefalet ve cehalete mahkum edilmiş, özgür olmayan, şiddetle birlikte baskı altında yaşayan halktır. İşte film tam da bu noktada kaybedecek bir şeyi kalmayan Cezayir halkının, kaybettiklerini geri alma yolunda gösterdiği direnişe büyük önem atfetmektedir.
Fransız halkının gösteriş ve lüks içinde yaşamalarına karşılık Cezayirliler kendi ülkelerinde ‘ikinci sınıf insan’ statüsünde yaşamaktadırlar. Cezayirliler kendi siyasi yapılarını kurmaktan, kendi yaşam koşullarını ve tarihlerini oluşturmaktan ve en önemlisi özgürlüklerinden alıkonulmuşlardır . Memmi, sömürge insanını şöyle açıklamaktadır ; Sömürge insanının aldığı en ağır darbe, tarihin ve site yaşamının dışına çıkarılmasıdır. Sömürgeleştirme ondan savaşta da barışta da her tür özgür rolü gasp eder; onun ve dünyanın kaderine katkıda bulunan her karar, tarihsel ve toplumsal her sorumluluk ondan alınır . (Memmi, 2009:103) Bu bağlamda Cezayirli halk, özgürlükleri elinden alınmış, yaşam koşulları Fransızlar tarafından oluşturulmuş ve dikte edilmiş, sefalet ve cehalete mahkum edilmiş, özgür olmayan, şiddetle birlikte baskı altında yaşayan halktır. İşte film tam da bu noktada kaybedecek bir şeyi kalmayan Cezayir halkının, kaybettiklerini geri alma yolunda gösterdiği direnişe büyük önem atfetmektedir.
Özgürlüğün olmadığı, insanının ve kültürünün yozlaştırıldığı,
toplumsal sorunların şiddetli bir biçimde yaşandığı ve açlığın hüküm sürdüğü
Cezayir’ de, Cezayir’ in asıl sahipleri böyle yaşamaya çalışmaktansa onurlu
mücadele içinde yer almaya ve Ulusal Kurtuluş Cephesi ile birlikte
sömürgeciliğe karşı gelerek direnişe geçmeye hazırlanmaktadırlar. İnsan her durumla uzlaşabilir, sömürge insanı yaşamayı uzun süre
bekleyebilir. Ama ister yavaş olsun
ister hızlı, şiddetli ya da şiddetsiz, sömürge insanı, ezilen kişiliğinin tüm
gücüyle, yaşanamaz durumundaki varoluşunu bir gün fırlatıp atacaktır. (2009:126)
Cezayir Halkı kendi ülkesinde Marx’ ın
deyimiyle ‘alt insan’ (2009:18) statüsünde yaşamaktansa, baskının, sefaletin ve
cehaletin pençesinde kıvranmaktansa, açlığın, sömürünün ve aşağılanmanın her
türlüsünü yaşamaktansa, bunları kendine sebep kılarak artık özgürlüğüne giden
yolda sömürgecisine baş kaldıracaktır. Memmi bu durumu şöyle açıklar ; Ezen
sistem tarafıdan hayvan düzeyinde tutulan yerlilere hiçbir hak verilmez, yaşama
hakkı bile. Durumları her gün daha da kötüleşir. Bir halkın nasıl öleceğine
karar vermekten başka çaresi yoksa; bir halk kendisini ezenlerden sadece
umutsuzluk hediye almışsa, kaybedecek neyi olur ? Bu halkın bahtsızlığı
cesareti haline gelir; sömürgeciliğin onun karşısına çıkardığı sonsuz reddi,
sömürgeciliğin mutlak reddine çevirir. (2009:21) Bu şekilde Cezayirli halkın
sömürgeciliğe ve baskıya karşı bu direnişini anlatan bu film aynı zamanda
Üçüncü Sinema bağlamında Solanas ve Getino’ nun açıklamalarına örnek
gösterilebilmektedir. Solanas ve Getino ;
‘Üçüncü Sinema bağımlı ülkelerde söylencesel olmayan, burjuva karşıtı ve
popüler bir ulusal kurtuluş özlemini dile getiren anti-sömürgeci bir
sinemadır.’’ (Odabaş, 2013:23) Cezayir savaşı, Solanas ve Getino’ nun
belirttiği gibi Cezayir halkının yaşadığı şiddet, sefalet, cehalet ve baskıdan,
özgürlüğe ve özgürlükle birlikte gelecek olan yaşam koşullarına ulaşmada
gösterdikleri direnişi ve baş kaldırışı gözler önüne sermektedir. Bu direniş
içerisinde belirli bir sistemsel oluşumu, toplumsallaşmayı, bütünlüğü ve aynı
zamanda içinde barındırır. Üçüncü Sinema’ nın kitlelere hitap etmek ve bireysel
olarak değil, bütüncül olarak direnmek mesajlarından hareketle Ulusal Kurtuluş
Cephesi çıktığı direniş yoluna sadece belli kişiler ile değil, Cezayir halkını
da yanına alarak devam etmektedir. Halk olmadıkça, halk isyanın ateşini
körüklemedikçe ezici üstünlük sağlamak neredeyse imkansızdır. Halk, birlik
içerisinde kendisini sömürgecisine karşı fark ettiren ve ona karşı güçlü olduğu
imajını oluşturan ezici kitledir ve direnişte halkın bütünlüğü oldukça
önemlidir.
Film direnişin ‘şiddet’ içeren yönünü de detaylı
biçimde göstermiştir. Cezayir halkı
şiddet ile tahakküm altına alınmış ve şiddet ile bu tahakküme karşı itirazı
engellenmiştir. Sürekli şiddet gören ve kendi ülkesinde aşağılanan bir halkın
direnişinin şiddet olması kendisini buna mecbur görmüş bir halkın yöntemi
olmuştur. Cezayirlilerin direnişinde kendilerine uygulanan şiddetin bir nebze
benzeri ‘şiddet’ unsurunu bulunmaktadırlar. Çünkü bu halkın talepleri,
mücadeleleri ve özgürlük için girişimleri ‘şiddet’ olmadan kabul görmemekte ve
yine sömürgeci şiddetiyle geri çevrilmektedir. ‘Şiddet’ Cezayirliler için
özgürlüğe ve bağımsızlığa giden yolda önemli bir silah olmuştur. Cezayir halkı
yaşadıkları bu şiddeti, tahakkümü, sefaleti ve ‘alt insan’ olmayı ve bağımlı bir
yaşam sürmeyi reddetiş, Ulusal Kurtuluş Cephesi’ nin liderleri ve üyeleri ile birlik ve
bütünlük içerisine girerek bağımsızlığını kaybetmiş bir köle gibi yaşamaktansa
onurlu bir mücadelenin içerisine girerek direnişini gerçekleştirmişlerdir.
SONUÇ YERİNE
Sömürgeci
ülkelerin baskı ve şiddet yoluyla tahakküm altına aldığı halklar büyük bir
sefalete, açlığa, sömürüye ve acılara maruz kalmaktadır. Cezayir’ de kendi
topraklarında Marx’ ın deyimiyle ‘alt insan’ olmaya mecbur bırakılan yerli
halk, sömürgeciliğin tüm acı ve kanlı yüzünü yaşamakla birlikte, düşmanına
karşı özgürlük mücadelesine geçerek direnişini başlatmıştır. Tahakküm altına
alınan Cezayir halkının onurlu mücadelesi Üçüncü Sinema’ nın politik, militan,
devrimci, şiddetli ve tarihsel yönünü içine almakla birlikte savaşın şiddetli
ve kanlı yüzünü ve Cezayir’ in birlik ve bütünlük içindeki direnişini izleyiciye
yansıtmaktadır. 'Cezayir Savaşı' filmi tarihte yaşanan sömürgeciliğin acı yönüne
ve bu sömürgeleştirilen bireyler ile birlikte halkların direnişini gözler önüne
sermekte ve bu tarihte yaşanan bu olayları günümüze taşıyarak tarih çizgisinde
kaybolmasını önlemektedir.
KAYNAKÇA
Biryıldız, Z., Erus, Ç.E.(2007)
‘Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması’ İstanbul : Es Yayınları (2007)
Fanon, F.
(2004) ‘ Yeryüzünün Lanetlileri ’ Versus (2013)
Güldoğan, M.
(2010) ‘Alternatif Modernleşme ve Üçüncü
Sinema.’ Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo, Televizyon
ve Sinema Anabilim Dalı Sinema Bilim Dalı. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi.
Memmi, A.
(2002) ‘Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi’ İstanbul : Versus
(2009)
Odabaş, B.
(2013) ‘Üçüncü Sinema’ İstanbul : Agora Kitaplığı (2013)
Said, W.E.
(1993) ‘Şarkiyatçılık’ İstanbul : Metis Yayınları (2003)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder